Zihnimizde önemli bir yer tutan, yılların birikimi ve tecrübesi ile kültürümüzün teşekkülünde mühim roller oynamış olan kelimelerimiz vardır. Bir sözlüğün açıkladığından belki daha fazla hayatımızda yer etmiş, pek çok şeyimizi anlamlandırmada ve tanımlamada büyük vazifeler üstlenmiş kelimelerimiz. Sözcük deyip de sanki bütün anlamlarından sıyırıp sadece sesler topluluğu olarak göremeyeceğimiz, belki bir kelimenin binlerce cümle ile izahına kalkışabileceğimiz mânâları tek bir ifadede toplayan kelimelerimiz… Sözlerimiz arasında yer almasından sonra gittikçe genişleyen kültür ve ruh dünyamızda yeni karşılıklar, yeni tasavvurlar canlandıran bu kelimeler, aynı zamanda millet olmanın temel harcını da oluşturur. Atasözleri, deyimler sadece mecazlaşmış söz kalıpları olmayıp, milletin hayata bakışını ve bütün bir kainat düzenini yorumlayışını da ifade eder.
Bu iklimde bizim üzerinde duracağımız ve mânâsını bir kez daha kavramaya çalışacağımız kelimemiz; okumak.
Hayatımızın çocukluk devresinden sıyrılıp da mektebe ilk adımımızı attığımız anda artık, belki bundan sonra bütün hayatımızı kuşatacak bir kavram ile karşılaşıyoruz; okumak. Daha ilk anda ve ilk anlamı ile okumak, bilgiyi, kitabı ve bunlardan elde edeceğimiz görgü ve hikmeti kültür haline dönüştürecek sürecek bir süreç ile karşımızdadır.
Okumak, Anadolu’nun ezik bağrında yavrular için aslında kurtuluşun ilk müjdesi, ilk işaretidir. Hayatın binbir yorgunluğu içinde iyice boynunu bükmüş, akşam köşesine çekilirken yine de yarına taze ümitler saklamasını bilen aileler için, mektebe ilk başlayacak yavrular hem kendileri için hem de evladı için bir kurtuluşun kıvılcımı olarak parlayıverirler.
Biz okuyamadık bari… ile başlayan, her fırsatta tekrarlana tekrarlana artık herkesin aşina olduğu yine de bıkmadığı ve usanmadığı cümleler küçükler için bir rehber olmak ümidi ile yeniden kurulurlar.
Bütün çehresi ile hayatı tanımış, artık bu kainat kitabını okuya okuya ezberlemiş olan yürekler, kendileri için kaybedilmiş bir okuma biçimine içten içe hayıflanırken, çocukları için kendilerine nasip olmayan, işte o okuma şeklini özlemle ve ümitle söyleyip dururlar.
Okumak kemale ermiş, seksenine merdiven dayamış ve artık bu merdivenin basamaklarını daha ne kadar çıkabileceğini bilemeyen insanlar için, engin tecrübeler harmanını ifade etse de, meselenin bir yönü vardır ki, her sohbet esnasında söz dönüp dolaşıp işte bu konuşulmaktan aynı zamanda büyük keyif alınan mecraya gelir çatar. Okul yüzü görmüş, yeni yazıyı bir biçimde öğrenmiş ve ilerletmiş olanlar, gazetedeki havadisleri okurken yine bıyık altından gülümseyen bir eda ile bu gazeteyi okuyamayacak olanlara kendi hallerince takılırlar; Sen yeni yazıyı bilmiyorsun, değil mi …. amca?
Bilinmeyen, öğrenilmemiş olan sadece yeni yazı değildir. Yeni hayat düzenine alışmakta da büyük zahmetler çekilmiş, hızla değişen dünyada çoluk çocuğun hallerine ve tavırlarına da akıl sır erdirilememiştir. Fakat bu sorunun cevabı, derin bir sessizlik değil, bir başka açıdan belki bir gururu da hissettirecek karşılıktır; Biz eski yazıdan okuduk, eski kitapları okuduk, mektebe gitmek imkanımız olmadığı için de yeni yazıyı okuyamıyoruzdur. Esas şaşkınlık ve hayret bundan sonra başlamış, eski yazıyı bilmenin o toplulukta ancak birkaç nadir insana nasip olmanın heyecanı ile, derin bir hayret ve öğrenmek duygusu sarmıştır herkesi. Eski yazıyı bilen ve okuyan bu amcalar, şüphesiz ki, artık bunu bilmeyenler karşısında konuşmak ve tecrübelerini aktarmak ve hayata dair daha esaslı sözler söylemek hususunda hiç kapanmayacak bir fark ile öne geçmişlerdir.
Okumanın ilk anlamı olan, sadece bunu bilenler için okumak, ele alınan bir gazeteyi, dergiyi veya kitabı sesli olarak telaffuz edebilmek kabiliyetidir. Bu kabiliyet artık belki hepimizde olduğu için, bunun ne önemi ne de bir ağırlığı kalmıştır. Bu ağırlık kendiliğinden ortadan kalkmamış, yazıyı öğrenen insanların gittikçe yine yazı ile aralarına mesafeler hatta derin uçurumlar koyması ile bu yönde büyük bir tezat ortaya çıkmıştır.
Yana yakıla dile getirilen toplum kitap okumuyor feryatları işte bu tablonun tezahürüdür. Hayatlarında okul sıralarından hariç bir kitabın tek yüzünü bile açmamış olanlar gün gelip de evladı için okul endişesini taşımaya başladığında, yoğun bir televizyon gürültüsünün altında, aman yavrum, canım yavrum kitap oku gibi hiçbir anlamı ve değeri olmayan cümleler kurarak, içten içe karşısındakinin hayatını ve okuma biçimini sorgulayan ama bunu bütün açıklığı ile ifade edemeyen yürekler için yeni talihsiz ânı yaşatmaktadırlar.
Artık her gün tekrarlanmaktan hem küçüğe hem de büyüğe gına gelen bu durumun tek çaresi, yine zamandır ve zaman, hem anneye hem de babaya hiç de yüzleşmek istemedikleri o tarihi gerçeği bir kez hatırlatır ve kabul ettirir; Siz de bunun gibiydiniz ve sizden doğan da size benziyor… Belki artık onun daha yakın durduklarına sizler binlerce mesafe daha uzaksınız.
Okumak, hızla gelişen ve yayılan hurafe kültürümüz içinde kendisine bir yer edinmiş, dinin doğrularını kendi eğrilikleri ve şaşı bakışları ile yorumlamaya kalkışanların elinde, üfürükçülük mesabesine indirilmiştir. Bu hususta dinin emirleri içerisinde yer alan okuma biçimini, yoğun bir arz talep dengesi ile üfürükçülük, cincilik seviyesine indirenler bu alanda yeni bir çığır açmış, bütün sahih okuma biçimlerini de halk nazarında zedelemişlerdir.
Bütün okumaların en tehlikelisi esasen canına okumaktır. Böyle olumlu ve derin mânâları olan bir kelimeyi olumsuz çağrışımlar ile dolaşıma sokmak bizlerin ayrı bir marifeti olsa gerek. Canına okumak, kasd-ı mahsusa ile, karşımızdakinin bütün yaşama alanlarını iptal etmek, belki onun hayat hakkını ona çok görmektir. Aynı zamanda evveli olan ve kendi canına okunmuş bir sürecin şimdi elde deliller hazır olduğu ve bir fırsat doğduğu yönü ile karşımızdaki okuma biçimlerinin can yakan kısmına maruz kalmaktan artık kendini kurtaramayacaktır. Canına okumak, bizim bir hakkımız olarak algılandığı müddetçe, bu okuma biçimi güncelliğini ve önemini hiçbir zaman yitirmeyecek, candan cana devredilecek ve her canına okunan bir başkasının canına okumak için elinde altın bir fırsatı hazır bulmuş olacaktır.
Okumak aynı zamanda düzgün ve terbiyeden geçmiş bir eğitim ile güzel sanat yaratmaktır. Şarkı, türkü okuyanlar, dinleyenler için sonsuz güzellikler bahşederken işte bu terbiye usûlünü de göstermiş olurlar. Kulak ve gönül tırmalayıcı seslerin gittikçe yoğunluk ve itibar kazandığı böyle dönemlerde sanat kavramının ne kadar yüce bir alanı işaret etmiş olduğunu da bir kez görmüş oluyoruz. Parlayıp sönen şöhretler topluluğunun sesi ancak üç beş parçayı haykırmaya yeterken, yeteneğini ve terbiyesini bir usûl dairesinde geliştirmiş olanlar, gerçek sanatın temsilcisi olarak her gün yeni şarkılar okuyabilmekte, gönüllerindeki nağmeleri kulak sahiplerine duyurabilmektedir.
Son yılların en popüler alanlarından olan spor kavramında okumak yeni bir hüviyet kazanmış, bilhassa teknik adamlar için çap ölçer bir ölçü durumuna gelmiştir. Ünlü bir futbol sunucusu için adeta onun bu mucizevî yanını hatırlatmayı arzu edenlerin işareti ile o, oyunu okumakta hatta üç beş dakika sonrası için olacakları tek tek söylemektedir. Bir yeteneği ve tecrübeyi bunların katkısı ile de işine yoğunlaşmayı temsil eden bu yaklaşım, hiç şüphesiz yerinde kullanıldığı sürece çok doğru bir okuma biçimi olarak sözlerimiz arasındaki yerini almıştır. Aynı tutumun mücadeleyi yanıbaşından idare eden insanlar tarafından da sergilenmesini ve böylece yeni zaferler peşinden gidilmesini arzu edenler, oyunu okumayan bir kimsenin notunu anında vermekte, böylesine kritik anlarda oyunu okuma özelliği olan insanların işin başında olmasını arzu etmektedirler.
Hayat önümüzde okunacak büyük bir kitap olarak durmaktadır. Onun ilk sayfalarını es geçip ortalardan bir yerlerden başlamayı düşünenler ne yazık ki, bilgisizliklerinin ve tecrübesizliklerinin tabii neticesi olarak ya yanlış okumakta ya da bir daha bu sayfaların yüzüne bakmaya cesaret edememektedir.
Meydan okumak, kendi donanımına, gücüne, bilgisine, zekasına hakim olanların yeni bir güç elde etmek adına başvurdukları bir çeşit saldırı yöntemidir. Meydana davet edilen kimse, meydanın ve davetçisinin vasfını bildiği, ondan biraz daha fazla okumak yeteneğine sahip olduğu sürece gönlü rahat, içi huzurlu olur. Nihayetinde bu okumanın gereği olarak o da boş olmadığını ve durmadığını dosta düşmana göstermek fırsatı yakalamış, bu çağrıya cevap vereceği ânı beklemeye koyulmuştur.
Bütün okuma biçimlerinin hayatımızda derin izler bıraktığı, hayatı yorumlamamızın farklı birer yöntemi olduğu açıktır. Yine hiç şüphesiz, en soylu okuma biçimi hayat kitabını yine esas ve asıl olan hayat kitabı ile telif ederek okumaktır. Böylece hem yanlış okumanın önüne geçilmiş, hem de bu okumalardan nice nice güzellikler derlenmiş olur.
*
Genç Öğrenci Dergisi
www.gencgelisim.com