Yazmaya ne zaman başladınız? Sizi bir yazar olmak için motive eden neydi?
Hayalim yazar olmaktı. Anneme bunu söylediğimde, "Elbette olabilirsin; ama önce hukuk okulunu bitirmeli ve avukat olmalısın. Sonra boş zamanlarında kitap yazabilirsin." diye cevap verdi bana. Onun sözünü dinledim önce, gençliğinde geleceğini emniyet altına alma kaygısı olabiliyor insanın. Ardından hippi jenerasyonun bir üyesi oldum ve bu bana her şeyi bir kenara bırakma gücünü verdi. Hukuk okulunu bıraktım ve hayallerimi takip ettim. Bir hippi olarak San Francisco'ya ilk kez 70'lerin başında geldiğimde cebimde 200 dolarım vardı. Mexico'ya vardığımda …
Çeviri: Özlem Kocukeli
Yazmaya ne zaman başladınız? Sizi bir yazar olmak için motive eden neydi?
Hayalim yazar olmaktı. Anneme bunu söylediğimde, "Elbette olabilirsin; ama önce hukuk okulunu bitirmeli ve avukat olmalısın. Sonra boş zamanlarında kitap yazabilirsin." diye cevap verdi bana. Onun sözünü dinledim önce, gençliğinde geleceğini emniyet altına alma kaygısı olabiliyor insanın. Ardından hippi jenerasyonun bir üyesi oldum ve bu bana her şeyi bir kenara bırakma gücünü verdi. Hukuk okulunu bıraktım ve hayallerimi takip ettim. Bir hippi olarak San Francisco'ya ilk kez 70'lerin başında geldiğimde cebimde 200 dolarım vardı. Mexico'ya vardığımda geriye 100 dolar kalmıştı. Oldukça fantastik bir deneyimdi çünkü hiç İngilizce bilmiyordum. Ancak tanıdığım insanlar arasında dayanışma vardı ve ülkeyi boydan boya gezmem için benden yardımlarını esirgemediler. 1986'daki ilk kitabım The Pilgrimage'a (Hac) kadar bir kitap yazmadım. Bugün gazeteler için, televizyon için yazıyorum. Hatta rock şarkılarına söz de yazıyorum.
Sizi yazmaya iten, size ilham veren neydi? Yazarak neyi amaçlıyorsunuz?
Okurlarımla içsel yolculuğumu paylaşmak. Bu benim ruhsal yolculuğum. Öğretecek bir şeyim yok, evren hakkında açıklayacak bir şeyim de… Ancak paylaşacak şeylerim var. 1986 yılında Batı Avrupa'dan başlayıp İspanya'da Santiago de Compostela kentinde sona eren hac yolculuğumu The Pilgrimage'da anlattım. Fransa'dan İspanya'ya 56 gün boyunca yürümüştüm. Kitap, bu eski ve kutsal yoldaki yolculuğumu anlatıyor.
Simyacı, rüyalarımızı takip etmemiz gerektiğini anlatan bir masal. Eşimle Mojave Çölü'nde 40 gün boyunca yaşadığımız deneyimleri paylaşmaya çalıştım. Beni en çok şaşırtan, bu kitabın dünya çapına bir başarı kazanması oldu. 10 milyon kopya sattı. Bu kitapla öğrendim ki yalnız değilim ve dünya üzerinde benimle benzer kaygıları, benzer görüşleri ve benzer hayalleri paylaşan çok insan var.
Simyacı'da "Dünyanın Ruhu"ndan söz ediyorsunuz. Tam olarak nedir Dünyanın Ruhu? Din ya da spiritüellikle bağlantısı nasıldır?
Öncelikle dini spiritüellikten ayıralım. Ben bir Katoliğim, din benim için benimle aynı sırra inanan insanlarla ortak bir ibadet alanına ve disiplin yoluna sahip olmak demek. Din, bir yolu ifade ediyor bana. Sonuç olarak tüm dinler aynı ışığa işaret eder. Işık ve bizim aramıza farklı kurallar konulabilir. Halbuki ışık orada ve onu takip etmek için kuralların olması şart değil.
Simyacıdaki karakter cansız varlıkların, kayalar ve su da dahil olmak üzere her şeyin bir ruhu vardır diyor. Buna inanıyor musunuz?
Gördüğümüz her şey, gözümüzün önünde duran her şey gerçeğin gözle görülür parçaları. Gerçeğin görünmez parçaları da var, duygular gibi, hisler gibi… Bizim hayat algımız bu gerçeğin farkında olmayabilir; ancak William Blake'in söylediği üzere "Tanrı kum tanesinde ve bir çiçekte saklıdır." Bu enerji, her yerdedir.
Bütün ruhlar aynı mıdır? Yoksa insan ruhunun bir farklılığı var mıdır?
Ben her şeyin tek bir bütün olduğuna inanıyorum. Artık kafama takılan bazı sorular için cevap aramayı bıraktım. Gençliğimde her şey için bir yanıt arardım. Şimdi ise her şeyin cevabını bilemeyeceğim gerçeğine saygı duyuyorum. Bu nedenle bu soruya cevabım "bilmiyorum" olacaktır. Tek bildiğim; yaşıyorum, hayatımda ortaya çıkan bir şey var: "Tanrı" Bir gün hayatın tüm anlamını ve özünü anlayacağım, belki öldüğüm gün, belki de ölümün ardından… İyi sorular bulmaya çalışıyorum artık, iyi cevaplar değil.
"Ölümün ardından" sözüyle ölüm sonrası bir hayat olduğunu mu öne sürüyorsunuz?
Hiçbir şeyi tam olarak bilemeyiz. Zamana inanmam. "Öldüğün zaman" diyorsun, fakat zaman, yaşamımızı devam ettirmek için var olan kavramlardan biri, fakat aslında yok. Ben şu an seninle konuşuyorum, seninle konuştuğum anda evren yaratılıyor ve yıkılıyor. Geçmiş ve gelecek yaşatılarımın dışında yaşıyorum aslında. Şu an yaptığım her şey, bu röportajda söylediğim her söz geçmişimi ve geleceğimi etkiliyor.
Ölümden sonra yaşama inanıyorum; aynı zamanda bunun çok önemli olmadığına da… Asıl önemli olan, ölüm öncesinde de sonrasında da yaşamayı sürdürmek.
O halde, zaman kavramından kurtulmalıyız…
Doğayla ya da bir insanla aşksal bir irtibata geçtiğinizde, tıpkı bir kıvılcım gibi, zamanın olmadığını ve her şeyin sonsuzluğa ait olduğunu anlayacaksınız.
Bu fikir, Simyacı'nın giriş bölümünde bahsettiğiniz 'varolmama korkusu'nu yenmenizi sağladı gibi görünüyor.
Elbette ölüm korkum vardı. Santiago de Compostela'ya Hac için gittiğimde farklı deneyimler yaşamak ve ölümümle yüzleşmek zorunda kaldım. Ondan sonra ölümün hayatın sonu olmadığını, aynı zamanda en iyi arkadaşım olduğunu gördüm. Hemen yanımda oturuyordu, şimdi seninle konuşurken, karla kaplı dağlara bakarken de…
Anlamadım, ölümünüz hemen yanı başınızda mı oturuyor?
Evet, önümdeki sandalyede… Ölümü güzel bir kadın olarak görüyorum.
Ne söylüyor peki?
"Seni öpeceğim!" diyor. Ben de ona "Şimdi değil, lütfen." diyorum. O da diyor ki: "Tamam, şimdi değil, ancak dikkat et ve her anı en iyi şekilde yaşamaya çalış; çünkü seni mutlaka alacağım." Ben şöyle cevap veriyorum: "Bana hayatın en önemli öğüdünü -anı yaşa- verdiğin için teşekkürler."
Katolik olduğunuzu söylüyorsunuz, ancak bir yazıda bu yetiştirilme tarzının geçmişte size zaman zaman acı verdiğini belirtmiştiniz. Kuralları olan bir dinin değeri ve negatif yönleri nelerdir sizce?
Böyle bir din kişiyi disipline eder, toplu halde ibadet şansı verir, sırlar karşısında alçakgönüllü olmasını sağlar. Katoliklik de dahil olmak üzere, tüm dinlerdeki tehlike, "Mutlak doğru bende" iddiasında bulunmalarıdır. Böyle olunca dini sorumluluklarınızı din büyüğüne yükleyebiliyorsunuz; çünkü onun söylediklerinden yola çıkarak hareket ediyorsunuz çoğu kez. Oysa, tek sorumlu sizsiniz, siz olmalısınız.
Veronika Ölmek İstiyor kitabınızda Veronika her günün birbirinin aynısı olmasından bıkmış durumda. Monotonluktan, tekdüzelikten sıkılan insanlara bir öneriniz var mı?
Biri bana "Mezar taşına ne yazılmasını isterdin?" diye sorduğunda "Paulo Coelho yaşadığı sırada öldü" dedim. Neden böyle cevap verdiğim, herkesin yaşarken öldüğü söylendiğinde ise dedim ki: "Hayır, bu doğru değil, eğer hayatında her gün aynı şey tekrarlanıyorsa, bir günün diğerinin aynıysa yaşamıyorsun demektir."
Simyacı gerçeği bulmak üzere hayatındaki pek çok gerçeği terk etmek durumundaydı. Bu şart mı?
İhtiyacınız olan şeyler yanı başınızda olsaydı da onu bulmak için uzaklara gitmek zorunda kalacaktınız; çünkü kestirme yol yoktur. Simyacı'daki kahraman da alıştığı şeyleri terk etmek durumundaydı ve seyahat sürecinde içindekini keşfetme olanağı buldu. Kendi kapasitesini ve imkanlarını kullanmayı öğrendi. Başka bir çaresi yoktu çünkü kendisini rutinden çekip alması gerekiyordu. Günlük yaşam içinde kendinizi keşfedemezsiniz demiyorum, keşfedebilirsiniz, bu mümkündür; ancak mevcut koşullarda tüm günler birbirinin aynı bizler için. Aslında her gün farklı mucizeler, işaretler barındırır içinde ve hiçbiri bir diğerinin aynı değildir. Bu mucizelere dikkat etmek gerek. Böylece her sabah aynı sıkıcı işi yapıyor olsak da kaderimiz hakkında ipuçları bulabiliriz.
İnsanların işaretleri fark etmeleri gerektiğini belirtiyorsunuz. İşaret derken neyi kastediyorsunuz?
İşaret, Tanrı'nın seninle konuşurken kullandığı sana özel dildir. Benim işaretlerim senin işaretlerinle aynı değildir. Oldukça ilginçler, bu özel dil seni alınyazına doğru ilerletir. Mantık içermez işaretler. Onlar, doğrudan kalbine seslenir.
Bir dili öğrenmenin yolu, hatalar yapmaktır. Ben de hatalar yaparak öğrendim bu lisanı. Bu hataları işaretlerle birleştirerek yönümü buldum. Tanrı'nın bu sessiz dili beni bulunmam gereken mekanlara ve serüvenlere yönlendirdi.
Geçici dünyadan ruhani dünyaya ulaşmanın bedeli nedir?
İnsanlar Simyacı'daki gibi mesleklerinden vazgeçmek, çeşitli problemlerle yüzleşmek durumunda kalabilirler; fakat başka bir tercih yok çünkü rüyalarına kavuşmanın bedelini mutlaka ödemelisiniz. Öte yandan, geçici dünyayı ve ruhani dünyayı birbirinden ayırmıyorum; çünkü önemli olan, keşfettiğiniz dünyayı bu dünya üzerine kurmayı başarmaktır. Yani iki dünyayı birbiriyle barıştırmalıyız ayırmak yerine. Ümit ettiğim şey, bazı zorunluluklardan vazgeçebilecek cesareti bulmak. Bir süre sonra anlayacağız ki puzzle'ın parçalarını bulup kaderimizi takip etmek için ve anlamlı bir bütün oluşturmak üzere dünya bizlere ipucu vermekte. Ancak bu yolculuğun kolay olduğunu sanmayın.
Hayallerinin peşinden gitmeyen bir insanın yürüdüğü yoldaki zorlular kadar sorunla karşılaşacaksınız. Ancak size tam uyan bir ceket ile uymayan bir ceketin fiyatının aynı olması gibi bir şey bu… Bu nedenle gerekli maliyeti ödemeye hazır olmalıyız, bu yoldaki her zorluğun bir anlamı vardır çünkü. Normal yaşamdaki güçlükler ise boşa kürek sallamak dışında bir anlam arz etmezler.
Simyacı, olumluluk ilkesi üzerine kurulu ve biraz da acemi şansına işaret ediyor sanki. Asla acemi şansını yakalayamamış, her deneyişlerinde engellenen, önleri tıkanan kişilere ne söyleyebilirsiniz?
Yeniden dene! Çünkü Tanrı'nın seni bu dünyaya göndermekle ne demek istediğini çözdüğünde acemi şansını sen de yakalamış olacaksın.
Kaynaklar:
http://www.gracecathedral.org/enrichment/interviews/int_20040623.shtml
http://www.worldmind.com/Cannon/Culture/Interviews/coelho.html