Deniz bana geçenlerde “Anne, sen oyun oynamayı bilmiyorsun galiba” dedi. “Çocuk gibi eğlenemiyorsun.”
Aynen böyle dedi. Bozuldum. Ama haklıydı. Sıkılıyorum ben oyun oynarken.
Kolay bir şey değil ki oyun oynamak… Hele de çocuklara oynatmak… Hele de oynatırken eğitmek, öğretmek…
***
Deniz E harfini öğrendi. Öğrenene kadar imanımız gevredi. Nefret ettim E harfinden. İsmimden çıkarmak istedim E harfini, o kadar nefret ettim. Ama ne oldu? Geride kaldı. Öğrendik. Bitti. Yıldız bile aldı.
Deniz e’yi sökünce, üstüne bir de yıldız alınca heyecanımızı, mutluluğumuzu paylaştım Twitter’da. Seviyorum paylaşmayı, gelen yorumları okumayı. Kimi yüreklendiriyor: “Aslan Deniz, yazısı da pek güzel olacak” diyor. Kimi düşündürüyor: “Daha sırada EL var, ELLE var, LALE var, kolay gelsin size” diyor. Kimi de isyan ediyor: “Hani ilk dönem sadece oyunla geçecekti, bunlar basbayağı okuma yazma öğreniyorlar!” diyor.
Evet, sözüm ona ilk dönem sadece okuma yazmayla geçecekti. Bakan’ın ağzından, Başbakan’ın ağzından bunun böyle olacağını söyleyen en az 20 tane haber kaynağı paylaşabilirim burada, ama yemeği hazırlamam lazım şimdi, vaktim yok. Ve fakat Bakan öyle dedi diye, Başbakan öyle buyurdu diye o işler öyle olmuyor. Nasıl oluyor, bakın anlatayım:
Eskiden, yani bu 4+4+4 sistemine geçilmeden önce, yani ilkokula başlama yaşı 5 buçuğa çekilmeden önce çocuklar çizgiydi, harfti, neydi derken Kasım gibi okuma yazmayı söküyor, Ocak dedin miydi hemen hepsi okuyorlardı. MIŞ. Öğretmenler böyle söylüyor.
Şimdi değişen müfredatta Nisan’a bırakıldı okuma yazma işi. Nasıl bırakıldı? Milli Eğitim Bakanlığı iki tane kitap bastırdı, biri boyama, diğeri kesme-yapıştırma kitabı. Dedi ki öğretmenlere: Nisan’a kadar bunları yapacaksınız. O kadar. Ne bir CD verdi, ne bir oyun materyali. Ne fazladan şarkı öğretti, ne bir şey.
Öğretmenler bir boyattı, iki kestirdi, çocuklar bir boyadı, iki kesti derken çocuklara da, öğretmenlere de fenalık geldi. Kutu kutu pense oynadılar, aç kapıyı bezirgan başı yaptılar, oyunlar tükendi. Eh, ne yapacak sınıf öğretmenleri, sesleri, harfleri vermeye başladılar. Her şeyi bir kenara bırak, sınıfın fiziki ortamı oynamaya müsait değil ki… Oyuncak yok, sıralardan başka oturacak yer yok; neyi, ne kadar oynayabilirsin?
Kısacası, çocuklara ilk dönem oyun oynatma işi yalan oldu. Yetkililer çocuklara oyun oynatmayı çocuk oyunu sandılar, ama sandıkları kadar kolay bir şey olmadığını bilmem fark ettiler mi… Hoş, fark etseler n’olur, sanki umurlarında olacak mı?..
Amaaaan, en büyük derdimiz oyun oynamak olsun. Nitekim, bizim okulun tavanları düşüyormuş, çünkü müteahhit yaparken malzemeden çalmışmış, tavana sürülmesi gereken malzemeyi sürmemişmiş, bu yüzden de sıvalar çatır çutur dökülüyormuş. Allah’tan bu düşmeler hep tatil günlerinde olmuş da kimseye bir şey olmamış. Bu işin bürokrasisi neredeyse 1 sene sürmüş, koc-ca bir yaz geçmiş, ihale şimdi verilmiş. Bugün tadilat başladı, iki ay boyunca işçiler okulda tavanları tamir edecekler.
Yıl: 2012, şehir: İstanbul. Okul binasından bahsediyoruz. Hani şu Japonların depremden sonra sığınak yeri olarak belledikleri, güya sapasağlam olması gereken okul binası. Tavanı düşüyor, çünkü müteahhit malzemeden çalmış.
Bu 4+4+4 tartışması ilk çıktığında, üst düzey bir eğitimci tanıdığımla konuşurken “Müfredatı nasıl yetiştirecekler?” diye sorduğumda “Müfredat bir gecelik iş. Asıl binaları nasıl yetiştirecekler?” diye yanıtlamıştı.
Hakikaten de öyleymiş. Müfredatı değiştirmek, çocuklara oyun oynatmak çocuk oyunuymuş. “Sen alt yapıdan haber ver”miş.
Nasıl bir memlekette yaşıyoruz biz?
kaynak: http://blogcuanne.com