Bütün çocuklar zekidir, ama bazı çocuklar kabul edelim ki daha zekidir. Güçlü hafıza, karmaşık kavramları anlayabilecek muhakeme yeteneği, sorgulayan ve eleştirel bakan gözlem gücü, yüksek kişiliği ve ince espri anlayışı ile yaşıtlarının önünde olan bu çocuklar, ‘üstün zekâlı’ olarak isimlendiriliyor. Eğer böyle bir çocuğa sahipseniz hem çok şanslı hem de büyük bir sorunla karşı karşıya olabilirsiniz. Zira üstün zekâlı çocuğun hayatı ve eğitimi hiç de kolay değil. Hele ki onlar için uygun eğitim imkânı ve politikası olmayan bir ülkede yaşıyorsanız…
Eskiden şartlar daha zordu. 1948 tarihli ‘Harika Çocuk Yasası’ daha çok müzik yeteneği olan çocuklara imkan ve imtiyaz sunuyordu. Kamuoyunda ‘İdil-Suna Yasası’ olarak nam salan kanunun en büyük destekçisi zamanın reisicumhuru İsmet İnönü idi. İnönü, 4 yaşındaki küçük İdil’in (İdil Biret) verdiği küçük piyano resitalini çok beğenmiş ve virtüöz olarak yetişmesi için Paris’e gönderilmesini istemişti. İdil’den 4 yaş büyük olan Suna’nın da (Suna Kan) yolu benzer şekilde İnönü ile kesişti. Keman çalan Suna’yı dinleyen İnönü, bu iki çocuğun yurt dışında eğitim görmesi için talimat verir. Demokrat Partili (DP) milletvekillerinin çekincelerine rağmen çıkan yasa gereği İdil ve Suna’nın 16 yaşına kadar eğitim masrafları devletçe karşılanacaktır. Ebeveynleri de, masrafları devlet tarafından karşılanmak üzere refakat edecektir. Kanun çıktıktan 2,5 yıl sonra DP iktidarında kapsam genişletilerek güzel sanatların bütün dallarında istidat gösteren çocukların yurt dışına gönderilmesine imkan tanındı. Ünlü piyanist İdil Biret ve Fazıl Say, kemancı Suna Kan, besteci Tuluyhan Uğurlu, ressam Bedri Baykam ile Çağıl Yücelen, Oya Ünler, Hüseyin Sermet, İsmail Aşan, Fuat Kent, Muhittin Dürrüoğlu Demiriz, Yeşim Alkaya, Verda Erman, Ateş Pars, Selman Ada, Gülsin Onay gibi isimler ‘Harika Çocuk Yasası’ndan faydalandı. Bu özel yasadan son yararlanan ise 1998’de yedi yaşında olan Emrecan Yavuz (piyano) oldu. Eskiden harika çocuk sayısı mı azdı yoksa yeteneğin sadece güzel sanatlardan ibaret olduğu mu düşünülüyordu bilinmez; ama artık sayının yüz binleri bulduğuna dair bir devlet algısı oluştu.
TÜBİTAK’ın araştırmalarına göre, üç yıl önce 0-24 yaş aralığında 682 bin üstün yetenekli birey tespit edildi. Bu, nüfusun yüzde 2’lik dilimine karşılık geliyor. Sadece İstanbul’da her sene birinci sınıfa başlayan yaklaşık 210 bin öğrencinin 4 bin kadarı üstün zekâlı. Ancak İstanbul’da 100 kadar öğrenci devlet kurumlarında kontenjan bulabiliyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) üstün yetenekli çocukların eğitim için 61 ilde açtığı 67 Bilim Sanat Merkezi’nde (BİLSEM) 11 bin çocuk eğitim görebiliyor. MEB yetkilileri BİLSEM’leri tüm illere yayma yönünde planlama yapmalarına rağmen bunun yeterli olmadığını ifade ediyor. Zaten örgün eğitimden ziyade kurs vazifesi görüyor bu merkezler. Yani serbest zamanlı ve çocuklara araştırma becerisi kazandıran bir model… Haliyle aileler kara kara düşünüyor. Örgün eğitim alamayan yüz binlerce üstün zekâlı çocuk, mevcut sistemin içinde eriyor, sosyal ve psikolojik problemlerle boğuşuyor. Kapasitelerinin altında eğitim alan çocuklar bir süre sonra sıkılmaya başlıyor. Bu çocukları genelde bir üst sınıfa geçirerek sorunu çözmeye çalışan devlet, aslında sorunu geçiştirmiş oluyor. Her çocuğun farklı özellikleri ve yetenekleri göz önüne alındığında hepsi için ayrı formasyon gerektiği, ilgileri ve ihtiyaçlarının mümkün olduğunca gerçekçi düzeyde belirlenerek karşılanması gerektiği aşikâr.
Özel okul, mecburi istikamet
Devlet imkânlarından yararlanamayan ‘armağanlı çocuklar’dan maddi durumu iyi olan ailelerin adresi özel okullar. Merter Fatih Koleji Müdürü Cafer Coşkun imkanların sınırlı olduğuna ve az sayıda çocuğa ulaşılabildiğine dikkat çekiyor. Birçok ailenin çocuğunun durumundan habersiz oluşunu da hatırlatıyor. Her yıl 1. sınıf seviyesinde okullarına 36 öğrenci kaydeden Merter Fatih Koleji, beş senedir zenginleştirilmiş eğitim modelini uyguluyor. Halihazırda 7. sınıf seviyesine kadar üstün yetenekli çocuklara eğitim veren kolejde toplam 160 öğrenci var. Sadece bu öğretim yılında 450 öğrencinin 36 kişilik kontenjana müracaat ettiği düşünüldüğünde ihtiyacın boyutu ve aciliyeti ortaya çıkıyor. Temel derslerde zenginleştirme, fark dersler ve yetenek geliştirme eğitimi verdiklerini belirten Coşkun, düşünme becerileri, üretkenlik, görsel algı, işitsel algı, sosyal beceri, drama, satranç ve zekâ oyunları ile akademik başarının yanına sosyal gelişimi koyduklarını söylüyor: “Fatih ve Yıldız Teknik üniversiteleri işbirliğiyle çocuk üniversitesi düzenledik. Öğrencilerimiz akademisyenlerden ders aldı. Lego robot, bilim, hayal, üretkenlik, astronomi, geometri, kriptoloji, yazarlık ve mutfak atölyesi çalışmaları yanında botanik bahçesinde değişik türde sebze yetiştiriyoruz. İkincisini düzenlediğimiz ‘Ali Kuşçu Akıl Oyunları’ yarışmasında bu tür çocukları buluşturuyoruz.” İşlerinin hiç kolay olmadığını vurgulayan Coşkun, zorlukları şöyle sıralıyor: “Kaynak yetersizliği, ailelerin bilgi sahibi olmaması, eğitimi destekleyecek müfredat bulunmaması, yetişmiş öğretmen ve uzman azlığı, çevrenin çocuklara bakış açısı, sınav sistemindeki olumsuzluklar ve öğrencilerin yeteneklerini geliştirebileceği okul dışı alanların azlığı.”
Üstün yetenekli çok, materyal yok
Anafen Okulları, 2005’ten beri ‘Üstün Potansiyelliler Eğitim Programı’ uyguluyor. 1. sınıflar okul olgunluk testi ve özel kliniklerde psikologlar tarafından bireysel zekâ ve yetenek testine tabii tutuluyor. Ara sınıflardan katılacak öğrenciler için de özel testler uygulanıyor. Özel Çamlıca Anafen Okulları Eğitim Koordinatörü İsmail Köksal, temel ve fark programları yanında sanat ve müzik atölyeleri, spor oyunları, yabancı diller ve akademik ilgilere göre eğitim verdiklerini belirterek “Okulumuzda bu yıl üstün potansiyelli eğitim alan 233 öğrenci bulunuyor. Üstün zekâlı bireyleri, erken yaşta fark edip, özel eğitim almalarını hızlandırıyoruz” diyor.
Yedi yıldır üstün zekalı çocuklara eğitim veren Doğa Kolejleri de 12 sınıfta 280 öğrenciye sahip bir kurum. Anaokulu-İlkokul Koordinatörü Ayfer Erdem Batı, ilkokul düzeyinde iyi kurgulanmış ve başarılı okulların azlığına değinerek, “Ülkemizde bu özel çocuklar için yeterli eğitimci, materyal ve kaynak bulunamadığından maalesef sınırlı sayıda öğrenci alabiliyoruz.” diyor. Batı, normal müfredatı, hızlandırılmış ve yapılandırılmış bir sistemle uyguladıklarını kaydediyor. Normal derslerin dışında çocukların ilgilerine yönelik farklı derslerin olmasının da çocukları okula bağlayan, merak uyandıran bir başka etken olduğunu ifade ediyor. Sınıf öğretmenlerini İstanbul Üniversitesi Üstün Zekalılar Anabilim Dalı’ndan mezun kişilerden seçen Doğa Koleji’nin fark ders öğretmenleri de üniversite öğretim üyelerinden oluşuyor. Peki, bütün bunlar öğrencilere ne katıyor? “Çok sosyal, kendini ifade edebilen, araştıran, sorgulayan, merak eden, ihtiyaçlarının farkına varabilen bireyler yetişiyor.” diyor Ayfer Hanım.
Ancak bunlar üstün zekâlı çocukların eğitimiyle ilgili sıkıntıları çözmeye yetmiyor. Sorunların başında eğitim materyallerinin yurtdışından gelmesi ve bu alandan mezun öğretmenlerin yeni ve sınırlı sayıda yetişiyor olması var. Toplumun ve bir kısım eğitimcilerin üstün zekâlı çocuklara, ‘her programda, her okulda başarılı olabilir’ gözüyle bakması da onların farklı bir eğitime ihtiyaçları olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesine sebep oluyor.
Bu eğitim kurumları yanında İstanbul Beyazıt Ford Otosan İlköğretim Okulu, Gebze Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi, Okyanus Kolejleri, Kayseri Tekden Koleji, Anabilim Koleji de üstün yetenekli çocuklara eğitim programı uygulayan okullardan. İstanbul Bağcılar Belediyesi Üstün Zekâlı ve Yetenekli Evi ve Bayrampaşa Belediyesi Bilim Merkezi ise yerel yönetim uygulaması örneklerinden.
Bu alanda faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşları da yok değil. Bunlardan birisi Tüm Üstün Zekâlılar Derneği (TÜZDER). İrtibat kurduğu 5 bin aile ile 350 kadar atölye çalışması yürütüyor. Derneğin yönetim kurulu başkanı Mehmet Hilmi Eren, ‘bireye göre eğitim’ ilkesinin dünyanın ilk üstün zekâlılar okulu olarak bilinen Osmanlı’daki Enderun’da uygulandığını kaydediyor: “Ülkemizde bu çocukların akranlarından yalıtılmadan, zenginleştirilmiş müfredata tabi tutulmalarına, yetenek alanlarına yönelik takviye eğitimlerle desteklenmesine ihtiyaç var. Klasik eğitim yaklaşımları ve herkesin birbirinin ensesini gördüğü sınıf modelleri bu çocuklara çok uygun değil. Beceri odaklı ve atölye çalışması mantığıyla uygulanan okul modelleri geliştirilmeli.” Eren, TÜZDER’in üstün yetenekli bireylerin tespiti ve eğitimlerinin zenginleştirilmesini amaçlayan sivil toplum örgütü olduğunu belirtiyor.
Üstün zekâlılar yasasının akıbeti
Tabii hem özel okul ve derneklerin hem de Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Genel Müdürlüğü’nün yürüttüğü çalışmalar, potansiyel üstün yetenekli çocuk sayısı göz önüne alındığında hayli yetersiz kalıyor. Bu konuda izlenecek strateji ve uygulama planı konusunda devletin attığı önemli bir adım yok. 2004 yılında 1. Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Kongresi’ni düzenleyerek bu konuya dikkatleri çeken Çocuk Vakfı, devletin yaklaşımına sesini en çok yükselten bir sivil toplum örgütü. MEB, Marmara Üniversitesi ve Çocuk Vakfı paydaşlığında dokuz yıl önce gerçekleştirilen kongre, Türkiye’de üstün zekâlı/yetenekli bireylerin eğitiminin dayanması gereken bilimsel yaklaşımların tespiti yanında, dünya uygulamaları çerçevesinde izlenecek politikaların belirlendiği bir milat oldu aslında. Ancak yapılan akademik yayınlar ve bildiriler, çocuk görüşleri, izlenecek strateji programları geçen sürede neredeyse unutuldu. Çocuk Vakfı; Prof. Dr. Aydın Gülan, Prof. Dr. Füsun Akarsu, Doç. Dr. Melikşah Yasin, Mustafa Ruhi Şirin ve Necmettin Oktay önderliğinde Türkiye Yeteneklerin Geliştirilmesi Kurumu’nun gerekçeli yasa taslağını hazırlayıp Başbakan Tayyip Erdoğan’a sundu. Ankara bürokrasinin koridorlarında dolaşan taslağın akıbeti meçhul. Yasa taslağı, üstün yeteneklerin geliştirilmesinde dünya deneyimi ve uygulamalarını dikkate alarak geliştirilen, hem örgün hem de hayat boyu öğrenmede yeni bir dönemin başlaması için genel yaklaşım modelini öneriyordu. Ancak MEB, 15 Ocak 2013 tarihinde Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu’nca kabul edilen yeni bir ‘Üstün Yetenekli Bireyler Strateji ve Uygulama Planı 2013-2017 Belgesi’ni açıkladı. Ancak bu belge, 2004 yılından bu yana sürdürülen ve 29 Eylül 2011’de sonuçlandırılan ‘I. Türkiye Yeteneklerin Geliştirilmesi Stratejisi ve Uygulama Planı, 2012-2016 Belgesi’ ile epey farklı yaklaşımlar içeriyor.
Stratejik belge geri iade edildi
Çocuk Vakfı Başkanı Mustafa Ruhi Şirin, “Kabul edilen bu yeni strateji belgesi, zekâ ve yetenekli bireyi etiketleyici bir anlayışa göre hazırlanmış 1960 model bir belgedir. Üstün yetenekli bireylerin eğitimini MEB ile sınırlı tutan ve uygulanabilir olmayan bir belge özelliği taşımaktadır.” diyor. İtiraz ettiği bir nokta da, bu sınırlı uygulamaların okul başarısına odaklı olması. Bunun için devlet-hükümet, üniversite ve toplumu ‘üç uyurlar’ diye niteleyen Şirin, ‘baş uyutucu’ olarak da eğitim bürokrasisine işaret ediyor. MEB ise hizmet satın alma yoluna giderek farklı iki strateji belgesi hazırlatıldığını ifade ediyor. Bunlardan birisi olan Çocuk Vakfı ve TÜSSİDE’nin hazırladığı belgeden yararlanıldığını, kendilerinin açıkladığı son strateji belgesi ve uygulama planı ile benzer yönleri olduğunu iddia ediyor. Konuyla ilgili eleştirilere MEB Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü Mustafa Baloğlu şu cevabı veriyor: “Belirgin en büyük farklılık, adı geçen belgede doğrudan Başbakanlığa bağlı strateji geliştirme, yönlendirme, izleme ve denetim ve koordinasyon görevi görecek, özerk bir Yetenekleri Geliştirme ve Değerlendirme Kurumunun kurulması öneriliyordu. MEB’in yeniden yapılanma sürecinde ise özel yetenekli bireylere verilen önemin bir göstergesi olarak Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müd. bünyesinde Özel Yeteneklerin Geliştirilmesi Grup Başkanlığı kurulmuştur.” Ancak geçen haftalarda yeni bir gelişme oldu. Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu tarafından onaylanan ve Bakanlar Kurulu kararı için MEB’in Başbakanlığa gönderdiği Özel Yetenekli Bireyler Strateji ve Uygulama Planı 2013-2017 belgesi; amacı, işlevi, stratejik amaçları ve eylemleri, denetleme, izleme ve değerlendirme modeli önermediği gerekçesiyle MEB’e iade edildi.
Görünen o ki, üstün yeteneklilerin eğitiminde henüz Türkiye’nin temel bir yaklaşımı yok ve kafalar karışık. Bu çocuklar ilköğretim, lise ve sendromu yaşamaya devam ediyor. Yeteneklerine göre iş bulamadıkları için büyük bir boşluğa düşüyorlar. Bir diğer sıkıntı da üstün yeteneklilere yönelik eğitim verecek öğretmen ihtiyacı. Sadece İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi Özel Eğitim Bölümü’nde ve Mevlana Üniversitesi’nde eğitim var. Buralardan mezun olanlar ise ya işsiz kalıyor ya da normal bir okula atanmayı bekliyor.
Beyin göçü değil, beyin gücü
Devlet kurumlarının üstün zekalıları tespitte yavaş davrandığın ve çocukların ihtiyaç duyduğu eğitimi alamadıklarını söyleyen Üstün Zekalılar Enstitüsü Başkanı Şükrü Murat Cebeci ise “Okul çok basit geldiği için sıkılan ve derslere ilgisiz gözüken bazı çocukların psikiyatristlere yönlendirilmesine sık rastlıyoruz. Uzman bir psikiyatrist üstün zekalı çocuğun zekasının normalden yukarıda olduğunu tespit edebilir ve çocuğun davranışlarını normalleştirmek için antidepresan yazmaz. Fakat ilaca gerek kalmaksızın eğitim sistemimiz bu cevher çocukların çoğunun körelmesine ve normalleşmesine yol açmaktadır zaten.” diyor. Üstün yetenekli çocuklara yapılan harcamaların uzun vadeli yatırımlar olduğunu kaydeden Cebeci, üstünlerin eğitiminin stratejik milli bir politika hâline getirilmesi gerektiğini ifade ediyor. Cebeci “Özel kurumların desteklenmesi gerektiği gibi tüm devlet okullarında eğitimde esneklik sağlanmalı. Zeka ve mucitlik ancak doğru kuluçka ortamı sunulursa gelişir.” diyor.
Beyin gücü yerine beyin göçü odaklı mevcut sistemin acilen değişmesi gerektiği ortada. Bunun için herkesin bir önerisi ve stratejisi var. Ama biz Çocuk Vakfı’nın alanında uzman akademisyenlerce hazırladığı eylem planına sözü bırakıp aradan çekilelim. Çocuk Vakfı, üstün yetenekliler alanında yurt dışına her yıl yüksek lisans ve doktora kontenjanı ayrılmasını ve üniversitelerde araştırma merkezleri ve enstitülerin kurulmasını öneriyor. YÖK’ün üstün yeteneklilere yönelik farklı eğitim modelleri geliştirilmesini, Uluslararası Bakalorya diploması veren okullardan mezun olan öğrencilere istedikleri üniversite ve bölüme girme imkanı sağlanmasını istiyor.
Keşfedilmeyi, kendi yeteneklerine uygun eğitim almayı bekleyen yüzbinlerce çocuk ve çaresizlik içinde bekleyen bir o kadar da anne-baba var. Politikasızlık ve strateji planlarındaki yap-bozlar nedeniyle üstün yetenekli çocukların küskün yeteneklilere dönüştüğü ülkemizde hala nasıl adım atacağımızı düşünüyoruz. Bu konudaki son gelişmeyi kayıtlara geçirelim ve aslında tablonun sanılandan bile kötü olduğunu söyleyelim.
Üstün yetenekli öğrencilerin eğitim aldığı tek devlet kurumu Beyazıt Ford Otosan İlkokulu’nun öğrencileri, 4+4+4 eğitim sistemi sebebiyle önümüzdeki yıl açıkta kalacak. Veliler isyanda ve özel eğitim alan bu çocukların durumuna bir çözüm bulunabilmiş değil. Devletin zaten çok az olan imkanı böyle giderse sıfırlanmış olacak. Tek resmi okulun da çıkmaza sürüklenmesiyle birlikte devlet, bir anlamda üstün zekalılarla arasındaki bütün köprüleri atmış oluyor.
ÜSTÜN YETENEKLİ ÇOCUKLARIN ÖZELLİKLERİ
- Erken yürüme ve erken konuşma. Boy ve ağırlık bakımından normal çocuk grubunun üstündedirler.
- Ortalama ölüm yaşı daha yüksektir.
- Yaşıtlarına göre birçok alanda bilgi sahibi olma ve bunları unutmama. İleri düzeyde anlayış kabiliyeti.
- Alışılmadık seviyede farklı konularda ilgi ve merak duyma, birçok konuda bıktıracak düzeyde soru sorma.
- Dili kullanma yeteneğinde ve kelime dağarcığında üstünlük. Hızlı düşünme, sonuca çabuk ulaşma, hızlı ilerleme.
- Sıra dışı, alışılmadık ve farklı ilişkileri görebilme kabiliyeti.
- Liderlik, grup kurma, ekip oluşturma ve yönlendirme Sosyal problemleri doğru teşhis edebilme ve anlayabilme.
- Yüksek enerji ve hareket düzeyi.
- Kitap okumaya düşkünlük. Gelişmiş mizah duygusu ve yüksek motivasyon.
- Yalnız kalmaktan ve keyfetmekten hoşlanma. Kendisinden büyüklerle arkadaşlık kurma, yeni durumlara uyum sağlama.
Mustafa Ruhi Şirin (Çocuk Vakfı Başkanı): TÜRKİYE ZEKÂ VE YETENEK MEZARLIĞIDIR
Türkiye, üstün yeteneklilerin eğitiminde izlenecek strateji ve uygulama planı olmayan bir ülke mi?
Türkiye’nin eğitim sistemine, farklı zekâ ve yetenekleri geliştirici değil, soyut bir ‘eşitlik’ ilkesi uğruna bütün yetenekleri eşitleyici bir anlayış egemendir. Üstün yeteneklilerin eğitimi konusunda Enderun sistemi ile Cumhuriyet dönemi eğitim sistemi modelleri arasında tek benzerlik her iki modelin de ‘beyin gücü’ yetiştirmeye odaklı olmasıdır. Enderun sistemi, başka kirazlarla Napolyon kirazların farkını bilen bir uygulamaya dayanıyordu. Cumhuriyet döneminde ‘farklılığın bedeli döngüsü’ zekâ ve yetenekleri öldüren bir sarmala dönüşmüştür. Ne aile, ne de eğitim sistemi farklılıklarla nasıl baş edeceğini öğrenememiştir. Özellikle armağanlı çocukları sıradanlığa, herkes gibi olmaya, düşük düzeyde bir anlayışa mahkûm eden vasatı besleyen müfredattır. Asıl bedeli ödeyenler ise çocuklardır. Yüzyıllık çocukluk tarihimiz, zekâ ve yeteneğiyle barışık bir çocukluk yaşayamayan kuşakların hikâyesidir.
-Maddi durum bir eşitsizliğe yol açmıyor mu?
Türkiye’nin eğitim sistemi içinde üstün zekâlı ve yetenekli çocuklara yönelik eğitim modeli yoktur. Örgün eğitim içinde Anadolu Liseleri, Güzel Sanatlar ve Sosyal Bilim Liseleri ve bazı özel okullarda kısmen farklılaştırılmış ve zenginleştirilmiş programlar uygulanıyor. Sayıları 67’ye çıkan Bilim ve Sanat Merkezleri ise proje odaklı uygulamalar yapan, ancak amacı ve işlevi yeniden tanımlanması gereken kurumlardır. Üniversite sınav sistemi dikkate alındığında özel okullarda eğitim görenlerin üç adım önde sınava girmesi akranlar arasındaki eşitsizliğin tipik örneğidir. Orta düzeyde bir zekâ ve yeteneğe sahip çocuğun özel okulda eğitim görmesi sonucu sınav başarısının önde olması doğaldır. Asıl trajedi armağanlı bir çocuğun, yeteneklerini geliştiremeyen eğitim ortamında zekâ ve yeteneğini imha etmesine kayıtsız kalmaktır. Bu açıdan Türkiye isimsiz zekâ ve yetenek mezarlığıdır.
-Siz nasıl bir model öneriyorsunuz?
Bu alanda araştırma ve politikaları tespit edecek, gerekli altyapı ve araçlarının oluşturulmasını ve geliştirilmesini sağlayacak bir kurum modeline ihtiyaç var. Modeli ortaya koyan belge, Türkiye Yeteneklerin Geliştirilmesi ve Stratejisi ve Uygulama Planı adını taşıyor. Üstün zekâlı bireyleri etiketlemeyen; yaş, cinsiyet veya herhangi bir konumdan bir şekilde desteklenmesini ve her tür yeteneğin geliştirilmesine dayanan bir yaklaşımı içeriyor. Model, yetenekli bireylerin eğitimi konusundaki dezavantajlı durumun nasıl avantajlı duruma dönüştürüleceğini yeniden tanımlıyor. Eğitim sisteminin bu kök sorunu ise, müfredatın yeteneklerin geliştirilmesine imkan sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi ile çözüme kavuşabilir. Önerdiğimiz model üç önemli sorunu çözebilir: Geçerli ve güvenilir tanılama araçlarının eksikliğinden kaynaklanan üstün yeteneğin ölçülmesine ve tanılamaya ilişkin hatalardan uzak durmaya fırsat sağlayabilir.Sürece katılan her yaştan birey, kendilerini geliştirmeye yönelik ortamlarda açıklık ve saydamlıktan yararlanabilir.
Prof.Dr. Mustafa Baloğlu*: TEK BİR KURUM İLE BAŞARILAMAZ
Dünya genelinde, üstün yetenekli çocukların eğitimi ile ilgili 27 farklı türde değişik eğitim programı bulunmaktadır. TÜİK verilerine göre ülkemizde 375 bin ila 562 bin 500 arasında çocuğun zihinsel alanda özel yetenekli olduğu tahmin edilebilir. ‘Özel Yetenekli Bireyler Strateji ve Uygulama Planı ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararı alınmasına yönelik yazımız Başbakanlığa gönderilmiştir. Ülkemiz açısından önümüzdeki 5 yıla ışık tutacak bir strateji belgesi ve uygulama planı olarak yürürlüğe girdi. Bu planla örgün ve yaygın eğitim sistemimiz ile entegre olmuş çeşitli eğitim modelleri uygulamayı hedefliyoruz.
Özel yetenekli bireylerin eğitimi tek bir kurumun sorumluluğunda başarılması mümkün olmayacak kadar geniş bir konudur. Birçok kişi, kurum ve kuruluş bu konuda sorumluluk almak durumundadır. İlk defa bu yıl Bilim ve Sanat Merkezleri’nin bulunduğu illerdeki yöneticilerimizle işbirliği içerisinde üniversitelerle ortaklaşa çalıştaylar düzenlenmektedir. İllerde yaptığımız çalıştaylarda özel yeteneklilerin eğitiminde öğretmen eğitimi, tanılama, aile eğitimi ve program geliştirme boyutları irdelenmiştir.
(*) MEB Özel Eğitim ve Reh. Hizmetleri Gen. Md.
*
Dr. Abdullah Fıçıcı*: ABD, ÜSTÜN ZEKÂLI VATANDAŞINI BİLİYOR
Üstün yetenekli çocukların eğitimine yönelik ABD’nin devlet politikası genel hatlarıyla nasıl?
1957 yılında Sovyetler Birliği’nin Sputnik uydusunu ABD’den önce uzaya göndermesi ve uzay yarışında öne geçmesi, insan sermayesi ve kalitesi yönünden özellikle matematik ve fen eğitiminin gözden geçirilmesinin fitilini ateşledi. Bu alanda istifade edilecek en parlak ve yetenekli öğrencilerin tespiti için kesenin ağzı açıldı. 1972 Marland Raporu ile okullarda üstünlüğün -akademik ve entelektüel yetenek ile birlikte liderlik yeteneği, üretken düşünme ve psikomotor yetenek, görsel ve sahne sanatlarını kapsayan- tanımlanması teşvik edildi. 2004 yılında Iowa Üniversitesi’nde Belin-Blank Merkezi tarafından yayımlanan ‘Aldatılmış Bir Millet: Okullar Amerika’nın en parlak öğrencilerini nasıl geri bırakıyor?’, başlıklı ulusal bir araştırma raporu hazırlandı.
ABD’de eyalet sisteminden dolayı, her yerde aynı şekilde uygulanan bir üstün yetenekli çocuklar eğitimi yok. Ama eyaletlerin çoğu bu tavsiyeye uyar. Bazıları da bu federal tanıma eklemeler/çıkarmalar yapar. 50 eyaletten yaklaşık 30’unda resmi tanım vardır. Bu 30 eyaletin bazılarında ‘bu çocuklara hizmet verilmelidir’ diye kanunlar/yaptırımlar/fonlar vardır. Bazı eyaletlerde emlak vergilerinden pay aktarılıyor. Ekonominin kötüye gitmesi, bütçeden eğitime ayrılan payın azalmasına yol açıyor. Alabama’da 2. sınıftaki her öğrenci taramadan geçirilir, 3. sınıfta seçilen öğrenciler haftada 3 saat programlara alınır. Louisiana’da veliler, doktor, sosyal hizmet çalışanları çocukları en erken 3 yaşında üstün zekâlı çocuklar taramasından geçirirken Kaliforniya’da bu 3. sınıfta eyalet çapında yapılan başarı testleri ile sağlanır.
ABD’de 1972’deki Marland Raporu’ndaki tanımdan anlaşılacağı gibi sadece IQ skoruna bakılarak yapılan öğrenci seçimleri eski moda kabul edilmektedir. Çünkü zekâ çok yönlüdür. Bu yüzden bu çocukların seçiminde yaratıcılık/üretkenlik gibi birden fazla kriter kullanılır.
-Ülkedeki üstün zekâlılar için okul sayısı ne kadar?
Eyalet sisteminden dolayı, her yerde aynı uygulama yok. Hatta aynı eyalet sınırları içinde farklı uygulama yapan kasabalar mevcut. Resmi bir rakam yok, ama genelde yüzde 2 kabul ediliyor. Bazıları bunu yüzde 20’ye kadar çıkarabiliyor. Özel sınıf, yarı zamanlı özel sınıf, karma eğitim gibi çok farklı stratejiler uygulanıyor. O yüzden okul sayısı vermek zor. Bazı eyaletlerde üstün zekâlı çocukların tespiti zorunlu ama eğitim vermek zorunlu değil.
-Üstün yetenekli çocuklara verilen eğitim konusunda eğitim camiasının yaklaşımı nasıl?
Yeterli bulmayanlar da var, üstün zekâlı çocukların eğitimine tamamen karşı çıkanlar da. Tartışmalar yıllardır devam ediyor. Göçmenlerden oluşan ABD’de girişimciliği ve mucitliği teşvik eden yerleşmiş bir kültür var. Bürokratik sistem de buna engel olmuyor. ABD, hâlâ dünyada en çok patent alan ülke. Çalışan ve hak edenin önündeki bütün kapılar açılıyor. Etnik/dini/bireysel tercihleriniz yaptığınız çalışmalara engel değil zenginlik olarak görülüyor.
-Türkiye’nin durumunu nasıl görüyorsunuz? Kısa ve uzun vadede neler yapılmalıdır?
Türkiye’de son yıllarda bu konunun gündemde olması sevindirici. Ancak şunların yapılması şart: Yerleşik bir sınav sistemi, Türkiye şartlarına uygun tanımların geliştirilmesi, Türkiye’ye uygun bilimsel ölçüm araçlarının geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi, eğitim yönetmeliğinin üstün zekâlı çocukların eğitimine uygun hâle getirilmesi, bu konuda eğitim veren üniversitelerin sayısı ve yetişmiş öğretmen sayısının artırılması, Türkiye’ye uygun eğitim modellerinin geliştirilmesi, öğretmenlerin ve toplumun bu konudaki önyargılarının eğitimle giderilmesi ve bu konuda projesi olanlara bürokratik olarak destek verilmesi ve pilot uygulamalar yapılması.
(*) Fatih Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Bölümü ve Fatih Koleji Üstün Zekalılar Eğitim Danışmanı
*
Kaynak: AKSİYON dergisi