İçinde yaşadığı toplumda elde ettiği bilincin karşılığını fazlasıyla ödeyen, eserleriyle geniş bir coğrafyayı ve zaman dilimini günümüze taşıyan Doğu’nun bilge Kâtibi, 1609 yılında İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mustafa olan Kâtib Çelebi, on dört yaşına kadar özel eğitim gördükten sonra Anadolu Muhasebesi Kalemi’nde göreve başladı. IV. Murad döneminde Doğu’ya yapılan seferlere kâtib olarak katıldı, Bağdat, Halep, Hicaz ve Revan’da gördüklerini kaleme aldı. 1635’te İstanbul’a döndüğünde dönemin ünlü bilginlerinin derslerine katılarak bir çok bilim dalında ihtisas yaptı. Katip Çelebi, Arapça ve Farsça’nın yanı sıra Fransızca ve Latince de öğrenerek, batıdaki bilimsel gelişmeleri izledi ve pek çok çeviri yaptı.
1645’te kalemdeki görevinden ayrıldıktan üç yıl sonra “Takvimü’t-Tevarih” isimli eserinin önemli görülmesi üzerine Şeyhülislam Abdürrahim Efendi aracılığıyla kalemde ikinci halifeliğe getirildi. Kendini bütünüyle okuma ve yazmaya veren Kâtib Çelebi çevirileriyle birlikte yirmiden fazla eser yazdı. En önemli eserleri din, tarih, coğrafya ve bibliyografya alanındadır. Astronomiyle ilgili bir çok eseri de dilimize çeviren Kâtip Çelebi, dünyanın yuvarlak olduğuna ilişkin teorik metinlere özel bir önem verdi.
En önemli eseri ise, Uzakdoğu’dan Ortadoğu’ya kadar çok geniş bir coğrafyayı ele aldığı “Cihannüma” adlı kitabıdır. Coğrafi yapıtların en önemlisi olan Cihannüma Osmanlı coğrafyacılığında yeni bir çığır açmıştır. Kâtib Çelebi Cihannüma’yı iki kez yazmıştır. 1648’de yazmaya başladığı ilki klasik İslam coğrafyası temelindeydi. Bu yapıtını henüz bitirmemişken eline geçen G. Mercator’un Atlas’ını Latinceden Türkçeye çevirterek yeni bilgiler edindi. Cihannüma’yı ikinci kez yazmaya girişti. Eski Arap, İran ve Osmanlı coğrafyacıların yapıtlarını da kullandı. İkinci Cihannüma, dünyanın yuvarlak olduğunu da kanıtlamaya çalışan fiziki coğrafya ağırlıklı bir giriş bölümünden sonra Kristof Kolomb ve Macellan’ın keşif gezilerinden söz eder. Cihannüma, özünde tüm İslam ve Hıristiyan coğrafyacılığının da temeli olan Batlamyus kuramına dayanmakla birlikte, o güne dek hemen hemen hiç yararlanılmayan Batı kaynaklarını Osmanlı coğrafyacılığına tanıtması bakımından büyük önem taşır.
Kâtib Çelebi’nin Batı’da da tanınan “Keşfü’z-Zünun” adlı eserinde on beşbine yakın kitap ve risalenin yazarlarıyla birlikte isimlerini kayda geçirdi. Arapça bir bibliyografya sözlüğü olan yapıtta 14.500 kitap ve risalenin adı ve yazarı verilir. İslam dünyasında da genel kabul gören Aristoteles’in bilim tasnifine görev ve alfabetik olarak düzenlenmiş olan yapıt, yirmi yılda tamamlanmıştır. En tanınmış yapıtlarından olan Tuhfetü’l-Kibar fi Esfari’l-Bihar’da kuruluş döneminden 1656’ya kadar Osmanlı denizciliğinin bir tarihçesi yanında Osmanlı donanmasının, tersane ve bahriye örgütünün işleyişini anlatır, kaptan-ı deryaların yaşam öykülerini verir. Sonunda da son zamanlarda denizlerde uğranılan başarısızlıkları giderme yolundaki öğütlerini sıralar.
Kâtib Çelebi, hem önemli yapıtlar vermiş hem de medresenin egemenliğindeki düşünce dünyasının dışında görüşler ileri sürmüş bir bilgindir. Batı kaynaklarının önemine dikkati çekmesi Latince öğrenmeye çalışması, bu dilden yapıtlar çevirmesi, Doğu kaynaklarına eleştirel bir gözle bakması dönemine göre çok ileri adımlardır. Kâtib Çelebi, 24 Eylül 1657’de İstanbul’da vefat etti.
Fuat Köprülü’nün Kaleminden Katip Çelebi
“Vefatı senesinde kaleme aldığı “Mizan-ül Hak” adlı mühim, matbu risalesinin sonunda, tercüme-i halini yazarken, bu öğrenmek hırsının kendisinde ne kuvvetli olduğunu ve bu yolda uykusuz geçen gecelerini samimiyetle tasvir etmiştir. Haftada bir iki gün resmi vazifesine gitmek suretiyle maişetini te’min ediyor, kalan zamanlarını okumakla ve yazmakla geçiriyordu. Fikri kabiliyeti ve ilmi seviyesi muasırlariyle mukayese edilemeyecek kadar yüksek olduğu için, birçok aleyhtarlar kazanmış, zamanında kafi derecede takdir edilememiştir. Onun kudret ve ihatasını ilk defa idrak edenler Avrupalı alimler oldu… Katip Çelebi, yalnız büyük bir alim, bir mütebahhir değil, zamanının idrak edemiyeceği kadar yüksek mütefekkir ve bir müceddittir.
Bu büyük alim ve cesur mütefekkir, aynı zamanda tam bir vatanperverdi. İlim ile hayat arasındaki sıkı rabıtayı daha o zaman idrak etmişti. Bugün Vefa mahallesinde Zeyrek’e inen caddenin solunda, kendi adını taşına yanmış mektep arasında kimsesiz, unutulmuş bir halde yatan Katip Çelebi işte böyle bir adamdı. Ondan sonra, o kudret ve ihatada alimler yetiştirebilseydik, bugünkü Türkiye manen, şimdiki seviyesinden çok yüksek bir seviyede bulunurdu.”