Eski Bayramlar

0
777

“BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN..

GÖNLÜNÜZ SÜRURLA DOLSUN..

ALLAH’IN(CC) RAHMETİ, BEREKETİ, MAĞFİRETİ ÜZERİNİZE OLSUN!..” diyelim ve yazımıza başlayalım..

Değerli dostlar, bizleri yeni Bayram’a ulaştıran Yüce Rabbimize ne kadar hamd etsek azdır.. Ne mutlu Allahü Teala’nın verdiği nimetlere şükredenlere.. Ve mutlu sabırla, şükürle, duayla, emredildiği gibi yaşamaya gayret edenlere..

Evet, Bayram her daim Bayramdır, ancak bir de geçmişte bizlerin yaşadığı o güzellikler manzumesi Bayramlar var ki işte onlar hiç mi hiç unutulmaz!..
Herkes kendi yöresinde yaşadığı Bayramları hatırlar.. Sorun Yozgat’lıya, en güzel bayramların kendi memleketinde yaşandığını söyler.. Konya’lı da aynı şeyleri anlatır.. Bursa’lı, Urfa’lı, Sivas’lı, Kars’lı da öyle..

Biz de İstanbul’luyuz!. Aynı şeyleri biz de mırıldanıyoruz; “Ahh ah, neydi o İstanbul’daki eski bayramlar!.

Çocukluğumuzda öyle Bayramlara şahit olduk ki, hakikaten yürekten “ah” çektiriyor!.. Mübarek Kurban Bayramının tatlı telaşı iki-üç hafta öncesinden sarardı insanları.. Herkes, işini gücünü bırakıp kurbanı düşünürdü.. Doğup büyüdüğüm semt olan İstanbul’un Fatih’inde de durum böyleydi..

45 yıl öncesinden bahsediyorum.. İstanbul’da herkesin birbirini tanıdığı, sokak ve caddelerinde zarif hanımefendilerin, kibar beyefendilerin arz-ı endam ettiği ve nezaketin had safhada olduğu o güzelim yıllar!..

Gerçekten bambaşkaydı o seneler.. İnsanlar birbirlerine, riyasız ve can-ı gönülden hal-hatır sorup selam verirdi.. Fevzipaşa Caddesinin Edirnekapı ile  İtfaiye arasındaki kısmında yürüyüşe çıkan insanların çoğu, birbirlerine ismiyle hitap ederlerdi..

Peki, nerede o insanlar?..

Gittiler!.

Hem de vagon vagon, katar katar gittiler!..

Yahya Kemal’in  Sessiz Gemi’sindeki gibi; “bir çok ki giden, memnun ki yerinden, çok seneler geçti dönen yok seferinden” misali..

Neyse, biz yine bayram nostaljimize devam edelim.. Bayram haftasına girildiğinde, heyecan zirveye çıkardı.. Fatih camiinin sağ ve sol avlusu pıtrak gibi koçlarla dolup taşardı.. Burma boynuzlu, sakız koçlar.. Çobanlar birde kına yakarlardı onlara.. Gören maşallah derdi.. Salına salına da yürürlerdi.. O zamanlar büyükbaş hayvan pek gözükmezdi İstanbul’da!.. Hep koç vardı.. Zaten İstanbul kasaplarındaki etiket tahtasında dana eti ender bulunurdu.. Kıvırcık, dağlıç, karaman diye koyun cinsleri sıralanırdı.. En çok rağbet gören kıvırcıktı.. Hele de Trakya kıvırcığı.. Lezzetine doyulmazdı..

Malta çarşısında ve yine Darüşşafaka Caddesinin her iki yanında, Çarşamba’ya kadar bıçakçılar, bileyciler, vızır vızır çalışıp dururlardı.. Bir köşede de saman satanlar vardı.. Koçu alan kişi bir balya da saman kaptığı gibi doğruca evinin yolunu tutardı.. Tabii evler şimdiki gibi apartman daireleri değildi ki.. Herkes, bahçeli ahşap evlerde otururdu!.. İçinde en az üç-beş meyve ağacının bulunduğu ve kümes hayvanlarının da olduğu o güzel bahçeli evler!.. Meyve ağaçlarının bazıları hususi olarak bahçe duvarına yakın dikilmiş.. Ayvalar, armutlar, elmalar, bahçeden yola doğru sarkıyor.. Çocuk muhayelemde bu durumu anlayamamıştım.. Hatta babama da sormuştum.. Ve babam cevaplamıştı bu durumu.. Meğer yoldan geçen yesin, diye bu şekilde ekmişler ağaç fidelerini.. Göz hakkı olur, mahalleli de yesin, komşular da yesin ve meyveleri yetiştirenlere dua etsinler, diye!..  Şu asil düşünceye bakın!.. Canını seveyim o ahşap mekanların!.. Tarih oldu hepsi… Şimdi, ruhsuz ve donuk betonarmenin esiri olduk..

Devam ediyoruz bayram  muhabbetine.. Kurbanlık koç, bizim eve bir hafta önceden getirildi.. Kardeşimle beraber takılırdık rahmetli dedemin peşine, doğru Fatih Camiinin avlusuna, kurban almaya!.. Rahmetli dedem, alışverişte önce hayvanın dişlerine bakar, sırtını sıvazlar, kaç kilo et vereceğini bile hesap ederdi.. Ellerin uzunca sallandığı çetin bir pazarlık sonunda iki adet Trakya kıvırcığını alırdı, ardından bir balya da ot, doğru eve!..

Koçları bahçedeki dut ağacına bir güzel bağlardık.. Otlarını, sularını verir, onlara yaklaşık bir hafta gelinlik kız gibi bakardık.. Ta ki Bayram sabahı kurban edilecekleri dakikaya kadar!.. Ayrılık vakti geldiğinde ise, kardeşimle birlikte pek üzülürdük..

Dedem koçları kendisi keser, babam da ona yardım ederdi.. Ardından, ciğerinden ve etinden alelacele yapılan kavurma, hane halkı tarafından afiyetle yenirdi.. Daha sonra etin bir kısmı ev için, geriye kalanı ise ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere ayrılırdı..

Yemekten sonra yeni elbiseler giyilip hane halkıyla el öpülüp bayramlaşılırdı ve de harçlıklar cebe indirilirdi..

Sonra mı?..

Kardeşimle birlikte doğruca Kadıçeşme’deki bayram yerine..

Evet, yanlış duymadınız, bayram yerine..

Onlar da tarih oldu.. Şimdi yerlerinde yeller esiyor..

İşte böyle kıymetli dostlar; bugün Bayram nostaljisiyle karşınıza çıktım..

İnanın bu yazıyı yazarken o günleri bir bir andım!..

Huzur dolu bir Bayram geçirmeniz temennisiyle..

Sevgiyle kalın..

 

 

*

Sami Özey

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız