Kız ve Çiçek

0
1480

Kasabanın uzağında küçük bir kulübe vardı.

Büyük babasıyla küçük bir kız yaşıyordu burada. Başka kimseleri yoktu, yapayalnızdılar, insanlardan uzaktılar, tabiatla baş başaydılar. Mutluydular. Memnundular hallerinden. Kıt kanaat geçiniyorlardı. Ele güne muhtaç değillerdi. Sütünü içtikleri, yoğurt mayaladıkları bir koyunları, yumurtasını yedikleri birkaç tavukları, kedileri, köpekleri ve dağdan odun taşıdıkları eşekleri bir de. Hikayelerini bilen de yoktu aslında. Birkaç sene önce gelmişler, dağın eteğine küçük bir kulübe yapıp yerleşmişlerdi. Kimseye zararları yoktu. Dede, her gün koyunu sağar, kümesten yumurtaları toplar, kendi yiyeceklerini ayırır, gerisini biriktirirdi.

Haftada bir gün kasabaya gider, yumurta ve sütü, mayaladığı peynir ve yoğurdu satar, evin ihtiyaçlarını alır dönerdi geriye. Kimi zaman da odun götürürdü satmak için.

 

Ormanın eteklerinde, çiçek kokuları arasında, yeşilin değişik tonlarıyla sarmaş dolaş, gök mavinin altında yaşayıp gidiyorlardı. Dede torun, hayvanlarıyla beraber, sevgi dolu yürekleri, gülen gözleri, içinde bulundukları anla sınırlı düşleri, güzel düşünceleriyle farklı bir hayat yaşıyorlardı.

 

Bir gün büyük baba hastalandı.

Küçük kız ne yapacağını şaşırdı.

Dedesinin durumu ağırlaşıyordu.

Nesi vardı, bilmiyordu. İşin kötüsü, elinden bir şey gelmiyordu. Fakat böyle boş oturamazdı. Acılar içinde kıvranan dedesi için bir şeyler yapmalı, bir çare bulmalıydı en kısa sürede.

Kasabaya gitmeliydi. Orada doktor bulunurdu. Alıp gelse, muayene etse, ilaç verse, iyileşirdi dedesi.

Kedisi ve köpeği dedenin yanındaydılar.

Küçük kız bir koşuda varmayı hayal etti kasabaya. İlk defa gidecekti oraya. Dedesinin anlattığı yolu ezberlemişti neredeyse. Dağın eteklerinden sapmadan yürüyecek ve varacaktı kasabaya. Doktoru buldu mu tamamdı iş. Büyük babası kurtulacaktı Allah’ın izniyle. Hastalığı veren yaratıcı, şifasını da verirdi. Yeter ki arayıp bulmayı bilsin insan. Sebepleri yerine getirsin, üzerine düşeni yapsın bir tamam. Gerisini Allah’a bıraksın yeterdi.

 

Bu düşünceler içinde yola çıktı küçük kız. Kasaba bir hayli uzaktı. Onun yürüyüşüyle daha da uzamıştı yollar. Yorucu bir yürüyüştü.

Yolculuk hali, ne olur ne olmaz, diyerek yanına az bir ekmek ve içecek su almıştı.

 

Yürüdü, yürüdü, yürüdü. Ayaklarını sürüdü.

Az gitti, uz gitti, dere tepe düz gitti.

Tıpkı masallardaki kırmızı başlıklı kıza benzetiyordu kendisini. Bir tek sepeti eksikti kolunda. Korkuyor ve ürperiyordu yapayalnız yürürken. Ya bir kurt çıkarsa önüne, ne yapardı o zaman? Aman, boş ver, olacak olan olur, kimseye engelleyemez, dedi içinden.

Açlıktan ölmek üzere olan bir köpek gördü yolda. Daha ekmeğini yememişti. Ona verdi. Yiyişini seyretti. Canlanmıştı hayvan, gözleri parlamaya başlamıştı, hayat bulmuştu yeniden sanki.

 

Yürüdü, acelesi vardı.

Dere kenarından geçiyordu.

Bir de ne görsün, kıyıya vurmuş bir balık, çırpınıyordu ölmemek için. İyi bir akşam yemeği olabilirdi. Dedesine götürmeyi düşündü. Sonra acıdı, vazgeçti. O da bir can sahibiydi. Yaşamak hakkıydı. Bir balıkla karın doymasa da olurdu. Varsın yaşasın. Balığı eline aldı, yavaşça suyun  içine bıraktı.

 

 

 

 

Yoluna devam etti.

Fakat o da nesiydi, ortalık kararıyordu, akşam mı oluyordu yoksa. Bu kadar çabuk mu geçmişti vakit, çok mu yavaş yürümüştü, uzak mıydı çok?

Akşamın eli kulağındaydı kasabaya vardığında.

Doktor sordu rastladıklarına. Tarif ettikleri eve vardığında akşam ezanı okunuyordu.

Doktor yoktu, büyük şehre gitmişti, bir haftadan önce dönmezdi. Ümitler tükeniyordu, zaman boşa geçiyordu küçük kız için. Ne yapacağını bilemiyordu. Çaresizdi. Geldiği yoldan geriye yürümeye başladı. Kasabanın dışına çıktığında karanlık bastırmıştı.

Oturup ağlamaya başladı. Nasıl dönecekti? Korku doldu içine. Hiçbir şey yapamamıştı. Büyük babası ne haldeydi kim bilir? O iyileşemezse, ölürse yahut, ne yapar, nereye gider, kime sığınırdı? Onu büyük babası gibi kim sevebilirdi? Hüngür hüngür ağlıyordu. Yanaklarına süzülüyordu göz yaşları. Büzülüp kalmıştı çaresizlikten. Allah’tan başka kimse yardım edemezdi ona.

Allah’ım bana yardım et, kimim var ki senden başka, kime varayım, diye yalvardı gözleri dolu dolu, elleri yücelere dönük, kalbi tertemiz, düşünceleri sadece O’na dönük…

 

Biraz ötede onun bu halini seyreden bir yaşlı kadın vardı. İçli niyazını duymuştu. Yardım etmek istedi bu kimsesiz çocuğa. Gözyaşlarını silmek, yaransa merhem olmak düşüncesiyle yaklaştı yanına.

 

 

Dedi ki:

-Güzel kızım, derdin nedir, söyle bana, yardımcı olayım sana. Derdini söylemeyen derman bulamazmış. Bu saatte burada ne arıyorsun? Evini, yurdunu, yuvanı ve yolunu, aileni mi kaybettin yoksa?

 

O gün kasabanın pazarıydı. Alış veriş zamanıydı. Böyle şeyler oluyordu bazen. Çocuklar kayboluyordu kalabalıkta. Bu da onlardan birisi olabilirdi.

 

Küçük kız olanı biteni, burada  oluş nedenini anlattı bir nefeste. Çaresizliğini, yıkılmışlığını, dedesinin hastalığını, çektiği sancıları açıkladı bu iyi yürekli kadına. Onu karşısına Allah çıkarmıştı besbelli.

 

Kadın küçük kıza bir dal çiçek verdi ve dedi ki:

-Al bakalım cici kız, bu çiçeği götür, kaynat, suyunu dedene içir, sağlığa yararlı bir çiçektir bu. Umarım büyük babanı iyileştirir. Şifayı veren Allah’tır insana. Ne istersen O’ndan isteyeceksin sadece. O vermek dilerse verir. Haydi git hemen, bir solukta ulaş dedene. Gecikme yollarda. Allah yolunu açık etsin ve korusun seni!

 

Elinde çiçek, sımsıkı sarıldı ve yürüdü koşar gibi. Ne koşması, uçuyordu besbelli. Rüzgar gibi geçiyordu yolların üzerinden.

Masallar gerçek, gerçekler masal gibi yaşanır hayatta kimi zaman. Birbirine karışır her şey. Yaşanır işte!

Hayatın rüzgarı, fırtınası, kar ve boranı bitmez.

Beklenmedik bir anda eser bir şiddetli rüzgar, sürükler götürür umutlarını ve hayallerini kişinin. Elleri bomboş kalakalır dikenler arasında kanadı kırık bir kuş misali.

 

Bir rüzgar esti karanlığın içinden, uçup gitti elindeki çiçek dereye bir lahzada. Uyanık düş mü görüyordu, yoksa hayal miydi gördüğü. Bir balık, ağzında çiçek, kıyıya gelmiş ve bırakmıştı. Gördü ki bu o balıktı. Kasabaya  giderken suyun içine saldığı balık.

Şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı neredeyse.

İyilik yap denize at, balık bilmezse hâlık(yaratıcı) bilir, diye beyhude söylenmemiş demek ki. Balık ta biliyordu iyiliğin kıymetini ve karşılık veriyordu işte.

 

Sanki bir zaman tünelinde, harikalar diyarında, uçan halının üstünde bir masal kahramanıydı küçük kız.

Gidiyordu bir başına.

Hayat karşısında hep tek başınaydı insan.

Yalnız doğuyor, yalnız yaşıyor kalabalıkların arasında, yalnız  ölüyor, mezarda yalnız yaşıyor, yalnız diriliyor ve yalnız hesap veriyordu mahşerde.

İnsan bir yalnız süvariydi dünya meydanında.

Ötelerden gelip öteler, O’ndan geliyor ve O’na gidiyordu. Bir sınavdı yaşamak, sınavdı en zorundan.Kazanmak ve kaybetmek insanın elindeydi, çalışma ve çabasının ürünüydü eline geçen.

Gidiyordu büyük babasına  küçük kız.

Her an bir köşe başında bir başka sürpriz bekler kişiyi. Tehlikelerle doludur yollar. Nereden neyin çıkacağı bilinmez.

Hazırlıklı olmak gerekir her duruma karşı. Harikaları ve handikapları bitmez hayatın.

Gidiyordu dedesine küçük kız.

Çok engelli bir uzun koşuydu yürüdüğü dağ yokuşu.

Aşıp tepeleri, karlı dağları, geçilmez çölleri, varacaktı hedefine sonunda. Korkmak, yılmak ve yıkılmak, geri dönmek, pes etmek ve vazgeçmek yoktu hesabında.

 

Yürüyordu cici kız.

Ne kalmıştı şunun şurasında.

Bekleyeni vardı darda kalmış.

İlaç bu çiçekteydi.

Kurt uluması duydu uzaktan.

Yine mi beklenmeyen ve istenmeyen?

İstemesen de olacak oluyordu.

Uyuyup kalmış mıydı bir köşede?

Gerçeklerle düşler karışıyor muydu?

Sahiden bir kurttu bu en yırtıcısından.

Geliyordu üstüne doğru son sür’at.

Mesafeler kısalıyordu, tehlike büyüyordu her adımda.

Korkunç son yaklaşıyordu.

Büyüdükçe büyüyordu küçük kızın gözleri.

Eyvah yandım, demeye fırsat bulamayacaktı, ilacı dedesine ulaştıramayacaktı.

-Allah’ım, yetiş imdadıma Allah’ım!

 

Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş.

Sıkışan kulu da, Hızır’ı da yaratan ve imdada gönderen yaratıcıya şükür. Kim bilir hangi kılıkta, nerede, ne zaman ve kimlerin yardımına koşar Allah dostu. Yetişir de onun eliyle giderilir sıkıntılar.

Küçük kız bir baktı ki, kurtla arasında sabah ekmeğini verdiği köpek, var gücüyle ürüyor ve kovalamaya çabalıyor kurdu. Sonunda çekip gidiyor kurt. Az sadaka çok belayı gideriyor. İyiliklerle kötülükler savılıyor insandan. İyilik eden iyilik buluyor. Hiçbir iyilik boşa gitmiyor. Bir gün mutlaka karşılığı alınıyor.

 

Köpekle kız yan yana yürüyor.

Sürüyor hayat masalla karışık.

Dedesinin kulübesini görüyor kız.

Ortalık ağarıyor, güneş karanlığın arasından süzülüyor ve gönderiyor ilk ışıklarını.

Dünya küçük kızın oluyor. Artık evine gelmiştir. Sıkıntılı saatler geride kalmıştır. Sevinme zamanıdır.

Kulübenin kapısını açıyor kız. Dedesinin inlemelerini duyuyor. Çok şükür ki yaşıyor,yaşıyor hele.

Sevinçten uçuyor kız, uçuyor sevinçten ve mutluluktan. Çiçek çayını kaynatıyor. Soğutuyor içilecek kıvamda. Ağaç kaşıkla içiriyor büyük babasına. Tatlı bir uykuya dalıyor adam. Vücut haritasını saran ılıklık rahatlatıyor, sancılarını gideriyor, dinginlik veriyor.

 

Adam kendine geliyor, gözlerini açıyor. Görüyor ki başucunda beklemededir çiçek kız. Sevgiyle gülümsüyor gönlünün gülüne. Eski sağlığına kavuştuğuna inanamıyor. Bir an öleceğini sanmıştı. Gözleri arkada ve açık gidecekti ölseydi. Bu can elmasını, hayat çiçeğini bir başına bırakıp gitmek ne hallere düşeceğini kestiremeden ne zor şeydi. Öldürmeyen Allah öldürmüyordu işte. Henüz vakit tamam değildi demek ki, vade dolmamıştı daha. Yenilecek ekmek, içilecek su, çekilecek çile, sürülecek sefa, teneffüs edilecek hava vardı alemde.

 

Hayat sürdü bir masal gibi, gerçekten daha gerçek.

Küçük kız büyüdü bir iyilik meleği gibi. Evlendi, çoluk çocuğa karıştı. Büyük baba bir süre daha yaşadı ve bir daha ölmemek üzere öldü, gerçekten yaşamak için…

 

Yeşim SATAN

www.gencgelisim.com

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız