Doç.Dr. Haluk BERKMEN |
Varlık hakkında eskiden beri birçok düşünce üretilmiştir. Felsefenin temel konularından biri olan “varlık” konusu hakkında konuşmak demek varlık bilimi yapmak demektir ki bu bilime “Ontoloji” denir. Ontoloji bilimi bizim düşünsel üretimimiz olmayan alanla ilgilenir. Bizim düşünsel üretimimizle ilgilenen bilime ise “Epistemoloji” denir. Yani ontoloji “varlık bilimi“ ise epistemoloji “bilgi bilimi“dir. Ancak, hemen belirteyim ki ontoloji ve epistemoloji birbirlerinden bağımsız değildirler. Birbirlerini etkilerler ve dönüştürürler. Yani, insan kendi dışında olanı sadece algılamakla kalmaz, aynı zamanda yorumlar. Töz Nedir? Ontolojide kalırsak şu soruya ontolojik olarak yanıt verebilir miyiz? Tözün dışında, yani varlık alanı dışında, töz olmayan farklı bir alan olabilir mi? Vereceğimiz her yanıt varlık alanına ait olacaktır. Çünkü “evet vardır” desek töz dışı bir alanının varlığından söz etmiş oluruz ki o da varlık alanına ait olur. “Hayır, tözün dışında başka alan yoktur” desek, varlık alanını onaylamış oluruz. Şu halde varlık alanının dışında farklı bir alan yoktur ve varlığın karşıtı da yoktur. Fakat mantıken her kavram, karşıtı ile birlikte bir çift halinde oluşur. Şu halde varlığın karşıtı olması gerekmez mi? Varlığın karşıtından söz etmek demek, onu zorunlu varlık olmaktan çıkarıp, keyfi hale getirmektir. Çünkü tek zorunlu iken iki bir seçim getirir. Bu da o ikili şeyin zorunlu olmasını ortadan kaldırır. İyi ve Kötü Hem Vardır-Hem Yoktur Her ne kadar düşüncede ayrılan karşıt kavramlar değer içerseler de, yaşantımızı “pozitif değerler” üzerine kurmamızda fayda vardır. Yani bir seçim söz konusu olduğunda iyiyi, güzeli ve doğruyu seçmek gerekir. Böylece hem kendimize hem de çevremize yararlı ve hayırlı davranışlar içine girmiş oluruz. Aristo Mantığı |
Bütünsel Alan Hayvanlar birbirleri ve bitkilerle beslenir. Bitkiler havadaki gazla, ışıkla ve yerdeki minarelerle ve suyla beslenir. İnsanlar hepsiyle beslenir. Demek ki fiziksel olarak doğa içi içe ve girişim halindedir. Evren de öyledir. Dünyamız güneşin etrafında döner, güneş Samanyolu gök adasının içindedir. Bu gök adası da daha büyük bir sisteme bağlı olarak varlığını sürdürmektedir. Mikro dünya da aynı durumda sürekli girişim halindedir. Kuantum kuramı göstermiştir ki mikro âlemde madde denilen nesneler hem dalgadırlar hem parçacık. Yani iki zıt özellik aynı nesnede bulabilmektedir. Bu durum Aristo mantığına ters düşmektedir. Şu halde ileri sürülen kavram ile onun karşıt kavramının aynı anda doğru olmalarına izin vermek gerekir.Yani bir kavram hem kendi hem karşıtı olabilmelidir. Çünkü doğada, yani ontolojik alanda girişim vardır ve kesin ayırımlar söz konusu değildir. Fakat Aristo mantığında bir kavram hem kendi hem de karşıtı olamaz. Örneğin bir insan hem kısa boylu hem uzun boylu olamaz. Ancak bir diğer insana göre (göreli olarak) kısa veya uzun boylu olabilir. Aristo mantığında görelilik yerine mutlaklık geçerlidir. Oysa ki doğaya yönelik olan her kavram görelidir. Benzer şekilde, bir önerme hem doğru hem yanlış olamaz. Çünkü bu kabul özdeşlik ilkesine aykırıdır. Demek ki Aristo mantığı doğaya uygun değildir ve ontolojik alan için farklı bir mantığa gerek vardır. Klasik Yunan düşünürleri doğada gözlem ve deney yapmakla pek ilgilenmezlerdi. Onlar düşüncede ideal bir dünya ve ideal kavramlarla ilgilenirlerdi. Göreli olanla değil, mutlak olanla ilgileniyorlardı. Zaten, mutlaklık içeren “ideal” sözü “idea” dan türer ki düşünce demektir. Demek ki kadim yunan felsefi doğadan kopuk idealar üzerine kurulu bir felsefe ve mantıktır. 16’cı yüzyıldan itibaren gelişen felsefe ise doğada yapılan deney ve gözlemlerden büyük çapta yararlanmıştır. Aristonun dikotomi mantığı doğanın mantığı ile uyuşmamaktadır. Doğada ayırım değil, birliktelik ve bütünlük vardır. Doğaya uygun yeni bir mantık gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır. Hem-Hem Mantığı Kuantum kuramının belirsizlik ilkesine göre bir elektronun (atom altı parçacığın) uzaydaki yerini kesin olarak bilmek istersek onun momentumu (hızı) hakkında kesin bilgiye ulaşamayız. Yani, atom altı parçacıkların yerini kesinlikle saptamak istersek belli bir anda onun fotoğrafını çekmek zorundayız. Bunun anlamı belli bir anda zamanı durdurmuş olmamızdır. Çekilen fotoğraf hep aynı anı bize gösterdiğinden fotoğraf çekmekle zaman durmuş olur. Nesneleri maddeleştirmek zamanı durdurmak yani varlığı dondurmak ve hareketi yok etmek demektir. Hareketi yok etmek istemiyorsak nesneleri madde olarak değil dalga olarak tanımlamamız gerekir. Çünkü dalga bir noktada yoğunlaşmış bir nesne olmayıp yaygın bir yapıya sahiptir. Her var olan nesne hareket edebiliyorsa onun dalgasal özelliğinden dolayıdır. Demek ki nesneler hem maddedir hem de dalga. Bu iki kavram ne karşıttır ne de bitişik, fakat birbirlerini tamamlayıcıdırlar. Yani nesnelerde bu iki özellik yan yana değil, üst üstedir. Biri üste çıktığında diğeri altta kalıyor ve kayboluyor. Nesneleri ya dalga veya parçacık olarak algılayabiliyoruz ama her iki özellik aynı deneyde ortaya çıkmıyor. An Kavramı Ontolojik olan an kavramıdır. Zaman kavramı ise epistemolojiktir. Yani, zaman kavramı bizim beynimizin ve düşüncemizin ürünüdür. Evrende ontolojik zaman peşpeşe dizilen süreksiz anlardan oluşur ama her an bir önceki ve bir sonraki ana dalgasal olarak bağlıdır. Yani zaman hem süreklidir hem süreksiz. Bu durum ancak hem-hem mantığı ile anlaşılabilir. Zamanın tersinmez olarak geçmişten geleceğe doğru akmasını nasıl açıklayabiliriz? Bir an önce geçmiş gitmiştir. Zaman kavramı ontolojik değil epistemolojik bir kavramdır. Geçmiş yaşamıyoruz, sadece hatırlıyoruz. Yani, belleğimizden bir imgeyi sanki varmış gibi kabul ediyoruz. Şu andaki durumla biraz önceki durumu yan yana getirdiğimizde zamanın geçmişten geleceğe doğru aktığı sonucuna varıyoruz. Yan yana getirmek dikotomi yapmaktır. Yani, Aristo mantığı ile düşünmektir. Oysaki hem-hem mantığına göre yan yana getirmek yerine üst üste getirmemiz gerekir. Hem-hem mantığı geçmişi ret etmez. Hem geçmişin hem de şu andaki durumun eşit derecede önemli olduğunu kabul eder. Şu an varsa şu anın gereği yapılırken geçmişle bağların koparılmaması gerekir. İşte, kültür ancak bu şekilde gelişir. Geçmişle bağlar koparıldığında kültür zayıflar ve çöker. Şu an hem geçmişten hem de gelecekten etkilenir. Her ikisinden etkilenir çünkü zaman dalgasının bir ucu geçmişe diğer ucu geleceğe bağlıdır. Şu an ise dalgayı oluşturan birçok parçacıktan bir tanesidir. Bu durumu göz önüne getirmek için bir tren katarını düşünün. Katar peşpeşe bağlı vagonlardan oluşmuştur. Fakat her vagon kendi başına bir bütündür. Katar dalgayı, vagon ise parçacığı simgeler. Biz birey olarak bir vagonda bulunuruz. Ancak vagonun içini ve dışını görürüz. Katarın kendisini göremeyiz ama onun varlığını kabul ederiz. Vagonun içinde kaldığımız sürece vagon ontolojik, katar epistemolojik birer kavram durumundadırlar. |
Tek’lik-Bir’lik-Vahdet Bu görüş bizi Muhiddin İbnül Arabi’nin Vahdet-i Vücud felsefesine götürür. Vahdet-i Vücûd felsefesi varlığın tekliği demek olup, farklı yaklaşımların yapay ayırımlar oluşturduklarını ve hakikatin teklikte aranması gerektiğini savunur. İç ile dış arasındaki birliği ve bütünlüğü vurgularken tümellerden söz eder. Tümeller, yani idealar dışta var olmayan ama insanın zihninde gerçeklikleri bulunan epistemolojik şeylerdir. Tümellerin bu iki özelliğini Vahdet-i Vücûd felsefesinde adı çok geçen Ayan-i Sabite kavramında bulmaktayız. Ayan-ı sabiteler, belirgin sabit sıfatlar veya ilahi isimler ikili doğaya sahiptirler. Hem Tanrı’nın güzel isimleri (Esma-ül Hüsna) hem de var olanların hakikatleridir. Demek ki, kaynak olan Töz veya Ruh veya Allah kavramı dışında her var olan ikilemle tanımlanabilir. Sadece Töz/Ruh/Allah teklikle tanımlanır. Bu tekliğe “ehadiyet” denir. Ehad, bölünemez tek olandır. Vahit ise ayırımlı tekliktir. Yani, nesneler bu dünyada tek olarak bulunabilirler. Her insan tektir ve kendinin bire-bir kopyası yoktur. Bu bakımdan her insan vahittir ama ehad değildir. Ayan-ı Sabiteler de vahittirler. Her biri kendi başına bir tümeldir ama birden fazla olduklarından ehad olamazlar. Ancak, onların ikili yapısı da vardır. Bu yapı üst üste binmiş bir yapıdır. Çünkü bir yüzleri Allah’a diğer yüzleri insan dönüktür. Bir yüzleri belirgin olduğunda diğer yüzleri görünmez olur. İnsanlara dönük yüzleri birtakım tümelleri belirlediğinde Allah’a ait tümeller yok olur. Peki nedir bu tümeller? Bu tümellere “kategorya” denir. Yani her nesnenin olmazsa olmaz özellikleri durumundadırlar. Töz ise bir kategorya değildir çünkü iki yöne dönük yüzü yoktur. Dokuz Kategori Kadim düşünürler ilk kategori olarak “Töz” kavramını ileri sürmüş olsalar da, tözün gözlenmesi mümkün olmadığından bir kategori olarak tanımlanamayacağı görüşündeyim. Bir de hareket ve zaman kavramlarına bakalım. Zaman ve hareket birbirlerinden bağımsız tümeller değildir. Biri olmadan diğeri var olamaz. Klasik fizikte onlar ayrı kabul edilseler de Kuantum fiziğinde ayrı değildirler. Çünkü Kuantum kuramına göre zaman sadece statik anlardan ibarettir. Şu halde ya hareket veya zaman kategorisini kabullenmek yeterlidir. İstek de bir tümel olup olmadığı tartışılır. Çünkü istek insan ürünüdür. Ontolojik değildir. Doğa istemez, nasılsa öyledir. Ama, doğa var olmayı ister. Bu bakımdan varlık varsa istek de olmalıdır. Varlık ise bir kategori değildir. Çünkü bir idea değildir. Varlık ontolojiktir. Eğer varlık zorunlu olarak varsa diğer kategoriler (tümeller) keyfi veya “olası” duruma dönüşürler. Olasılık bir çeşit kategorilerin zorunlu yönüdür. Yani “olasılık” hem ontolojiktir, hem epistemolojik. Ontolojiktir, çünkü gözlenir. Epistemolojiktir çünkü hesaplanır. Demek ki olasılık var olanların zorunlu bir özelliğidir. Var olanlar zorunlu olarak var değildirler sadece varlık zorunludur. Var olanlar valığın titreşimlerinden veya yerel yoğunluklarından ibarettirler. Yoğunluk farkları farklı nesnelerin oluşumuna olanak sağlarlar. Ama bu olanak zorunlu olduğundan, farklı nesnelerin ortaya çıkması da zorunludur. Şimdi neden doğada birbirine tıpatıp aynı iki nesnenin oluşmadığını anlamış ve açıklamış oluyoruz. Görelilik Zorunludur Görelilik en ez iki adet nesne veya gözlemci gerektirir. Tek bir gözlemci kendinden başka bir şey gözleyemeyeceğinden onun tek bir varlığı olabilir. Fakat var olmak için istek de gerekli olduğundan varlık varlığını sürdürmek için zorunlu olarak çokluğu oluşturmuştur. Bu bakımdan Kuran’da “Küntü kenzen” ayeti vardır ve Allah’ın kendi varlığını sürdürmesi için bilinmek istediği yazılıdır. Burada, dikkat edin, “istek” vardır. Sonsuz ve bütünsel varlık, varlığını sürdürmek için kendine ait fakat birey olan ve bir miktar kendi isteği bulunan çokluğu yaratmak zorunda kalmıştır. Cüzi ve Külli İrade İkili Mantık Çelişki Yaratır Tümel Olanın Birimleri |
VARLIK ve ZAMAN
Doç.Dr. Haluk BERKMEN |
Töz Nedir?
İyi ve Kötü Hem Vardır-Hem Yoktur Her ne kadar düşüncede ayrılan karşıt kavramlar değer içerseler de, yaşantımızı “pozitif değerler” üzerine kurmamızda fayda vardır. Yani bir seçim söz konusu olduğunda iyiyi, güzeli ve doğruyu seçmek gerekir. Böylece hem kendimize hem de çevremize yararlı ve hayırlı davranışlar içine girmiş oluruz. Aristo Mantığı |
ideal” sözü “idea” dan türer ki düşünce demektir. Demek ki kadim yunan felsefi doğadan kopuk idealar üzerine kurulu bir felsefe ve mantıktır. 16’cı yüzyıldan itibaren gelişen felsefe ise doğada yapılan deney ve gözlemlerden büyük çapta yararlanmıştır. Aristonun dikotomi mantığı doğanın mantığı ile uyuşmamaktadır. Doğada ayırım değil, birliktelik ve bütünlük vardır. Doğaya uygun yeni bir mantık gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır.
An Kavramı
|
Tek’lik-Bir’lik-Vahdet
ehadiyet” denir. Ehad, bölünemez tek olandır. Vahit ise ayırımlı tekliktir. Yani, nesneler bu dünyada tek olarak bulunabilirler. Her insan tektir ve kendinin bire-bir kopyası yoktur. Bu bakımdan her insan vahittir ama ehad değildir. Ayan-ı Sabiteler de vahittirler. Her biri kendi başına bir tümeldir ama birden fazla olduklarından ehad olamazlar.
Dokuz Kategori
Görelilik Zorunludur
Cüzi ve Külli İrade İkili Mantık Çelişki Yaratır Tümel Olanın Birimleri |