Özgürlüğün keşfine çıkmış insan… Dünyaya gelince gördüğü yanıltmış onu. Ruhunu sarmış, benliğini sarmış, özgürlük tutkusu. Dünyaya hükmedeceğini sanmış, Ya da arzu ettiği her şey ayaklarının dibine gelecek. Tek isteği kendine buyrukluk olan …
Yazar : Psk. Dan. İdris BİLEN
idrisbilen@gmail.com
Özgürlüğün keşfine çıkmış insan… Dünyaya gelince gördüğü yanıltmış onu. Ruhunu sarmış, benliğini sarmış, özgürlük tutkusu. Dünyaya hükmedeceğini sanmış, Ya da arzu ettiği her şey ayaklarının dibine gelecek. Tek isteği kendine buyrukluk olan insan, Yorulmuş artık, diğer insanların baskısından… Koparıp atmış içindeki esaret zincirlerini. Özgürlüğü dilemiş; güzelliği, huzuru… İnancın tadına varınca anlamış: Benlik, şeytan, kötü niyetlerin uzağında kaldığı müddetçe; Her insanın özgür olduğunu…
Dünyaya gelmeden önce melekler size soruyor: “Bir insan olarak, sen de dünyaya gönderileceksin. Orada belli bir süre yaşayacak ve yaşadığın süre boyunca imtihan edileceksin. Yaptığın her işten sorguya çekileceksin. Hesap vereceksin. Ver bakalım kararını, dünyaya gitmek, orada yaşamak ister misin?”
Ne kadar tuhaf değil mi?
Dünyaya gelişimiz, yaratılışımız, cinsiyetimiz, ırkımız, annemiz, babamız, içinde bulunduğumuz toplum, sosyal çevre ve hatta yaşadığımız çağ… Hiçbirini seçme hakkımız yok. Olsaydı daha mı özgür olurduk, orasını bilemiyorum; lakin ortaya çıkan tabloya baktığımızda, insan doğuşu ile birlikte seçemediği, değiştiremediği tüm her şeyi ile sözde özgürlüğü yok olmuştur. Sorulsaydı eğer: “Dünyaya gitmek ister miydin?” diye ve biz de bu soruya bir cevap verebilseydik eğer, bir varlık olarak yaratılmış olacaktık. Yaratılan bir varlığa böyle bir sorunun sorulmasının da ne kadar mantık dışı olduğu çok rahat anlaşılıyor her halde.
İstediği Her Şeyi İstediği
Gibi Yapan Bir Kişi Özgür müdür?
“Ben özgürüm, her istediğimi istediğim gibi, düşündüğüm gibi yaparım”, diyerek diğerlerini umursamayarak, hiçe sayarak hareket eden insan, ilk başta kendisiyle çelişir. Ne kadar güçlü, zengin, tanınmış, itibarlı olsa da hiçbir zaman hiçbir yerde içinden geldiği gibi hareket edemediği için, kimi zaman engellenir, kimi zaman da bizzat kendini yine kendisi engeller. Üstelik yalnızken dahi bu böyle olur.
Hayır, ben her ortamda içimden geldiği gibi konuşur, davranır, giyinirim, kimse beni bağlamaz diyenler ise, ya yalan söylüyordur ya da delidir. Çünkü ancak bir deli her istediğini istediği gibi yapar, her ortamda istediği gibi davranır, konuşur, giyer ve diğer hiç kimse umurunda değildir ki diğerleri de onu umursamazlar zaten. “Delidir ne yapsa yeridir” kâbilinden…
Eğer ki insan her şeye gücü yetiyor ve hiçbir şeye ihtiyaç duymuyorsa, işte o zaman özgürdür. Ama ne mümkün! Yaratılışımızla, dünyaya gelişimizle, diğerlerine olan ihtiyaç ve bağlılığımızla ta en başta kaybediyoruz, bu sözde özgürlük anlayışını. Bununla beraber insan her şeye gücü yeten ve hiçbir şeye ihtiyaç duymayan yüce Yaratıcısına tabi olduğu an, işte o bağlılığı ölçüsünde özgür olabilmektedir. Tüm varlığı ile teslim olduğu o yüce Yaratıcıdan, bir an olsun bile ayrılmayarak, kopmayarak gerçek özgürlüğü tadabilecektir. Bunun adı da özgürlük değil; “İlahi Aşk”tır.
O halde insan neden böyle bir özgürlük arayışındadır? Hiçbir yerde hiçbir şekilde tam bir özgürlük yaşayamayacağı halde, neden özgür olmak, bağımsız olmak ister? İnsan gerçekten özgür mü yaratılmıştır? Eylemlerinde ve davranışlarında sınırsız bir özgürlüğe mi sahiptir? İstediği her şeyi istediği gibi yapabilmesi midir özgürlük?
Bu, biraz da insanın yaratılışından kaynaklanmaktadır. İçindeki o irade mekanizması, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırt etme gücü, bir tercih hakkını da beraberinde getiriyor ki, bu olmadığı zaman insanın yaratılışının da hiçbir anlamı kalmıyor.
Var olmanın doğasından geliyor belki de özgürlük… “Ben de varım” diyebilmek için belki de. Kendi varlığını göstermek için…
Diğerleri ile bir anlam ifade ediyor belki de özgürlük. Başka hiç kimse olmasa, kişi tek olsa, bir başına yaşıyor olsa dünyada, ihtiyaç duyar mıydı acaba yine de özgür olma isteğine?
Özgürlük elini kolunu sallayarak hayata meydan okumak ya da öylesine başıboş yaşamak mıdır? Yoksa tarifsiz, bilinmez, aranıp-bulunmaz bir şey mi?
Sürekli aranan ve bulunmak istenilen şey nedir sizce?
Göreceli değil mi?
Biri: “Çok param olduğunda ve her istediğimi yaptığımda özgür olurum” diyor. Diğeri: “Keşke yalnız olsam hiç kimse bana karışmasa, özgür olurum” diyor. Bir diğeri: “Bu memleketi sevmiyorum, çok sıkıldım, gideceğim başka bir yere, oh be! Özgürlük gibisi var mı?” diyor. Bir başkası anne-babasından veya eşinden/çocuğundan bıkmış: “Özgür olmak istiyorum karışmayın bana” diyor.
Adına özgürlük denilen şey, o halde bir kaçış mı yoksa? Kişinin bir kurtuluş olarak görüp kaçtığı büyük bir kaçış…
İnsan korktuğu şeyden kaçar ve kaçtıkça ona yaklaşır. İlk başta çok da hissetmez bunu. Kaçtıkça uzaklaştığını zanneder. Ama bilmez ki kaçtıkça acizleştiğini, güçsüzleştiğini. Kaçan kişi çaresizdir. İşte bu çaresizlik korktuğu şeyi besler, kuvvetlendirir ve korkup kaçtığı şeye kendi ayakları ile yakalanır.
Özgürlük dediğimiz şey de böylesine büyük bir kaçıştır insan için. Kaçtıklarıyla kavuşmak istedikleri arasında bocalayan insanın düştüğü dipsiz bir kuyudur özgürlük.
İnsan Sahip Olduğu Kadar Esirdir Dünyaya
İnsan kendini özgür hissetme çabası içinde olsa da, hiçbir zaman “Ben özgürüm” diyemiyor. Dese de bunun geçici bir özgürlük olduğunun farkına varıyor. İnsan, daimi bir özgürlüğü bu dünyada asla bulamaz. Özgürlük ruhumuzu, bedenimizi, benliğimizi, kişiliğimizi, düşüncelerimizi, arzularımızı saran saplantılı bir hastalık değildir. Bunun adı esarettir. İnsanoğlu, bu dünyaya esir olduğu müddetçe asla özgür olamayacaktır. Sadece kendi esaretini arttıracaktır; farkında olmadan…
Dünya, esaretle dolu bir yaşantı olmasına rağmen insanın kedisini dünyaya hâkim görmesi, “Ben Özgürüm” demesi, çok büyük bir yanılgıdır. Özgür insan, hiçbir şeye ait olmayan, dilediğini dilediği gibi yapan kişi iken, böyle bir yanılgıya düşmesi de yine insanın dünya esareti ile açıklanabilecek bir hâldir.
Şu kısa yaşantımıza şöyle bir baktığımızda esir olacağımız, aldanacağımız o kadar çok şey var ki… Biz hevâ ve heveslerimize esir iken, dünyanın aldatıcılığına, paraya, mala, yaşama arzusuna, güzel olma isteğine, rahat olma çabasına esir iken ne kadar özgür kalabiliriz?
Hep daha fazlasını arzulayan, biriktirdikçe biriktirmek isteyen, elindeki ile yetinmeyi bilmeyen, şükretmekten yoksun olan bir varlık değil midir insan? Daha da fazlası derken esaretin pençesine düşen, dünyaya meyleden, aldanan, paraya tutkun olan, mal-mülk kaygısıyla hırslanan, saygın olmak, tek ve farklı olmak için benliğini yücelten insan zamanla kendini kaybediyor. Dünya esaretine yakalanıyor. Kendi esareti ile özgürlüğünü karıştırıyor. Üstelik özgürlüğünü bağlayan tüm bu dünya isteklerinin farkında bile olmuyor.
İnsan sahip olduğu ölçüde esirdir dünyaya. Ne kadar çok şeye sahipse o derecede ayrılmak, kopmak istemez dünyadan. Sahip olduğu eşyalar, varlıklar ve yaşantılar kadar özgürdür insan. Onlara hükmettiği ölçüde…
Bu, bir nevi çağdaş tapınmadır. Nefsâni arzularını yücelterek kişinin kendisini ilahlaştırmasıdır en korkutucu yanı. Kendi özgürlüğü, egemenliği için diğer kişileri hiçe sayan, onların da böyle bir isteklerinin olduğunu görmezden gelen hatta diğerlerinin bu isteklerini yok ederek onları köleleştiren, sömüren zihniyetleri bir de bu şekilde değerlendirin. Sonra nasıl olup da bir ülkenin başka bir ülkeye savaş açtığını, oradaki binlerce masum insanın nasıl katledildiğini anlamaya çalışın.
Yaratılan hiçbir canlının, insanlarda olduğu kadar, kendi türüne zarar verdiği görülmemiştir. Siz hiçbir aslanın kendi kardeş aslanlarını yok etmek için onlara saldırdığına şahit oldunuz mu? Ya da bir timsahın, bir filin, bir karıncanın, bir sineğin… Hangi tür bir insan kadar vahşileşmiştir? O halde özgürlük, gerçekten de bir diğerinin özgürlüğü ile son bulmaktadır, diyebiliriz. Zira ne zaman ki özgürlük ülküsü ile atılmış bir adım varsa orada savaşların, acının, kaosun olduğunu görüyoruz. “Ben dünyanın hâkimiyim, dilediğim yeri işgal eder, dilediğim şekilde davranırım. Kimseye hesap verecek değilim” yaklaşımı işte bu tablonun son karesidir.
Sevgi, saygı, kardeşlik ve barış dolu bir yaşam için,
Kendimizden öte hepimiz için,
Daha yaşanılır bir dünya için,
Sadece özgürlük söylemini değil;
Tüm düşüncelerinizi ve yaşantılarınızı,
Daha farklı bir bakış açısıyla değerlendirmeniz dileğiyle…
Yönetmenliğini Peter Weir’in yaptığı Ölü Ozanlar Derneği filminden kısa bir dip not ile sizi bu yazının esaretinden kurtarmak istiyorum:
“Bir şeyi bildiğinizi sandığınız zaman ona başka bir açıdan bakın. Çok yanlış ya da aptalca görünse bile… Sadece yazarın ne dediğine bakmayın. Kendi düşüncenizi değerlendirin. Kendi sesinizi bulmaya çalışın. Bu arayışa ne kadar geç başlarsanız bulma ihtimaliniz de o kadar azalır. Toron şöyle der: “Çoğu kişi sessiz bir çaresizlikle yaşar” buna teslim olmayın. kalıplarınızı kırın. Reminks oyunundaki gibi sürü gibi sürü olarak aşağı atlamayın. Etrafınıza bakın…”