Bilim, realiteye uygun sistemli tasavvurlardır. Bunun ham maddesini, duyular vasıtasıyla elde ettiğimiz algılar teşkil eder. Gözlem ve tecrübeler, bilim adamının kafasında bir fikir oluşturur. Buna “hipotez” diyoruz. Eğer hipotezler, deneylerle doğrulanırsa bilimsel bir bilgiye ulaşılır. Bu doğrulamaların sayısı çok fazla olursa hipotez bir teori hâline gelir. Bilim bize, realitenin kaba bir bilgisini verir. Bu bilgi, bizim yaratılışımıza uygundur ve onu hayatımızda kullanarak doğrularız. Bilimsel bilginin amacı, bilimsel yasaya ulaşmaktır. Bilimsel yasa, eşya ve olaylar arasındaki sabit oranlardır. Bilim için gözlem yeterli değildir, yaratıcı düşünüş de lazımdır.
İnsan bilgisi sınırlıdır, biz ancak izafi, yani göreceli olan şeylerin bilgisini elde edebiliyoruz. Varlıkların ve olguların görünüşlerine vâkıf oluyoruz, hakikatini ve mahiyetini bilemeyiz. Aklın yetki sahası, olaylar ve nesnelerdir. Bunlar, sürüp giden çelişkilerden ve değişikliklerden ibarettir. Biz sıcak ve soğuğu, ön ve arkayı, evvel ve ahiri, elemi ve hazzı, biri olmadan diğerini anlayamayız.
Bilimin meydana gelmesi için, her şeyden önce ona uygun bir zihniyetin ve ortamın varlığı gereklidir. Maddenin ve tabiatın değişmez yasalarının olduğunu ve bunların bilinebilirliğini kabul etmek lazımdır. Bir toplumda bu anlayış olmazsa orada bilim doğamaz. Bilim adamı tabiatı incelerken, önyargılardan soyunmuş olarak ona yaklaşmalıdır. Bir inancı doğrulamak için bilim yapılmaz. Bilim, realiteyi keşfetmeye çalışır. Realitenin yorumu, din ve felsefenin işidir. Bilimsel faaliyetlerin doğması için binalar ve aletler yeterli değildir. Toplumda bilimsel geleneğin olması lazımdır. Bilim, nesillerin birbirini takip eden çalışmalarıyla oluşur.
Bilimi, dünyadaki her şeyden daha kıymetli görmeyen kimse âlim olamaz. Bilim, hiçbir şeyin vesile ve vasıtası yapılamaz. Gerçek bir âlim olmak, nihayetsiz bir öğrenme isteğinin ve yorulmaz bir çabanın sonucudur. Bilgiye karşı var olan bu tutku, her güçlüğü aşar. Bazı bilim adamları, bilimi ilerletmek için kutuplarda dondular, bazıları laboratuvarlarda zehirlenerek hayatlarından oldular. Anlamak tutkusunun bu büyük cazibesidir ki zahmetlere katlanmayı kolaylaştırıyor.
Bilim, realitenin yansız bilgisini verir. Ahlak, değerler ve inançlar, realitede yoktur, ona ilave edilmişlerdir. Bunlar, bilimin konusu olamazlar. Burada bilimden kastettiğimiz fizik, kimya, biyoloji ve sosyoloji gibi olguların bilimidir. Bu bilimler, olayların gerçeğe uygun bilgisini verir. Bilimden ahlak, değerler ve inançlar üretmek, ilim adamlarına göre mümkün değildir. BertrandRussell, ilimden ahlaki ilkeler çıkarılabileceğini, bu konuda da ilmin bize yol gösterebileceğini söylese de bu görüş pek kabul görmemiştir. Bilgi ve bilim ilerlediği hâlde ahlaki ve manevi değerler gerilerse insanlık, huzuru ve mutluluğu bulamaz.
Üniversitelerimizde bile hakiki âlimler çok azdır. Fuat Sezgin ve Halil İnalcık gibi büyük âlimler nadirdir. Unvan ve diploma sahibi olmakla bilim adamı olunmuyor. Yeni bir anlayış ve bakış açısı getirecek veya yeni sorular soracak veya yeni çözümler getireceksiniz. Bilim ve bilim adamı hüviyetinde ortaya çıkan şeylerin çoğu taklit, sahte, aşırma ve şekilden ibarettir. Kitaplarının sonuna koydukları referanslarla kimse bilim adamı olamaz.
Ne yazık ki bugün Müslüman ülkelerin, bilime fazla bir katkısı yoktur. Bilimin merkezi Batılı ülkeler ve daha çok Amerika’dır. Buralarda bilim adamlarına sağlanan olanaklardan dolayı, geri kalmış ülkelerin beyinleri de oraya göç ediyor. Bizim Orta Çağ’daki verimli bilimsel faaliyetlerimiz taklitçiliğe dönüşünce, bilim ortadan kalktı. İslam âleminde yüzyıllardan beri orijinal eserler ortaya konamıyor. Bunun dinle alakası falan yoktur. Tamamen toplumsal, siyasal ve tarihsel faktörlerin sonucudur bu.
*
Cuma Özusan
Kaynak: Bilgece Yaşamak
www.gencgelisim.com