ESNEK OL, DÜNYANIN HÂKİMİ OL

0
930

Hepimizin son derece sübjektif, kendine has bir dünya modelimiz vardır.

Dünya modelimiz; dünyaya, yaşama, evrene, eşyaya bakış açımızdır. Bunları algılayış şeklimizdir ve kendimizi aktarma biçimimizdir. Dünya modelimiz inançlarımızı ve değerlerimizi de içerir.

Dünya modelimiz doğduğumuz andan itibaren ( hatta öncesinde ) şekillenmeye başlar. Yaptığımız ve yaşadığımız her an, her olayla biçimlenir ve bizi oluşturur. Kısaca deneyimlerimizden oluşur.

Herkesin dünya modeli farklıdır ve çoğu zaman bireyler kendi modelinin en iyisi olduğunu düşünür. Ya da daha iyimser olanlar kendi modelinin başkasından daha iyi olduğunu düşünür. Dikkatinizi çekerim ”daha iyi” ”en iyiden” biraz daha iyimserdir. Çünkü başkalarının da iyi olma ihtimalini içerir.

İşte esnek olmak dönüp dolaşıp buraya takılır. En iyisine sahip olduğumuzu düşündüğümüz bir sistemin, boyun eğip başkalarıyla aynı seviyeye inmesi gerçekten zordur.

Çünkü esneklik kırmadan bükebilmektir ve bunun içinde her zaman en iyi ya da daha iyi bir dünya modeline sahip olduğumuz inancından sıyrılmamız gereklidir.

Esnaftı. Küçük dükkanında sattığı kumaşlarla geçimini sağlamaya çalışırdı. Yalnız bir huyu vardı, aynı sokaktaki rakiplerinin vitrin camları çok kirli diye sürekli şikayet ederdi.

Meslektaşları onun bu dırdırlarından bıkmış usanmışlardı. ‘Neden şehirdeki en kirli vitrin bu adamlarda, anlamıyorum’ diye söylenirdi sık sık. Bir gün kahvede otururken işi iyice ileriye götürdü ve diğerlerine karşı kırıcı davrandı.

Kahveden ayrılmadan önce, sokağın karşısında bulunan başka bir esnaf ona şöyle seslendi:

‘Sen önce git kendi vitrinini yıkayıp temizle.’

O da ‘Benim zaten vitrinim temiz.’ diye cevap verse de, diğerlerine ‘örnek’ olmak için vitrinini yıkadı. Ertesi gün kahvede otururken, arkadaşları onu şu sözleri söylerken duydular:

‘İnanmıyorum. Böyle bir şey olamaz. Ben vitrinimi yıkar yıkamaz, sanki haber aldılar; rakiplerimin hepsi o akşam camlarını pırıl pırıl yapmışlar.’

Kendini beğenmiş esnaf bunları söylerken, diğer esnaflar, onun kendi vitrinindeki kirler yüzünden herkesin vitrinini kirli zannettiğini ve bunu ona söyleseler bile dinlemeyeceğini bildiklerinden sadece gülümsemekle yetindiler.

Her zaman bizim modelimizin iyi olduğu düşüncesinden sıyrılmadığımız sürece hikayemizdeki esnaf gibi zaman zaman gülünç durumlara dahi düşeriz. Ve maalesef esnek olmayı başaramadığımızda yaşayacaklarımız bu durumdan daha ağır sonuçlar da doğurabilir.

Esneklik; farklı görüşleri fark edebilmek ve bazen onların daha iyi olabileceğini kabul etmektir. Başka bir deyişle; kendi vitrinindeki kiri fark edebilmektir.

Esnek olmayı başaranların kazandığı bir dünyada yaşıyoruz. Değişime karşı esnek olanların, başka alternatifler ve yollar arayanların kazandığı bir dünya…

Bildiğini Okumak mı, Bilmediğini Fark Etmek mi?

Dünya modeliniz olaylara bakış açınızı belirlerken, farklı bakış açılarını göz ardı ettirir. Değişik yorumlara hep “çatlak ses” gözüyle bakar.

Çoğunlukla evimize bildiğimiz yollardan gideriz. Düşüncelerimiz de aynı şekilde çalışır. Bildiği şeyler en doğru olandır.

Bu bizi katı ve kırılgan yapar. İnce bir dal parçasının kuru ve taze hallerini düşünün. Kuru olanın kırılganlığı oranında taze olan esnektir.

Esnek olan, “Bildiğim evrendeki en doğru bilgidir.” demeyen, başka yollar ve çareler arayan herkes; mükemmel sonuçlara ulaşarak istediklerini elde eder. Kendi dünyasına ve yaşadığı dünyaya hâkim olur.

Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar

Ben yaşarken koptu tufan

Ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat

Her şeyi gördüm içim rahat

İsmet Özel (Erbain)

Seçim mi, Seçimsizlik mi?

Seçme olanağınız varsa esneklikte vardır. Seçme olanağız yoksa esneklikte yoktur.

Bir sorunla karşı karşıya olduğumuzda genellikle tavrımız şudur: O konu hakkındaki en iyi bildiğimiz çözüm (ki muhtemelen en iyisi o değildir), bize göre en doğru çözümdür. Bu yaklaşımla; kendimize veya çevremize seçenekler vermiyorsak, sorunu bildiğimiz o tek yöntemle çözmeye kalkıyorsak, hakikaten işimiz zordur.

Örneğin bağırarak çocuğunu susturan baba gerçekten elindeki tüm seçenekleri, hele ki doğru seçenekleri kullanmıştır diyebilirmiyiz? Elbette diyemeyiz. Ama kendisi için en rahat, en zahmetsiz, en kısa, en iyi seçeneği kullanmıştır.

Eşiyle tartışmayıp, sessizce içine kapanan ya da döven veya evi terk eden birey, sizce tüm seçenekleri zorladıktan sonra mı bu kanaate varmıştır? Maalesef hayır.

Seçenekler her zaman yeni olanaklar yaratır.

Kendi doğrumuzun en doğru ve en iyisi olduğu saplantısından kurtulup, kendi bildiğimizin olması gereken tek yöntem olduğu takıntısından çıkıp, esnek davranabilmeyi başardığımızda karşımızda başka seçenekler olduğunu da algılarız.

Seçme olanağı varsa, bir sorunu değişik boyutlarıyla görebilir ve çeşitli çözümler arayabiliriz. Yaratıcılığın ve değişimin önünü açarız. Ama tüm olasılıkları yaşantımızın dışında bırakacak şekilde kendimizi izole etmişsek ve tek seçeneğe mahkum etmişsek, elbette seçeceğimiz bir şey de yoktur.

Yaşantınızda fark yaratabilecek olasılıkları; “Bunu istemem.”, “Bu olmaz.”, Bu hoş değil.”, “Bu işe yaramaz.”, Bu tatmin edici değil.” gibi söylemlerle elerseniz, alternatifleriniz sınırlanır. Ve öyle bir nokta gelir ki, tüm seçenekler yok olup gittiğinden, en kötü seçeneği kabul etmek zorunda kalırsınız.

Yaratıcılık ve Değişim

Yeni seçenekler için duygularımızın, zihnimizin ve bedenimizin kontrolü bizim elimizde olmalıdır.

Aksi takdirde soğukkanlı, sakin ve çözüme odaklı değilsek, umutsuz görünen bir durumda seçme şansımız olabileceğini nasıl akıl edebiliriz? En zor durumda, en çıkmaz sokakta bile seçeneklerimiz olduğu gerçeğini nasıl hatırlar ve eyleme geçeriz?

Eğer amacımız sonuç elde etmek ve fark yaratmak ise kontrolümüzü sağlamak ve eyleme geçmek mecburiyetindeyiz.

Zihnimiz için imkansız diye bir kavram yoktur. Problemlerimizi çözmek, ilişkilerimizi düzenlemek için sadece bedenimizi, kaslarımızı kullanıyorsak elbette onun seçenekleri sınırlıdır.

Fakat zihnimizdeki olağanüstü yapıda, seçenekler sınırsızdır. Her zaman yaptığımızdan daha iyisini yapacak seçenekler vardır. Zihnimizin işleyişi böyle olmasaydı, dünyada insanın yarattığı gelişmeler ve ilerlemeler durmuş hatta yaşanmamış olurdu. İnsanoğlu hayal edebildiği sürece (bununda bir sınırı olmadığını biliyoruz) seçenekler sonsuz sayıda hep var olacaktır.

Seçeneklerinizi araştırmak; alet çantasındaki aletlerin sayısını, işlevini ve şeklini arttırmaya benzer. Ne kadar çok aletiniz varsa ve bunları kullanma yetkinliğiniz varsa sorunlar karşısında o kadar çok şansınız var demektir.

Ama tek bir aletle her şeyi tamir etmeye çalışıyorsanız, seçeneksizlik ağlarını örüyor demektir. Buzdolabına, televizyona, patlayan su vanasına, ağlayan çocuğunuza, istekleri olan eşinize, öğrencinize, arkadaşınıza, müşterinize, çalışanınıza, patronunuza, sizi anlamadığını düşündüğünüz ailenize, hepsine tek aletle ve aynı mantıkla yaklaşıyorsanız seçenek konusunda oldukça kısırsınızdır.

Esneklik Kazanmanın Yolu

Aynı mahallede büyüyen ve gençliklerinde yolları ayrılan üç arkadaş yıllar sonra bir araya gelirler. Birlikte büyüdükleri mahallerini ziyaret etmeye ve eski günleri anmaya karar verirler ve yola çıkarlar.

Yolda yürürken hepsi de çok sessizdir. Kendi iç dünyalarına dalmışlardır. Derken ani bir fren sesi duyulur ve daha ne olduğunu anlayamadan, kendilerini yaşanan olayın görgü tanıkları olarak karakolda bulurlar. Birincisi başlar anlatmaya;

— Araba ilerlerken birden bir adam önüne fırladı. Şoför de ani bir frenle arabayı durdurdu. Sanırım arabanın önüne atlayan adam hırsızlık peşindeydi ki şoföre bıçak çekti. Neyse ki oradan tesadüfen geçmekte olan trafik polisi duruma müdahale etti.

Arkadaşını dinleyen ikincisi şaşkınlık içinde müdahale eder:

Abi sen ne diyorsun? Tamam adam aniden arabayı durdurdu ama ortada hırsızlık falan yoktu ki. Yolun kenarındaki adam, şoförün yanındaki bayana dik dik bakınca, şoför de sinirlenip, arabayı aniden durdurdu ve adama küfretmeye başladı. Adam da karşılığında bıçak çekti. Orada bulunan trafik polisi de daha ciddi bir olay yaşanmasına engel oldu.

Her ikisini de dinleyen üçüncü arkadaş, daha fazla dayanamayıp lafa girer:

— Siz ne diyorsunuz? Bu anlattıklarınızın yaşananlarla hiçbir alakası yok. O araba çok hızlı gidiyordu ve karşıdan karşıya geçmeye çalışan adama çarpmamak için son anda frene bastı. Karşıya geçmeye çalışan adam, neredeyse canından olacak olmanın öfkesiyle şoföre bıçak çekti. Muhtemelen hızlı giden arabayı takip etmekte olan trafik polisi de olaya müdahale etti.

Bu üç arkadaşın ifadesini alan polis çok şaşırır ama ertesi gün polisin raporunu okuyan amiri daha çok şaşıracaktır. Raporda şöyle yazmaktadır:

“Bu üç görgü tanığının olayla ilgili ifadelerinden bir sonuca ulaşılamamıştır. Ancak bu üç görgü tanığının, geçen hafta akıl hastanesinden kaçtığı bildirilen üç akıl hastası olabileceğinden şüphelenilmiş olup; durum anlaşılıncaya kadar nezarethanede kalmalarına karar verilmiştir.”

Yaşanan her olayın en az üç farklı anlatımı vardır. Bakış açımız ne gördüğümüzü, duyduğumuzu ve hissettiğimizi belirler.

İşte bu sebeple esneklik kazanabilmek için farklı bakış açılarını ele alabilmeli ve olayı diğer insanların gözünden değerlendirebilmeliyiz.

Baktığımız alanı genişletmek, daha önce fark etmediğimiz ayrıntılara ulaşmak, bizi yeni seçeneklerle buluşturur.

Farklı görüşleri, düşünceleri yakalayabilmek için atmanız gereken ilk adım; bir süre için bile olsa kendiniz olmaktan vazgeçmek ve bir başkası olabilmektir.

Onun Dünyasına Bir Gezinti

Üç sandalye alın. Bu sandalyeleri ikisi yüz yüze bakacak, üçüncüsünü de her ikisini de aynı açıdan görecek şekilde yerleştirin.

İletişiminizde sorun yaşadığınız birini seçin. Yaşamınızda varlığını sürdüren ve zaman zaman çatışma içine girdiğiniz bu kişi ile yaşadığınız spesifik bir olay düşünün.

Yüz yüze bakan sandalyelerden birine oturun: Bulunduğunuz bu konum “Ben” konumudur. Yani sizsinizdir. Burada kendiniz olarak o kişi ile yaşadığınız olayla ilgili ya da onun genel tutum ve davranışlarına yönelik düşüncelerinizi sesli olarak ve özgürce dile getirin. Kendinizi sınırlandırmadan her şeyi ortaya koyun.

Şimdi karşınızdaki, ikinci sandalyeye geçin. Bulunduğunuz bu konum sorun yaşadığınız kişiyi temsil eden “Öteki” konumudur. Bu konumda iken artık tamamen o kişisiniz. O kişi olarak yaşanan olayla ilgili özgürce tüm duygu ve düşüncelerinizi sesli olarak dile getirin. Hatırlayın ki, burada oturan kesinlikle siz değilsiniz. Olayı onun gözleriyle görün, duyun ve duygularınızı onun haritasına göre, onun kelimeleriyle ifade edin.

Size X dersek, karşınızdaki kişi de Y olsun. Öteki konumundayken; “Y onu kışkırttığımı düşünmüş olabilir.” şeklindeki ifadeler yine sizi barındırmaktadır. Oysa siz tamamen kendi bedeninizden çıkıp, yeni konumunuzla birlikte Y olmalısınız. Çünkü empati karşıdakinin ne düşündüğünü kendimiz olarak tahmin etmek değil, o olarak düşünmektir.

“X in bilerek beni kışkırttığını düşünüyorum.” daha doğru bir ifade olacaktır.

Üçüncü sandalyeye geçin. Bulunduğunuz bu konum olayı tamamen tarafsız değerlendiren, her ikisini de tanımayan, yaşanan olaya tesadüfen şahit olmuş “Gözlemci” konumudur. Bu konumda iken X’in ve Y’nin davranışlarını değerlendirin. Objektif olarak özgürce düşüncelerinizi dile getirin.

Tekrar birinci sandalyeye “Ben” konumuna geçin. Yine kendiniz olarak az önce yapmış olduğunuz yolculuğun duygu ve düşüncelerinizde yarattığı farklılığa dikkat edin. Hala yeterli ayrıntıları yakalamadığınızı düşünüyorsanız, gözden kaçırdıklarınız var demektir. Tekrar başa dönün ve farkı yakalayana kadar bu uygulamaya devam edin.

Seçenekleri Fark Etmek

Aslında farkında olmadığınız ve hepsini değerlendiremeyecek kadar çok seçeneğe sahipsinizdir.

Uyuyup, uyandığınız saatleri düşünün. Genelde hep aynıdır. Pazar günü yaptıklarınız, çocuğunuza, eşinize davranışlarınız, iş ortamında verdiğiniz cevaplar neredeyse aynıdır. Birçok şeyi aynı zaman diliminde, aynı yerde ve aynı şekilde yaparız. Gerçektende böyle mi olmak zorunda, yoksa farklı alternatifler geliştirebilir miyiz?

Her zaman farklı seçeneklerimiz vardır çünkü yaşam dinamik bir süreçtir. Her şey değişir ve farklı seçenekler ortaya çıkar. Bu insanoğlunun doğasında var olan seçenek yaratma yeteneğinin bir sonucudur. Yapmanız gereken tek şey; doğal olarak sahip olduğunuz bu yeteneği harekete geçirmektir.

Doğaya baktığınızda; her türlü ortama ve koşula ayak uyduranlar, esnek olmayı başaranlar varlıklarını sürdürerek eko sistemlerinde hâkim duruma gelirler. Esnek olmayıp katı olanlar ise yok olup giderler. Aslında her türlü gelişim; doğadaki varlıkların koşullara uyum sağlamak için ortaya koydukları esnekliğin bir sonucudur.

Deniz kenarındaki ağaçları düşünün. Ne kadar esnektirler, rüzgarın yönüne doğru eğilirler. Rüzgar aksi yönde esmeye başlayınca, onlar da taze yapraklarını aksi yöne doğru eğerler. Böylece “S” şeklini alan ağaçlar, esnek davranıp, yaşamlarını sürdürürler.

Gökteki bulutlarla yarışan palmiyeler, deniz kenarında hiç dik başlılık göstermez, yarıştığı bulutlar yokmuş gibi rüzgarla bir bütün olur ve toprağa paralel rüzgarla aynı yöne eser dururlar.

Mutlu olmanın, huzurlu yaşamanın önemli kurallarından biridir esneklik. Katı, sert ve kesin kurallara sahipseniz yeterince esnek değilsiniz demektir. Ve buda mutluluğa ve başarıya giden kapıları kapatmanın en güzel yoludur.

Her zaman farklı seçeneklere sahip olanlar, yeni davranışlar geliştirebilenler, güçlü olmayı ve istediklerini elde edebilmeyi başarmışlardır. Bu yeni ve farklı tepkiler verebilmeyi, alışkanlık kalıplarını kırmayı ve eskiden beri sürdürülen bir davranışı yeniden şekillendirebilmeyi başarmakla doğru orantılıdır.

Seçenek Üretmek

Esnek davranmadığınız bir olay hatırlayın. Bu olayı en ince detayına kadar gözünüzde canlandırın. O zaman gördüklerinizi görün, duyduklarınızı duyun ve hissettiklerinizi hissedin.

Kendinize “Başka yapabileceğim ne vardı?” diye sorun. Aklınıza gelen cevapları yorum yapmadan ve sorgulamadan bir kağıda yazın. Bazıları saçma bile gelse, onları da yazın. Kendinize mümkün olduğunca çok yeni seçenekler üretin.

Bu seçeneklerden en uygun üç tanesini seçin. Bu seçimi yaparken, size en çok fayda sağlayacağını düşündüklerinizi öncelikli olarak ele alın. Uygulaması size zor göründüğü için elediğiniz seçenek, en çok fayda getirecek olan olabilir. Zordan kaçarak onu elemeniz yine sizin kaybetmenizle sonuçlanacaktır.

Benzer bir olayda bu üç seçeneği kullandığınızı hayal edin. Her üç seçenek için de; söylemeniz gerekenleri söylediğiniz, yapmanız gerekenleri yaptığınız geleceğe yönelik üç farklı olay kurgulayın. Her olayda seçeneğinizi kullanıp, elde ettiğiniz güzel sonuçları zihninizde canlandırın ve yaşayın.

Başkalarından Beklemek Yerine Kendin Yap

Yaşadığımız ufak bir olayda, bir tartışmada, bir yanlış anlamada esnek olmak aklımıza hiç gelmez. Oturduğumuz yerde manzara hep aynıdır.

Biz haklıyızdır, başkaları ise haksız. Problem yaşadığımız kişi ister bir yabancı, ister en yakınımız olsun, önce onun yanlışını kabul etmesini, bizden af dilemesini, el uzatmasını, sevgisini dile getirmesini bekleriz.

Esnek davranıp; haklıyı, haksızı aramanın önemli olmadığını, zamanın hızla geçip gittiğini, küs kalmanın, olumsuz duyguların ve davranışların kimseye faydası olmayacağını çoğu zaman göremez ve kabul edemeyiz.

Olumlu ve güzel davranışların, özür dilemenin, sevgiyi yansıtmanın erdemini hep karşı taraftan bekleriz. Uzatılacak bir el varsa, bunun karşıdakinin eli olması gerektiği kanısındayızdır. Bu davranış biçimiyle neler kaybettiğimizin çok sonra farkına varırız. O an için inadımızdan elde ettiğimiz zaferden o kadar memnunuzdur ki, kaybettiğimiz hazinelerden haberimiz bile yoktur.

İki arkadaş iskelede denizi seyrediyorlarmış. Derken birinin ayağı kaymış ve suya düşmüş. Diğeri hemen eğilip, elini uzatmış ve “Elini ver!” diye bağırmış. Dalgalarla boğuşan adam, bulunduğu duruma rağmen elini uzatmamış. Bunun üzerine arkadaşı; “Al elimi” diye seslenmiş ve suda az kalsın boğulmak üzere olan adam, onun elini tutmuş ve kurtulmuş.

Yargılamaktan, haklı çıkmaktan vazgeçemediğimiz sürece; mutlu ve huzurlu olmayı unutabiliriz. Ama uzatılmış bir sevgi eli, her türlü haklılıktan, inattan ve hoşgörüsüzlükten çok daha öte, zihnimize ve insanların zihnine ekilmiş bir çiçektir.

Genç bir kız kaynanası ile hiç anlaşamıyor, sürekli huzursuzluk yaşıyormuş. Bir gün öylesine bunalmış ki ondan kurtulmaya karar vermiş.

Köyün yakınlarında yaşayan yaşlı bilgeye akıl danışmaya gitmiş ve “O cadının” kendisine çektirdiklerini anlatarak, ondan kurtulmak istediğini dile getirmiş.

Yaşlı bilge ona bir şişe sıvı uzatmış. Her gün kaynanasının yemeklerine bundan birkaç damla atmasını istemiş.

Genç kız yaşlı adamın söylediklerini harfiyen yerine getirip, kaynanasının yemeklerine o sıvıdan düzenli olarak koymaya başlamış.

Vermiş olduğu zehirle kaynanasının son günlerini yaşadığını düşünen kız, “Bari son günlerinde ona biraz iyi davranayım.” diyerek daha anlayışlı olmaya başlamış.

Kendisi kaynanasına iyi davranmaya başlayınca, onun da değişmeye başladığını fark etmiş.

Artık kaynanası ona daha hoşgörülü ve sevgi dolu yaklaşıyormuş. Kısa bir süre sonra gelin – kaynana iki dost gibi olmuşlar. Birbirlerine çok bağlanmış ve sevmişler.

Genç kız büyük bir suçluluk duygusu içinde yaşlı bilgeye gidip, durumu anlatmış ve pişmanlığını dile getirerek, zehrin etkisini yok edecek bir şey istemiş.

Yaşlı bilge gülümseyerek ona şu cevabı vermiş; “Üzülme evladım, sana verdiğim şey sadece suydu. Kaynananın hiçbir şeyi yok. Ama görüyorum ki sen çok önemli bir şey öğrenmişsin: İnsanlara bir gül uzattığında, sana demet demet geri vereceklerini…”

Kime bir adım atarsanız, size on adım attığını görürsünüz. Kime bir iyilik yaparsanız, dönüp dolaşıp karşınıza çıkar. Kime gülerseniz, başını okşarsanız bir gün hiç beklemediğiniz bir anda karşılığını görürsünüz.

Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte

Sende bir başkasına veriyorsun daha güzel

O başkası yok mu? Bir yanındakine veriyor

Derken karanfil elden ele…

Ö.Edip Cansever

Yaşamdan beklediklerinizi almak için önce vermeyi bilmelisiniz.

Evren bir aynadır. Neyseniz evrenin aynasında, onu görürsünüz. Siyahsanız siyah, beyazsanız beyaz. İçinizde sevgi varsa evrenin aynasında sevgiyi görür onunla karşılaşırsınız.

Yok, içinizde nefret, kin varsa, evrenin aynasında nefretin, kinin gözlerini görürsünüz. Sözlerinizde varsa hoşgörüsüzlük, çekemezlik, kıskançlık onu duyarsınız. Bir dağın eteğindeki yankı gibi ne veriyorsanız hayata, onu alırsınız öğütmek için. Bir gün güneş sizin için doğar biriktirdiğiniz aydınlıklarla ve karanlık sizinle gömülür toprağa.

Hiç ilkbaharda ektiğiniz arpayı son baharda buğday olarak biçme umuduyla tarlanın başını beklediğiniz oldu mu? Fırına attığınız imambayıldının baklava olarak çıkmasını umut ettiğiniz yada birlikte yattığınız 70’lik eşinizin 15’lik deli kanlı veya genç kız olarak uyanmasını beklediğiniz oldu mu?

Öyleyse neden suratınızı asarken insanların size gülmesini bekliyorsunuz ve neden verdiğiniz sevginin karşılığını alamadığınızı düşünüp, sürekli yakınıyorsunuz? Neden vermek bu kadar zorda, almak kolay geliyor biz insanoğluna?

Açıkça söyleyeyim; vermeden alamazsınız. Tarlaya ekmediğiniz tohumun, ürününü toplayamazsınız. Çocuğunuza vermediğiniz sevgiyi, eşinize göstermediğiniz anlayışı, iş arkadaşınıza sunmadığınız hoş görüyü, yardıma ihtiyacı olan o ihtiyara çok gördüğünüz yardımı alamazsınız.

Ama verdiğiniz sürece verdiğinizin fazlasını alırsınız. Bir buğday tanesi ektiyseniz, buğdayınız bire bin verir, bir ambar dolusu buğday alırsınız. Ektiğiniz bir erik çekirdeği bir ağaçlık meyve verir, yetmez her yıl tekrar, tekrar verir. Biraz güneş, biraz su verdiğiniz her tohum; sonsuza kadar yeşerir ve yeşil kalır.

Eğer ürün istiyorsanız, insanlık tarlasının bağrına mutluluk, sevgi, hoşgörü tohumları ekmelisiniz.

Her hafta bir kişiye mektup yazın. Kâğıdı ve kalemi elinize aldığınızda, o kişi hakkındaki düşüncelerinizi hatırlayın ve sadece güzel olanları yazın. Bu duygularınızı yazmak insanlara karşı sizi daha hoşgörülü ve anlayışlı kılacaktır. Yazarak somutlaştırdığınız her düşünce sizin içinizde doğacak mutluluğa davetiye olacaktır. Yazdığınız bu mektuplar gerçekte “sizin” mutluluk davetiyenizdir.

Onlara sahip oldukları bu güzellikler için, içinizden teşekkür edin. Mektubu yazarken zaman zaman aklınıza o kişiyle ilgili olumsuz duygularda gelebilir ama siz sadece onun olumlu yanlarını anlatın. Hem kendinize hem de onun adına şöyle düşünün: Sizi mutlu edecek bir mektup aldığınızda, bunun içinde sizin olumlu yanlarınıza ait ne gibi sözcükler olsun isterdiniz?

Sevdiğiniz kişinin sahip olmadığı vasıflar oluşturmanızı istemiyorum. Gerçeği yazın ama güzel olan gerçekleri. Sevgi ve minnet duygularınızı ifade edin ve en içten duygularınızı dile getirin.

Güzel bir manzara karşısında duygularımız nasıl görkemli ve güzeldir, bedenimiz rahat ve huzurludur, değil mi? Yine olumsuz, kanlı, kötü kokan bir manzara karşısında da duygularımız olumsuz, bedenimiz gergin ve rahatsızdır.

İşte insanlara söylediğiniz sözlerin, yaptığınız eylemlerin, yazdığınız mektubun içeriğini siz belirlersiniz. Eğer bu içerik güzel bir manzara içeriyorsa sizin ve onun yaşayacağı duygularda güzel olacaktır. Ama ektiğiniz tohumlar diken tohumlarıysa, “Neden bu çalılara gidip gelip takılıyorum?” diye sormanız mantıksız olur.

Bu kişilere mektubunuzu ille de göndermeniz gerekmemektedir. Ama yazılı olmasın da fayda vardır. Biliyorsunuz ki “Söz uçar yazı kalır”.

Bu insanların yaşıyor, ölmüş tanıdık veya az tanıdığınız birisi olması da önemli değildir. Önemli olan duygularınızı dile getirmeniz ve kendi güzel duygularınıza ulaşıp, onların farkında olmanızdır. Onarlı yeşertip, sulamanızdır. Başkalarının mutluluğu için verdiğiniz her emek, aynı zamanda kendi mutluluğunuza dair yaptığını bir yatırımdır.

Genç bir iş adamı, yanında çalışan kendisine ve babasına hizmet etmiş yaşlı hizmetlisini artık emekliye ayırmaya karar vermiş. Bu amaçla yaşlı hizmetliyi yanına çağırmış ve “Büyü bir parti vermek istiyorum. Bütün organizasyonu yap. Yiyecekleri, içecekleri tamamen kendi zevkine göre ayarla.” demiş.

Emektar hizmetlinin, yaşlılığının bu son dönemlerinde, bir parti organize etme fikri hiç hoşuna gitmemiş. Bu olumsuz düşünceler eşliğinde organizasyonu yapmış ama yaptığı iş onun bile hoşuna gitmemiş. Her şey son derece baştan savma ve kalitesizmiş.

Hizmetli, gençliğinde efendisi için organize ettiği o muhteşem partileri düşününce şu anda yaptığı özensiz hazırlığa burun kıvırmış. Ama içinden umursamazca; “Ben gençliğimde yapacağımı yaptım. Benden geçti artık. Bu günden sonra kim uğraşacaksa uğraşsın” diye söylenmekte de gecikmemiş.

Parti günü ve saati gelip çatmış. Genç iş adamı kadehini yukarı kaldırmış ve;

“Bugün neden burada toplandığımızı açıklamak istiyorum. Bugün benim için çok önemli ve hüzünlü bir gün. Sizlerle paylaşmak, hatıralarımızı canlandırmak ve huzurunuzda vermiş olduğu emeklerden dolayı birine teşekkür etmek istiyorum. Babam daha ben küçük bir çocukken, beni ona teslim etti. Yıllarca babama, daha sonra da bana hizmet etti.”

Genç iş adamı daha sözlerini bitirmeden, hemen yanı başında elinde kadehle bekleyen yaşlı hizmetlinin elleri ve tüm vücudu zangır zangır titremeye başlamıştı. Özensizce hazırladığı partinin, kendisinin veda partisi olduğunu anlamıştı.

Kaynak: Hipnoz ve NLP ile Mutluluğu Yakalayın – Ares Kitap

www.gencgelisim.com

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız