Gerçek başarı, oynadığınız oyunu şekillendirmektir; bulduğunuz oyunu oynamak değil, onu (oyunu) istediğiniz hale getirmektir. Onur Hıncer
Ortaokul ve lise yıllarımda futbola merak salmıştım. Ergenlik dönemimin başlangıcına kadar ilgimi çekmeyen bu spor, onunla tanıştığımda beni adeta büyülemiş, kendi içine çekmişti. Açıkçası sahada olmayı, koşmayı, terlemeyi, omuz omuza girilen mücadeleleri seviyordum.
Oyunun sonunda takımımın kazanmasını seviyordum. Çok söylenen bir sözü tekrarlayacak olursam benim için “Futbol, asla sadece futbol değildi.”
Futbol oynadığım dönemde kalecilik yaptım. Gerçi besbelli kale dışında da oynama becerilerimi geliştirmiştim ama benim asıl gözümü diktiğim pozisyon üç direğin ortasındaydı. Ancak bir sorunum vardı. Bir kaleci için ideal boyda değildim. O zamanlar boyum 1.70'i ancak geçiyordu. (Bugün 1.78'dir.)
Birçok kaleci arkadaşım benden hayli uzundu. Birlikte çalıştığım antrenörlerin hemen hepsi becerilerimi övüyor ama hemen arkasından bana şunu soruyorlardı: “Yaşın kaç Onur?” Onlara yaşımı söylediğimde “Evet boyun daha uzayabilir.” diyorlardı.
Yani bütün iyi niyetleriyle bana bu işe devam etmem için gerekli umudu veriyorlardı. Ama öte yandan ben “Ya boyum uzamazsa.” diye düşünüyor ve endişeleniyordum: “Galiba hiç bir zaman düşlediğim kadar büyük bir kaleci olamayacaktım.”
Şimdi geriye dönüp baktığımda kendi motivasyonumu yüksek tutmak için yaptığım şeyleri anımsıyorum. Türk ve yabancı kalecilerin hemen hepsini son derece iyi tanıyordum. Özellikle de boylarını iyice ezberlemiştim. Eski İtalyan Milli Takım kalecisi Walter Zenga'nın boyunun 1.88 olduğunu, Kolombiya kalecisi Higuita'nın ise ancak 1.75 olduğunu anımsıyorum.
Önemli Olan Oyunu Değiştirmektir
“Ortaklaşa Rekabet” kitabının yazarları şöyle diyorlar: “Gerçek başarı, oynadığınız oyunu şekillendirmektir; bulduğunuz oyunu oynamak değil, onu (oyunu) istediğiniz hale getirmektir.”
Futbol oynadığım yıllarda gözümü kaleye dikmiştim. Kendi kendime telkinde bulunuyor ve sürekli nasıl iyi bir kaleci olacağımı kendime soruyordum. Bütün bunları yaparken elbette antreman yapıyor, okulun dışındaki tüm zamanlarımda sadece top peşinde koşuyordum.
İyi bir kaleci olmam için yapmam gerekenler listesini hazırlamıştım. Kendimi güçlendirmem gereken alanları da büyük bir ustalıkla belirlemiştim. Hatta bir performans değerlendirme tablosu oluşturmuştum. Düzenli aralıklarla bu tabloyu kontrol ediyor ve kendimi değerlendiriyordum. Sonunda bir sonuca varmıştım: Boyum yüzünden özellikle yan toplarda zayıf kalıyordum. O halde kesinlikle bu zayıf yanımı güçlendirmeli hatta bunu en güçlü hale getirmeliydim.
“Odaklanmanın Gücü” adlı kitabın yazarlarının çok sevdiğim bir sözleri var: “Eğer zayıf yanınızı güçlendirmeye kalkarsanız, bir zaman sonra hayli güçlenmiş bir zayıf yanınız olur.” Gördüğünüz gibi benim yaptığım buydu. Kendimi farklılaştırmak, güçlü yanlarımı iyiden iyiye ortaya çıkarmak yerine, soruna sadece zayıf yanım açısından yaklaşmış, dünyayı bu açıdan görmeye başlamıştım.
“Ortaklaşa Rekabet” kitabının yazarları ne diyorlardı: “Gerçek başarı, oynadığınız oyunu şekillendirmektir; bulduğunuz oyunu oynamak değil, onu (oyunu) istediğiniz hale getirmektir.”
Benim yaptığım şey ise bulduğum oyunu oynamak olmuştu. Ne demek istediğimi biraz daha açayım.
Rekabet Etmeyin, Rekabeti Aşın
Ben kendi futbol kariyerimi bir saplantının üzerine kurmaya kalkmıştım. Bu saplantıya zemin hazırlayansa hem şartlarım hem düşünce yapım hem de sporun “rekabetçi” yapısıydı. Bu rekabetçi yapı başlangıçta işe yarar gibi gözükecek ama bana kısa zamanda zarar verecekti. Çünkü bir zaman sonra meseleleri yeteneklerim açısından değil de, “diğerlerinin yerini almak”, “diğerlerini geçmek”, “herkesten iyi olmak” açısından görmeye başlayacaktım. Bu da beni, genelgeçer kuralların ve kabullerin içine çekecekti: “Boyun kısaysa kaleci olamazsın.”, “Yan topların iyi değilse işe yaramazsın.”, “X'in yan topları iyi, onu yedek bırakman için yan toplarını geliştirmelisin.”
Rekabetçi düşüncenin yeri geldiğinde bazı yararlar sağlayabileceğini biliyorum. Buna karşılık yine de bu düşünme biçimine kendini çok kaptırmanın “yaratıcılık” söz konusu oldu mu zararları olduğu düşüncesindeyim. Rekabet etmek mevcut oyunun ve genelgeçer kabullerin, kuralların içinde yer alarak diğerlerini geçmeyi, diğerlerinin önünden gitmeyi, bazen de onları sahadan silmeyi içerir. Rekabet etmek Edward De Bono'nun deyişiyle “ayakta kalmakla” ilgilidir, gerçekten “başarılı” olmakla değil.
Edward De Bono “Rekabetüstü” adlı kitabında şöyle diyor: “Rekabet aynı yarışta koşmayı seçmek demektir. Rekabetüstünde ise rakipler, kendi yarışlarını kendileri seçerler.” Hemen arkasından da şunları ekliyor: “Ayakta kalabilmek için rekabete ihtiyacınız vardır, ama başarı kazanabilmek için rekabetüstü olmanız gerekir.”
Ben başlangıçta iyi, başarılı bir kaleci olmak istiyordum. Ama kısa zaman içinde kendimi bir körlük içerisinde bulmuştum.
Bütün meseleyi tek bir noktaya indirgemem, başkalarını geçmeyi önemli bir konu olarak görmem, yeteneklerimi geliştirmeye zaman ayırmaktansa başkalarının becerilerini “ikame” etmeye çalışmam, kendi yolumu açmamı, kendi kulvarımı oluşturmamı engellemişti. Çünkü ben “oyunun kurallarını” bana dayatılan haliyle görmeye başlamıştım. Oysa önümde son derece ilgi çekici bir örnek vardı.
Bir Zamanlar Mor Bir Varmış: Jose Rene Higuita
Benim kafamı, başkalarının boyuna posuna takıp, kendi yeteneklerime zaman ayırmaktansa zayıf yanlarıma odakladığım günlerde ceza sahasının içinde farklı bir adam peydah olmuştu.
Bu adam orta saha oyunculuğundan kaleciliğe yatay geçiş yapmış, 1.75 boyunda, tıknaz, uzun kıvırcık saçları, çenesine kadar uzanan bıyıklarıyla pek kolay unutulmayacak bir yüzdü. Bu adamın adı: Jose Rene Higuita'ydı.
Bu adam Kolombiya milli takımının kalecisiydi ve yediği gollerle, yaptığı kurtarışlarla, ceza sahası dışına çıkıp futbolcuları çalımlamasıyla, uyuşturucu mafyasıyla ilişkileri nedeniyle bir dönem adından çok söz ettirecekti.
Burada onun başarısı ya da başarısızlığı üzerinde durmayacağım. Elbette konumuz bu değil. Konumuz onun başkalarının gittiği yoldan gitmeyi reddetmesi ve Edward De Bono'nun deyişiyle “kendi yarışını seçmesiyle” ilgilidir. Konumuz Jose Rene Higuita'nın boyunu posunu bir saplantı haline getirmemesi ve kendi farklılığını ortaya koymasıdır. Konumuz onun kendi becerilerine güvenmesiyle ilgilidir.
Rekabetüstü olmak, değer yaratmakla ve “yaratıcı” olmakla ilgidir. Bu işleri şimdiye dek yapılanın dışında yapmanın bir yoludur. Bu şimdiye dek oynanan oyunun yapısında ve kurallarında bir değişiklik yapmakla ilgilidir. Bunun yolu da başkalarının becerilerine değil, “kendi becerilerimize” odaklanmaktan geçer. İster bireysel açıdan ele alalım istersek kurumsal anlamda düşünelim farklılık yaratmadığınız sürece “oyunu idare edersiniz.”
Çizginizi Uzatın
Bu başlık altında Joe Hyams'ın “Zen ve Savaş Sanatları” adlı kitabından bir alıntı yapacağım. Hyams çok sayıda uzakdoğu dövüş sporunda ayrı derecelerde de olsa hayli yetkinleşmiş birisidir.
Yapmış olduğu karşılaşmalardan bir tanesinde deneyim ve beceri eksiği çektiğini söyler. Bu yüzden de rakibini şaşırtmaya çalışmış, aldatıcı hareketler yaparak ondan kaçacağını düşünmüştür. Buna karşılık kendi deyişiyle “sürekli darbeler alır.”
Karşılaşmanın bitiminde Kenpo Karate Ustası Ed Parker onu odasına çağırır ve ona “Niçin bu kadar sinirlisin?” diye sorar. Hyams şöyle yanıt verir: “Çünkü başaramıyorum.”
Bunun üzerine Ed Parker masasından kalkar, eline bir parça tebeşir alır ve yere bir 15 santimetre uzunluğunda bir çizgi çeker. Daha sonra da şöyle bir soru sorar: “Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın.”
Hyams, Ed Parker'ın bu sorusunu ayrı ayrı yollardan da olsa hep çizgiyi parçalamaya dönük yanıtlar verir. Bunun üzerine Parker yere birincisinden daha uzun bir çizgi çeker ve sorar: “Şimdi birincisi nasıl görünüyor.” Hyams'ın vereceği yanıt açıktır: “Daha kısa”
Ed Parker Hyams'a şöyler der: “Bilgini ve yeteneklerini artırarak çizgini uzatman rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir.”
Hyams, Parker'ın sözleri üzerine düşünür, kendi yetenekleri üzerine yoğunlaşarak kendi stilini ve oyununu geliştirmesi gerektiğine karar verir. Şöyle diyor Hyams: “Sonunda rakibimin oyununu bozmak yerine kendi oyunumu geliştirmem gerektiğini anladım.”
Gördüğünüz gibi Joe Hyams'la benim ortak bir özelliğimiz var, her ikimizde bir zamanlar rakiplerimizin eksiklerine fena halde takılmışız, her ikimizde işi rekabetçi açıdan görürken yaratcılığımızın önüne geçmişiz, her ikimizde başkalarının oyunu içinde yer almaya çalışmış kendi oyunumuzun kurallarını geliştirmemişiz. Açıkçası durumu uzun zaman “idare etmişiz.”