Günümüzde hepimiz iş yaşamında başarı merdivenini hızla tırmanmaya odaklanmış kişileriz. Zaman çizgisinde daha gerilere gidelim ve başarıya nasıl koşullandığımıza birlikte göz atalım. Aslında çocukluk yıllarımızda başarıya ya da başarısızlığa anlam yüklemeye başlarız. Hatta anıların ve deneyimlerin çok net olmadığı, “Ben o yaşlarımı hatırlamıyorum bile” dediğimiz yıllarda…
Özellikle oyun çağımızdayken bir gruba dahil olmak, oynadığımız oyunu kazanmak ve varlığımızın fark edilmesi çok önemliydi. Biz o yaşlarda bunları neden istediğimizin farkında olmasak da onaylandığımız her an bizim için başarı merdiveninin bir basamağı demekti. Onaylanma mesajlarımızı öncelikle ailemizdeki otorite figürlerinden aldık, “aferin” ile başlayan cümleler ilk motivasyon kaynağımız oldu, aynı zamanda daha fazlasını kazanmaya ve elde etmeye teşvik etti. Sonrasında okul dönemimiz başladı, artık oynadığımız oyunlara derslerimizdeki başarılarımız, sınavlarda aldığımız notlar ve karne döneminde karnenin yanında aldığımız teşekkür ve takdir belgeleri eklendi.
Öğrenilmiş her yeni başarı kriteri bizim merdivenimize yeni basamaklar ekledi. Erken yaşta konuşmaya başlamak, erken yürümek, ebeveynimizin yardımı olmadan yemek yemek, uslu çocuk olmak, okumayı sökmek, ödevlerimizi eksiksiz yapmak, odamızı toplamak, oyunların kaybedeni değil kazananı olmak, notları yüksek bir karne almak, hatta yanında takdir belgesiyle eve sevinçle koşmak gibi bir sürü davranış için onaylandık. Tüm bu başarılarımız için çevremizdeki insanlar bundan gururlandıklarını her defasında dile getirdiklerinde biz merdivenimizi tırmanmaya devam ettik.
Yıllar merdivenleri çıkarak devam ediyordu, büyüdük, okul döneminde türlü çeşit sınavlara girdik, SBS, ÖSS, KPSS, TUS, ALES, GMAT, TOEFL vs… Bu sınavları başarıyla geçtiğimiz her an takdir edildik, onaylandık. Başarı merdivenimiz gitgide yükselen ve çok basamaklı bir hale geldi, biz tırmanmaya devam ediyorduk.
İş hayatına kadar geçtiğimiz bu dönemlerde istediğimiz başarıları elde edememiş olmak zaman zaman özgüvenimizi kaybetmemize neden oldu. Böyle anlarda yanımızda bize inandığını ifade eden ve gelişim alanlarımızla ilgili ilerleme kaydetmemizi sağlayan kişiler olduğunda yeniden motive olduk. Merdivenimizi inşa etmek için diğer insanlardan aldığımız destekle birlikte gücümüzü topladık. Geçmişteki başarılarımızı tozlu raflardan çıkaran ve “O gün başardıysan bugün de yapabilirsin.” diyen, güçlü yönlerimizi yeniden hatırlamamızı sağlayan ailemiz, öğretmenlerimiz ve dostlarımızın verdiği yapıcı geribildirimler bizi yukarılara taşıdı. Kendi potansiyelimize yeniden inandık ve yolumuza devam ettik.
Sonra iş hayatına adım attık, iyi bir kariyer, birkaç yabancı dil, işimizde uzmanlaşma, terfiler, ödüllü projeler derken çocukluğumuzdan kalma alışkanlığımızla “Beni fark eden ve işime değer veren birileri var mı?” diye sormaya başladık. Biz bu soruyu sorana dek eğer takdir mesajları aldıysak ve onaylanma ihtiyacımızı karşıladıysak ne ala…
Peki ya tam tersi olduysa… Hem de çocukluğumuzdan itibaren. Negatif yanlarımızı, eksiklerimizi, yapamadıklarımızı dile getiren otorite figürleriyle büyüseydik, bu sesler kulağımızdayken oyunlar oynayıp sınavlara girseydik, işler yolunda gitmiyorken güçlü yanlarımızı ve geçmişteki başarılarımızı duymak yerine yetersizliklerimizi dile getirenler çoğunlukta olsaydı… O zaman başarı merdivenimizi inşa edebilir miydik? Kendi potansiyelimize inanır ve güvenir miydik? Değerli ve eşsiz bir birey olduğumuzu kabul edebilir miydik?
İşte tam da bu noktada hangi yaşta olursak olalım, içimizde var olan potansiyelin fark edilmesine ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek. Aslında potansiyelimiz performansa dönüştüğünde yapıcı, bizi geliştiren geribildirimleri almak ve takdir mesajlarını duymak bizi başarılı kılar.
Performansımızla ilgili geribildirim almadığımızda ise cam tavana çarparız. Potansiyelimizi belli bir alana hapsederiz ve şuna inanırız; “Yapabileceğim, yapabileceğimi düşündüğüm kadar…” Yani zihnimizde yarattığımız engel başkalarının verdiği “doğru olmayan” geribildirimlerle gitgide büyür. Başarı merdiveni çatırdamaya başlar. Bizi taşıyamayacağından korktuğumuz için basamakları hızlı adımlarla ineriz.
Yeni basamakları inşa etmenin önündeki engeli başka ne büyütür? Pygmalion Etkisi*, yani kendi kendini doğrulayan kehanet. Zihnimiz, içinde yarattığı düşünceyi dış dünyada gerçeklik haline dönüştürür. Biz başarısız ve değersiz olduğumuza inandıkça ya da aldığımız geribildirimler bize aynı mesajı verdikçe aşağıya iniş devam eder. Yaşadığımız tedirginlikten dolayı işleri hatalı yapmak ve düşük performansla çalışmak artık kaçınılmaz olur.
Aynı konuda bir ilköğretim okulunda yapılmış olan deney bu düşünceyi doğrular nitelikte. Şimdi bu deneyin şaşırtıcı sonuçlarına birlikte bakalım. Her sınıftan eşit sayıda rastgele olarak seçilmiş olan öğrencilerin çok başarılı ve üstün zekalı oldukları öğretmenlerine söylenmiştir. Yıl sonunda bu öğrencilerin derslerinde ve diğer arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde çok başarılı oldukları gözlemlenmiş aynı zamanda yapılan zihinsel beceri testlerinde ilerleme kaydettikleri saptanmıştır. Çünkü rastgele seçilmiş olmalarına rağmen öğretmenlerine üstün zekalı oldukları söylenen bu öğrencilere, öğretmenleri farklı davranmışlardır. Yüz ifadeleri ve üsluplarının ılımlı ve yapıcı olması, başarıları takdir eden ve pozitif geribildirimler vermeleri, aynı zamanda onların benlik saygısını okşayan ifadeler kullanmaları öğrencilerin başarısını etkilemiştir.
Bu deneyi iş hayatı gözlüğümüzle tekrar incelediğimizde benzer sonuçlar elde edeceğimizi biliriz. Yöneticilerin çalışanlarından bekledikleri üstün performansı alabilmeleri, verdikleri geribildirimin kalitesiyle çok yakından ilişkilidir. Oluşturduğumuz beklentilerin karşılanabilmesi büyük ölçüde bunu nasıl ifade ettiğimize bağlıdır. Çünkü insanlar diğerlerinin kendileri hakkındaki görüşleriyle tutarlı davranma eğilimindedir. Yönetici olarak çalışanlarımızın performansını değerlendirirken “Sen başarısızsın”, “Bu işi yine beceremedin”, “Yapacağına inanmıyordum zaten”, “Sana zerre kadar güvenim yok”, “Yine beni hayal kırıklığına uğrattın”, “Sana bu işi emanet edende kabahat”, “Artık bu kaçıncı hata farkında mısın” gibi ifadeleri kullandığımızda, çalışanlarımızın buna inanmaları ve söylenenleri haklı çıkaracak davranışlarda bulunmalarına şaşmamak gerekir. Kehanet kendiliğinden doğrulanmıştır.
Ancak bunun tam tersi de geçerlidir; yöneticinin çalışanı fark ettiğini ve yaptığı işe değer verdiğini ifade eden, onore edici takdir mesajları ve yapıcı geribildirimleri ise çalışanın başarı merdivenine yeni basamaklar eklemesi için onu motive eder. Aynı zamanda özgüven sağlamasına ve kendi potansiyeline inanmasına yardımcı olur. Aynı kural burada da geçerlidir; bu sefer çalışan yine yöneticisinin beklentileriyle tutarlı olacak şekilde davranmayı seçecektir ve her defasında başarıya ulaşması kaçınılmaz hale gelecektir. Yönetici doğru geribildirim verdiği takdirde sadece bugünün performansını değil geleceğin performansını da yönetmiş olacaktır. Yine kehanet kendiliğinden doğrulanmıştır.
Hangi kehanetin gerçekleşmesini istediğinize siz karar verin…
Tüm bunların ışığında çocukluğumuzdan beri aldığımız geribildirim ve takdir mesajlarıyla inşa ettiğimiz başarı merdivenini nereye dayayacağımız bizim olduğu kadar çevremizdeki kişilerin de elinde. O nedenle çalışanlarımızın gelişimine katkı sağlamak ve performanslarını doğru yönetmek adına yöneticiler olarak rolümüz çok büyük. Özellikle onların güçlü yönlerini ön plana çıkarmak ve parlatmak, başarısızlık ve düşük performans ortaya çıktığında onların yanında olarak, destek vererek ve geçmiş başarılarını hatırlatarak yeniden kendilerine inanmalarını sağlamak en büyük sorumluluğumuz.
Çalışanlarımızdan üstün performans alabilmenin sırrı doğru geribildirim vermemize bağlı. Çünkü neyi, neden ve nasıl söylediğimizi bilerek verdiğimiz doğru geribildirimin doğruladığı kehanet iş yaşamında başarıyı sağlar.
* Kendini doğrulayan kehanet düşüncesi, İngilizcesi “Pygmalion Effect” olan diğer ismini eski bir mitolojik öyküden almaktadır. Kıbrıs prensi, heykeltıraş Pygmalion, tüm kadınların kusurlu olduğunu düşünüp ideal bir kadının heykelini yapmaya çalışır. Galatea adını verdiği bu eser, o kadar güzel olmuştur ki, Pygmalion kendi eserine umutsuzca aşık olur. Tanrıça Venüs’e dua ederek Galatea’nın bir canlıya dönüşmesini diler. Venüs bu dileği yerine getirir ve bu çift bundan sonra mutlu bir şekilde yaşarlar.
yazan: İrem Erol