Aşkın Çeşitleri Nelerdir?

0
1628

Aşk, bir başka varlığa karşı duyulan derin sevgidir. Sevgi kuramının kurucusu Psikanalist Erich Fromm; sevgiyi, insanlığın sorunlarına bir yanıt olarak, kişideki aktif ve yaratıcı gücün kaynağı bir enerji olarak ve bu söz konusu yaratıcılıkla sevmeyi de bir sanat olarak tanımlar. Bir sanat olması bakımından da uygulamada olgunluk gerektirir.

Sevginin türlerine ilişkin ilk psikiyatri dalında çalışma, Sigmund Freud tarafından yapılmıştır. Freud, sevginin her türlüsünün kaynağının cinsellik olduğunu öne sürer. Bu görüşüyle çok büyük eleştirilere maruz kalsa da biyolojik olarak sevginin, hormonlar ya da kimyasallar bakımından cinsellikten başka bir kaynağı yoktur. Freud’a göre sevginin bütün diğer türleri (aile sevgisi, tanrı sevgisi) uygarlıkla gelişen yüceltmelerin sonucudur ve cinsellikten türemiştir. Bu konuda özellikle yerli kültlerindeki “totem-tabu” anlayışı üzerinde durarak inceleme yapar.

Erich Fromm ise sevgiyi, biyolojik kaynağı ne olursa olsun beş türde sınıflandırır:

Kardeşçe sevgi:

Bu, sevginin en temel türüdür. Diğer bütün türlerin içinde yer alır. Sorumluluk, saygı ve başka insanları düşünme gibi davranışlar bu türdedir.

Anaç sevgi:

Annenin çocuğuna duyduğu koşulsuz sevgidir. Anaç sevginin en belirgin özelliği, koruyuculuk davranışıdır. Kardeşçe sevgideki gibi sorumluluk ve başka insanları önemseme davranışı burada da görülür. Ancak aradaki fark, sevginin, annenin çocuğuna zaten bağlı olduğu için bir karşılık ya da koşul sorgulamadan gerçekleşmesidir. Bu bağ determinist değil, annenin, kendiyle bütün bir şeyi sevmekte olduğu için dönüşlüdür ve böylece öz sevgi içerir. Anne, karşılık sorgulamaz, çünkü çocuğu sevmekle zaten kendini sevmektedir. Elbette sevginin bu türü, anne-çocuk arasında sınırlı kalmaz. Bu biyolojik bağın olmadığı yerde de insan ilişkilerinde anaç sevgi görülebilir.

Cinsel sevgi:

Karşılıklı koruyuculuk, onaylama davranışlarını içerir. Diğer türlerden en belirgin farkı, cinsel sevgide eşitlik anlayışının olmamasıdır. Söz gelimi; baba sevgisi, bütün çocuklara eşittir. Kardeşini seven de bütün kardeşlerini sever. Ancak cinsel sevgide tek bir kişi seçilir ve cinsellik davranışı o kişiyle sınırlandırılır. Özellikle erkek canlı türleri çok eşlilik davranışı gösterse de bu, hormonlardan kaynaklanmaktadır. Dişi bireylerde ise çok eşlilik yaygın görülmez.

Tek eşlilik, iyi eş seçimiyle verimli bireylerin doğması bakımından, biyolojik olarak önemli ve gereklidir. Çok eşlilik davranışı, biyolojik olarak verimsizdir. Sevgi kuramı, erkek bireylere bir otokontrol önerir. Çünkü sevmenin bir sanat olması bakımından sevgi, olgunluk ve çaba gerektirir.

Öz sevgi:

Öz sevgi, diğer bütün sevgi türlerin ön koşuludur. Kendini sevmeyen başkasını sevemez. Öz sevginin egoizme, bencilliğe eş değer görülmesi, bir halk inancıdır; çünkü herhangi bir sevgi türünde öz sevgi olmaması biyolojik olarak imkânsızdır. Mantıksal açıdan da başka insanları sevmek etik olansa, kişinin de kendi bir insan olduğu için kendini sevmesi etiktir ve bu yalnızca bir dönüşlülük olarak gereklidir. Bencillik ise diğer kişileri görmezden gelerek, onların varlıklarını önemsemeyerek, her şeyi kendi için isteyip, gerekirse bunun uğruna diğer kişilere zarar vermektir. Kendini sevmeden başkasını sevme deneyimi, gelişmemiş ve olgunlaşmamış bir kişiliğin yansımasıdır ve dolayısıyla sevgi değil, aciz bir bağlılık duygusudur.

Tanrı sevgisi:

Sevme ihtiyacının temeli, felsefi düzeyde varlıktan izolasyondan; psikolojik düzeyde, dış dünyadan ayrı kalmaktan uzaklaşma deneyiminden kurtulma isteğidir. Tanrı burada, en üst basamakta durarak bütün izolasyonu ve ayrılığı birleştiren bir simgedir.

Bu tanrı simgesi, tarih boyunca erkek ya da dişi merkezli cinsiyetle nitelendirilmiştir. Örneğin; Hristiyan tanrısı, inananlar tarafından “father” olarak ifade edilir ve erkektir. Erkek merkezli tanrı inanışı daha çok düzenleyiciliğe, yasa koymaya odaklıdır. Erkek tanrı, seküler ötesi, metafizik ya da irrasyonel anlamda her şeyi birleştiren bir simgedir.

Dişi merkezli tanrı inanışı ise, “tanrıça” adıyla, daha çok doğa düzeyinde ortaya çıkar. Bu tanrıçalar, daha çok doğaya ve seküler anlamda dünyaya odaklıdır. Türk mitolojisinde Toprak Ana ya da diğer mitolojilerde Mother Earth olarak ortaya çıkan tanrıça ise, doğanın spiritüel bir yorumuna dayanan dişidir, tanrıçadır. Burada tapınmaktaki amaç, doğayla ve seküler düzeyde insanlarla bütünleşmedir.

İslam dininde tanrı sevgisi, bir ibadet ve şart olarak ortaya çıktığı için, İslam tanrısının düzenleyici ve yasa koyucu nitelikte olduğu söylenebilir. Bunun dışında tanrı sevgisi, bütün insanların bir olması düşüncesine dayanan tasavvufta da ortaya çıkar. Tanrı simgesi yine birleştirme amacı taşır.

Bilimde:

Aşkın ve sevginin hormonlarla da ilgili olduğu kanıtlanmıştır. Örneğin, annenin çocuğuna duyduğu karşılıksız, sonsuz sevginin kaynağı, doğum sonrası salgılanan hormonlardır. Bu hormonlar yalnız kadınlarda (ve memeli hayvanların dişilerinde) bulunur ve yalnız doğum sonrası salgılanmaya başlar. Ancak “aşk” olarak tanımlanan ve karşı cinse veya hemcinse duyulan tutkulu sevgide, farklı hormonlar görev yapar. “Aşk hormonu” olarak tanımlanabilen tek bir hormon henüz bulunamasa da yapılan çalışmalarda bir deneğe, âşık olduğu kişi gösterilince, kanında mutluluk hormonu, cinsel istek hormonu, stres hormonu ve adrenalinin arttığı tespit edilmiştir. Aşk olgusunda birden çok hormonun rol oynadığı ve bu hormonların görsel, işitsel veya psikolojik etkilerle salgılandığı öne sürülmüştür.

*

Lilay Koradan

lilaykoradan@gmail.com

www.gencgelisim.com

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız