Vaktiyle Anadolu’nun güzel kasabalarının birinde güler yüzlü, gül özlü, tatlı sözlü güzel bir insana rastladım.
Ben onu ilk tanıdığımda yaşı, her hâlükârda yetmişin üzerindeydi. Çenesinin altından göğsünün üzerine kadar uzanan tertemiz beyaz sakalı ve alnındaki çizgilerle, insanın içini ısıtıyordu. Tatlı tatlı sözlerle, güler yüzüyle müşterilerini karşılaması, yanı başındaki iskemleye buyur ederken en konforlu oturma guruplarına buyur eder gibi içten hali, insanların içine işliyordu.
Bıçakları ve kesici aletleri bileyerek geçimini sağlıyordu. Kasabanın pazarında, insanların sık gelip geçtiği yol üzerinde bir ağacın dibini, çalışma ofisi yapmıştı belli. Önünde küçük bir çark makinesi, yanında küçük bir yağ şişesi. Önce bıçakları çark makinesinde bileyliyor ardından bıçağın keskin yanına birkaç damla yağ döküyor. Çeliği yumuşatıp güçlendirdiğini ve daha keskin hale getirdiğini söylüyor. İşlem bittikten sonra keskin bıçakla gazete parçasını keserek, yaptığı işi test etmiş oluyor. İş yaptıran ya da yaptırmayan herkes, yanından geçerken mutlaka bir selam veriyordu:
– Hayırlı işler çarkçı dayı!
– Sağol yeğenim. Buyur bir çayımı iç.
– Eyvallah dayı. Sonra görüşürüz.
Cüzdanındaki para, selam veren herkese çay ısmarlamaya asla yetmezdi. Ama o koca yüreği tüm kasabaya sadece çay değil; yemek ikram edecek kadar sağlamdı. Kasaba halkı onun garibanlığını, garibanlığı kadar da cömertliğini bilirdi. Bu nedenle evdeki bıçakları arada bir bilenmesi için çarkçı dayıya getiriyorlardı. Hem bıçakların ağzı açılmış oluyor hem de çarkçı dayı üç beş kuruş para kazanıyordu.
Çocuklarının bir kısmını okutmuş, okumak istemeyenleri de sanayiye vererek iş sahibi olmalarını sağlamıştı. Gençlik yıllarında çok koşturmuş, çok yorulmuştu. Irgatlığa gitmiş, o gün yevmiyeyi hak ettiğinde, eve ekmek götürebildiğinde dünyanın en mutlu insanı olmuştu. Yumuşak tabiatlı ve güler yüzlü olduğu için, amelelikte kasaba halkı tarafından tercih edilen isimdi. İş çıkmadığı zamanlarda çark makinesini omuzlar, çarşıdaki yerini alırdı. Bir gün çarşıda çarkçılık yaparken maliye görevlileri gelir yanına:
– Dayı vergi levhanı göster, derler.
Şaşırır, bilmez vergi levhasını, ne işe yaradığını.
– O nasıl bir şey yeğenim. Benim evde birkaç tane ayet, hadis yazan levha var. Öyle bir şey mi istediğiniz?
– Yok dayı. Mükellef değil misin?
– Mükellefim elbette yeğenim. 32 farzı bilirim. Abdestimi alır namazımı kılarım şükür. Kendimi bildim bileli orucumu tutarım elhamdülillah. Zekat verecek durumum yok. Hacca gitmeyi çok arzuluyorum ama yok işte…
– Dayı sen bizimle dalga mı geçiyorsun?
– Estağfurullah yeğenim. O nasıl söz haşa!
– Sen vergi vermiyor musun devlete?
– Yeğenim kazandığım kaç kuruş ki vergi vereyim?
– Ben anlamam dayı. Şimdi sana ceza yazıyorum. Maliyeye gel, önce cezanı öde sonra mükellef ol!
– Şeriatın kestiği parmak acımazmış yeğenim. Siz nasıl derseniz öyle olsun.
Alır kağıdı maliyecilerin elinden. Bakar bakar, bir daha bakar… Katlar kağıdı, yerleştirir cebine. Onca yükün arasında bir de mükellef borcu çıkmıştı. Zor olan daha zor olmuştu. Oğlanın okul harçlıkları, kızın düğün hazırlıkları… Devlet işinin şakası olmazdı. Cezayı ödemez ise şayet icra gelirdi. Ahırda buzağılı bir inek, tezgahta hanımı tarafından dokunmakta olan yün halı, iki göz kerpiç ev, çark makinesi ve yağ şişesi. Acaba icra memurları bunlardan hangisini ya da hangilerini alırdı? Hiç birini de gözden çıkaramazdı.
Çarkçı dayının maliyecilerle diyaloğunu gören esnaf komşusu, görevlilere varıp çarkçı dayının durumunu arz edemedi. Şayet görevlilere bir şey söyleyecek olsa çarkçı dayıyı bırakıp kendi durumunu inceleyebilirlerdi. Vergisini ödüyordu ama ne olur ne olmaz? Uzak durmak lazımdı. Lakin bir şeyler yapmak gerekiyordu. Çarkçı dayıya kesilen cezayı ödemek istese kendi durumu da iyi değildi. Ayrıca çarkçı dayı buna izin vermezdi. Dükkânı kapatıp, kasabanın en zengin kişisine gitti. Kendisi için istemiyordu nasıl olsa. Çarkçı dayının durumunu anlattı. Kasabanın zengini, cömert bir insandı. Zarfın içine bir miktar para koydu ve çarkçı dayının komşusu olan esnafa uzattı:
– Bunu ona ver. Ama vergi borcundan, mükellefiyetten bahsetme. Üniversitede okuyan çocuğu için burs olduğunu söyle. Her ay düzenli olarak gel ve çarkçı dayının emanetini al.
Komşu esnaf sanki kendisine veriliyormuş gibi çok mutlu olmuştu. Çarşıya vardığında çarkçı dayıyı, omuzları çökmüş, benzi solmuş, gözleri küçülmüş, morali bozulmuş halde gördü. Çarkçı dayıyı dükkânına davet etti:
– Dayı benim dükkâna kadar gelebilir misin?
– Geleyim yeğenim. Bir şey mi var?
Dükkâna girdi ve merakla komşunun ne söyleyeceğini beklemeye başladı.
– Dayı kasabamızın iş adamlarından Ahmet Beyi tanırsın.
– Evet bilirim. İyi bir insandır.
– O da senin iyi bir insan olduğunu düşünüyor zaten.
– Sağ olsun, eksik olmasın.
– Senin oğlanın üniversitede okuduğunu işitmiş. Eğer izin verirsen ona her ay burs vermek istiyor. Memleketimizin çocuğu okusun, tahsil görsün diyor.
Komşu esnaf bu arada zarfı cebinden çıkartıp, çarkçı dayıya uzattı. Kendisine uzatılan zarfı alan çarkçı dayının gözleri nemlendi. Elleri titredi, sesi titredi. Komşusunun gözlerinden kaçırdı gözlerini. Cebinden mendili çıkartıp gözlerini sildi.
– Allah razı olsun, selam söyle. Teşekkürlerimi ilet, Allah hayrını kabul etsin.
– Amin dayı. Aleyküm selam.
Dükkândan çıktı, saate baktı. İkindi namazı geçmek üzereydi. Hemen yakındaki camiye yöneldi. İkindi namazını kıldıktan sonra secdeye vardı. Ellerini açtı dua etti.
– Rabbim bana ne gelirse senden gelir bilirim ve iman ederim. Her derdimi gördüğün için, derdime derman yolladığın için, verdiğin nimetler için… Sana hesapsız şükürler olsun Ya Rabbi!
Kasabanın zengini sözünü tutmuştu. Her ay düzenli olarak, burs adı altında çarkçı dayıya yardımcı olmuştu. Çarkçı dayı ise çalışmaktan geri durmadı. Maliyeye borcunu ödedi. Belirli bir süre primlerini ödedikten sonra yaş haddinden emekli oldu. Kızı gelin oldu. Nur topu gibi bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Oğlu okulunu bitirip iş sahibi oldu. Diğer çocuklarını sanayide bir ustanın yanına çırak olarak verdi. Onlar da kendilerini yetiştirip usta oldular. Oğlu üniversiteyi bitirip işe girdikten sonra komşu esnaf elindeki zarfla yine geldi çarkçı dayının yanına:
– Dayı emanetini getirdim.
Çarkçı dayı, komşu esnafın elindeki zarfa baktı tekrar. Gözleri buğulandı yine. Sesi titredi yine ama elleri titremedi. Çünkü zarfı almak için elini uzatmadı. Havada kaldı içi para dolu zarf. Bir zarfa baktı bir esnaf komşuya.
– Bak komşu. Ahmet Beye selam söyle. Bu zamana kadar ihtiyacım vardı, oğlum okuyordu. Emekli olabilmek için prim ödüyordum. Yardımlarını kabul ettim. Ama artık oğlum okulunu bitirip işe girdi. Ben emekli oldum. Artık bu yardım parası bana haramdır. Teşekkür ettiğimi söyle. Şayet Ahmet Bey, mutlaka bu parayı yardım olarak vermek istiyorsa kasabamızın benden daha çok ihtiyaç sahibi olanları vardır onlara versin. Allah yardımlarını kabul eylesin.
– Elçiye zeval olmaz dayı. Selamını ve sözünü iletirim.
Komşu esnaf, zarfı sahibine tekrar götürdüğünde çarkçı dayının selamını ve teşekkürlerini söyledi. Ahmet Bey çok şaşırmıştı:
– Bunca senedir insanlara yardım gönderirim. Benim ihtiyacım yok diye iade edene ilk defa rastladım. Helal olsun çarkçı dayı!
Bir süre sessizlik oldu. Ahmet Beyin gözlerinde heyecan belirdi:
– Çarkçı dayı hacca gitmek için yanıp tutuşuyor değil mi?
– Evet.
– Tamam işte. Onu hacca gönderelim.
– Olmaz beyim. Çarkçı dayı emekli maaşı ile evini geçindirdiğini söyledi. Çarkçılıktan kazandığı para ile evdeki halıları biriktiriyormuş. Onlar hac için gerekli miktara ulaştığında hacca yazılacakmış. Hem benim hem de hanımın alın teri ile gideceğiz inşallah diyor.
– Ne diyeyim sana dayı be! Sadece helal olsun diyorum. Helal olsun dayı! Adam “devlet versin” demiyor. “Zengin versin” demiyor. Hala çalışıp çabalıyor. O mübarek ellerinden öptüğümü öyle.
– Baş üstüne beyim.
Eşinin dokuduğu halılarla çarkçılıktan elde ettiği paraları birleştirip hacca gitti. Keyfine diyecek yok. Ağacın altındaki çark makinesi duruyor. Artık eskisi gibi her gün gelemiyor. Yaş sekseni geçmiştir her halde. Ama kasabanın pazarı kurulduğu gün mutlaka gelir, kasabanın bıçaklarını bileyler, insanlarla hasbihal eder. Kimseye söyleyip reklam yapmıyor ama geçen komşu esnafa içi para dolu zarf verdiğini görmüşler. Amele Hayri’nin üniversitede okuyan kızına burs gönderiyormuş.
*
Yusuf YEŞİLKAYA
www.yusufyesilkaya.com