Aşkın binbir derde deva olduğunu keşfeden ve “aşkın terapisi” kavramını ilk kullanan kişi, büyük tıp bilgini Hipokrat’tır. Hipokrat, pek çok fiziksel ve ruhsal hastalığın tedavisinde aşkın şifa veren gücünü kullanıyordu.
Eski bilge hekimler, kendilerine rahatsızlıklarından dolayı gelen kızlara: “Çocuğunuz olursa bir şeyiniz kalmaz!” derlermiş. Eski çağlarda bir bilge, aşk ve evlilik adına şunları söylemiş:
“Aşkı yaşamayanlar ve bekârlar az yaşıyor, hep hastalıklı oluyor. Delilerin, katillerin çoğu bekâr… Tımarhaneleri hep bekârlar ve âşık olmayanlar doldurur. Mezarlar daha çok bekârları toplar. Bekârlar için hayat bir yığın ızdırap, onları aşksız ve sevgisiz saran zevkler sahte samimiyet, sahte kol ve kucaklar, dost ve oynaşlar, hep yalan ve yapmacıktır. Aşkı yaşamayanların kalpleri gibi her şeyleri dağınık, ne yaşamalarında bir ahenk, ne yuvalarında bir mânâ vardır. Onlar için ne bir seven, ne samimi bir eş, ne de içli bir dost bulunur. Aşkın büyüsü coşkudur. Aşkı olmayanın acıları büyüktür, kendilerini yalnız ve boşlukta hissederler. Bir tesellinin, bir sevginin olmaması, onlar farkında olmasa da içlerini kemirir. Aşksız bir hayat, koşulan yollarda sürekli üzerinden geçilen karanlık batakhaneler gibidir. Her adımda acı bir tuzak onları bekler, hislerini yaralar. Aşksız bir hayat yalnız bir hıçkırıktır.”
Dün olduğu gibi bugün de bazı rahatsızlıkların tedavisinde dostluk, muhabbet, sevgi, aşk, güler yüz ve sempati gibi yaklaşımlar kullanılmaktadır. Depresyon için başvuran insanlara yöneltilen sorulardan biri de: “Sevdiğiniz biri var mı?” sorusudur. Karşılık bulduğunuz bir aşk, hayatı gözünüzde daha yaşanılır kılar. Enerjiniz artar, pozitif bir bakış açısı yakalarsınız. Önceden dert ettiğiniz ve içinden çıkılmaz bulduğunuz dertleriniz artık gözünüze o kadar çözümsüz görünmez. Dolayısıyla stres ve yorgunluktan da eskisi kadar muzdarip olmazsınız. Çünkü sevdiğiniz kişide karşılaştığınız zorluklarla başa çıkma gücü bulursunuz. Artık kimse sizi tutamaz, gözünüzde her şey kolaylaşır. Yani aşk sayesinde, içinden hayata baktığınız kara gözlüğü bırakmış, berrak bir bakış kazanmışsınızdır.
“Aşk gözleri kör eder.” sözü de koca bir yalandan ibarettir. Aşk gözleri daha güzel ve beyaz bir dünyaya açar. Eski karanlık ve ümitsiz bakışları ortadan kaldırır.
Aşkın tedavi edici gücü, kendisini hücrelerde gösterir. İnsan vücudundaki hücreler her geçen gün azalırken, aşk, bilakis hücre yapıcı, hücre yenileyici güce sahiptir. Aşkın hayata bakan pozitif yönü, insan hücrelerinin enerjilerini artırarak ruhsal ve bedensel zehirlenmeleri önler. Çünkü aşksız bir hayatın nefes borusu, fabrika bacası gibidir. Aşk ve sevgisiz bırakılan insanlar vücutlarında toksin salgılar. Bu durum hücre cinayetidir.
Aşk Bilinci
Aşkın bilincine ulaşan, erken yaşlanma hastalığından kurtulur. Hastalara önerilen en iyi ilaç sevgi ve müziktir. Müzikte de bütünüyle ruhu yüceltici ve huzur verici bir tılsım vardır.
Kafese hapsedilen kuş, kederli bir ruh haline sahiptir. Çünkü hayata dair tüm aşkları elinden alınmıştır. Aşksız hayatın yaşam zehirlenmesine yol açtığını söylemiştik. Bu, tüm canlılar için böyledir. Balinalar, eğer eşlerinden kopartılırsa veya eşleri onları terk ederse kendilerini karaya vurup intihar ederler. Aynı şey yunus balıkları için de geçerlidir. Tüm canlıların öz suyunda, kimyasında aşk vardır. Aşk yalnızlığı bitirir. Yalnızlık insanı megaloman yapar, dış dünyadan koparır; ama aşk insanı tekrar hayata bağlar. Paylaşma, güvenme ve emniyet hissini yaşatır.
Aşk bir hücre fabrikası olarak Alzheimer ve Parkinson gibi ölümcül hastalıklara yakalanma riskini azaltır. Sağlıklı bir aşk birlikteliği, hafızayı güçlendirir, beyindeki hücrelerin yenilenmesini sağlar. Bir anlık aşkın gücü, beş kilometrelik koşunun sağladığı enerjiden daha fazladır.
Aşkın mutluluk ve iyileştirici özelliğinin hissedilebilmesi için kadın ile erkeğin yakınlıklarının ilgi temeli üzerine kurulması gerekir. Kadın ve erkeği, aşk zevkinin sardığı duygu temayülleri ile görmek, özellikle aşk birleşmelerinde tavsiye edilen bir durumdur. İstek ve arzu karşılıklı olarak yansıtılan pozitif enerjilerdir. Cinsi duygular, zevk ve eğilimler, birlik uzuvlarının aşk tedavisine elverişli bir hal almasıyla reçeteye dönüşür, ruhsal ve bedensel mutluluk sağlar.
İnsanlar, ömürleri boyunca bekâr yaşayabilirler belki; ama aşksız ve sevgisiz asla! Kadınlarda bu istek ve arzu daha fazladır. Kadının doğası sevilme, sığınma ihtiyacı üzerine kurulmuştur.
Neden Aşk?
Aşk ihtiyacı, ta çocukluktan başlar. İhtiyaç olan şey aynı zamanda terapidir de… Bu da aşkın hayattaki rolünü açıklamaya kâfidir. Çocukların belli başlı eğlencelerinden birisi evcilik oyunudur. Bu durum aşka duyulan ihtiyacın, çocukluk dönemindeki dışa vurumudur. Çocuk okul çağına kadar anne ve babasına da aşk boyutunda bir bağlılık duyar. Kimileri ebeveynleri olmadan bir yere gidemez, yemek yiyemezler. Annelerinin eteklerinden ayrılmayan, onlara adeta yapışık yaşayan okul öncesi çocuklarına büyük sıklıkla rastlanır.
Çocuk bulûğ çağına geldiğinde artık ona anne-baba aşkı yeterli gelmez, ikinci bir aşk kıpırdanması başlar içinde. Başka bir aşkın hasretini çeker. Bazen yakışıklı bir koca, sinema yıldızı, sahne artisti, dünyaca isim yapmış birtakım meşhurlar, aşkı arayan genç kızın ya da genç erkeğin ilk sevgilileri arasına girer.
Genç kızlar bulûğ çağına geldiklerinde, kendilerinden yaşça hayli büyük bir eşin aşkına da ihtiyaç duyabilirler. Bazı hallerde genç kızın ruhsal olgunlaşma sürecine girmesi, meşhurlara âşık olduğu devreye rastlar.
İnsanoğlunun en fazla ihtiyaç duyduğu duygular olan sevgi ve aşkın eksikliği, ruhsal ve bedensel olarak hiç de iyi sonuçlar vermez. Örneğin aşka duyduğu ihtiyacını karşılayamayan insan, hayata karşı nefretle bakar.
Aşkın bir zaruret olduğu fikri karşısında insanın aklına, “Herkes Leyla olursa, ev işlerine ve çocuklara kim bakacak, herkes Mecnun olursa fırındaki ekmeği kim üretecek?” soruları takılıyor. Ancak ev işlerine bakan da, fırında ekmek yapan da aşkı yaşamak zorunda… Evde yemeği pişirip çocukları yetiştiren de, fırında ekmeğe lezzeti ve sıcaklığı veren de aşkın hüneridir. Seven ve aşkı tarafından sevilen kişi işinde başarılı olur, üretme, paylaşma ve verme ihtiyacı duyar, çevresine pozitif enerji yayar.
Aşk, insanın önüne koyduğu ideallerin de üstünde yol almalıdır. Kendilerini mesleklerine adayan bazı insanlar vardır ki aşka ve evliliklerine gereken önemi vermezler. Fakat bir müddet sonra her şey boş gelmeye başlar, ruhlarında bir şeylerin tedavi edici ihtiyacını duyarlar. İdeallerinin idaresi altında yaşadıkları halde zamanla yanıldıklarının farkına vararak aşkın tedavi edici gücü ağır basarak kendilerini duygularına teslim ederler.
Aşksız insan temelsiz eve benzer. Bir kadın veya erkek, kendisini yoğun bir iş hayatına teslim olmuş ve kapana kısılmış hissedebilir. Fakat günün birinde tüm bunlardan sıkıldığını, şöhretten bıktığını fark edecektir. Ve tarif edemese de aşkın hasretini çekmekte, onun yokluğunu hissetmektedir.
Lilay Koradan
www.gencgelisim.com