SEÇMEK İSTEMEYENLER DİLEKÇE VERSİN …:: MAHMUT TOPTAŞ ::…
Sene 1983, Ege Denizinin kenarında şirin bir ilçemizde güzel manzaraların arsında en güzeli cami cemaati idi.
Her yaştan cemaat olmasına rağmen 35-40 yaş arası, temiz giyimli cemaat de dikkatleri çekiyordu.
Onlardan bir kısmına sordum: “Siz, kimsiniz, konar-göçer kuşlar cinsinden misiniz, yerleşik olanlardan mısınız?” dediğimde şehrin yerlisi olduklarını, bu takımın 1965-70 yılları arasında liseden arkadaş olduklarını anlattılar.
Onları bu iyi hale getiren, 1966 yılında Liseye Din Dersi Hocası olarak atanan değerli bir öğretmenmiş.
Okulu elemiş, belemiş, bu Milleti Yemen’den Viyana’ya kadar İslam medeniyetini götüren dini öğrencilere öğretmiş.
Sonra o öğretmenin peşine düştüm, adını bildiğim için İstanbul şehrinde onu buldum ve macerasını ondan dinledim.
“Muhterem hocam, ben Konya Yüksek İslam Enstitüsünü 1966 da Haziran ayında bitirdim, Ekim ayında da bu Liseye atandım.
Atamalarımız geç yapıldığı için okul açıldıktan on beş gün sonra görevime başladım.
Müdür bey, bana “Din dersini seçen olmadı, onun için derslere giremeyeceksiniz, size de iş bulurum” dedi.
İslam Enstitüsünde bize çok iyi gaz verilmiş. Ben tek başıma bir ülkeyi fethedeceğimi zannederken ülkemde bir müdür benim ellerimi kollarımı bağlayıverdi.
Müftüyle görüştüm, Cuma günleri ateşli vaazlar vermeye başladım.
Etrafımda iyi bir cemaat oluştu.
Maddi durumu iyi olan bir cemaate Lise müdürünün odasını Başbakan odası gibi yapma teklifi götürsem para verebilir misin? Dedim “Paradan yana sıkıntın olmasın” dedi.
Bir gün müdürün odasına girdim ve Seçmeli Din Dersi konusunun yazısını yanlış uyguladığını, Din Dersini okutmak İstemeyen Velilerin dilekçe vermeleri gerektiğini anlattım ama müdürün kulağından içeri girmesi için eğer sen bu teklifimi kabul edersen bu eski çarpık koltuk ve masalardan seni kurtarıp Başbakan koltuğundan daha kaliteli hale getireceğim” dedim ama adam dine karşı olduğunu bunun için kabul edemeyeceğini söyledi.
Çaresizlikten dolanırken aklıma geleni hemen uygulamaya geçtim.
Müdürün odasında başka kimsenin olmadığı bir zamanda içeri girdim.
Kapıyı arkadan kilitledim. Cebimden ekmek bıçağını çıkardım ve müdürün başucuna dikildim: “Müdür, bize İslam Enstitüsünde Cihadı öğretirlerken benim gözümün önüne, Ruslar, Amerikalılar, Yunanlılar gelirdi. Meğer o senmişsin. Şimdi kararını ver. Kapıya bir yazı asılsın, “Din Dersine girmek istemeyenler velilerinden bir yazı getirsinler” diye yazılsın. Getirmeyenlerin velileri Din Dersini istiyor anlamına gelir bu. Bunu ya yaparsın veya seninle kavga edeceğiz.
Seni tanımıyorum, benden güçlü gibi görünüyorsun. Beni öldürürsen ben istediğime kavuşurum şehit olurum veya gazi olurum, seçimi yap” dedim.
“Tamam” dedi.
Müdür muavinini çağırdı, yazacağı metni yazdırdı ve öğrencilerin tamamı derse girdiler.
Ben de müdürün odasını çevreye liselere göre en güzel şekilde donattım.
Ben öğrencilerle ders yaparken Ezan başladığında topluca camiye gittik.
Tatbikatlı eğitim verdim. Cumartesi-Pazar günleri piknikleri beraber yaptık.
Müdür bey, muavinlerine “Bu ya deli, veya Bakanlıkta çok büyük adamı var” dediğini öğrenince ben de onun zannını kuvvetlendirmek için konuşmalarımızda en büyük olanı tanıdığımı ona söylerdim.
Sahi sayın müdürlerimiz, bu “Seçmeli” sözünü neden “Okutmak isteyenler dilekçe versin” diye anlıyorlar. “Okutmak istemeyenler dilekçe versinler” diye anlamak müdürlerin anlayış özgürlüğünü gösterir. Yoksa 27 Mayıs mantığıyla yapılan yorumun şuur altından bu günü yönettiği anlaşılır.