Ayşegül Kızılgök Altın
ayse.gul@aktanelektronik.com.tr
Çocukların neden mutlu olduklarını biliyor musunuz? Kendileri olarak kalabildikleri için. Belki de bizlere göre daha az sorumlulukları olduğu için. İstedikleri şeylere gülebildikleri, canları istediği zaman ağlayabildikleri, dilediklerini söyledikleri ve yaptıkları için… Kimseyle iyi geçinmek zorunda değiller, kimseyi sevmek zorunda değiller ama sevdikleri ile her şeyi paylaşabiliyorlar.
Dünya bir oyun bahçesi. Bunu çocukken biliyoruz ama büyüyünce unutuyoruz. Hayal kurma özgürlükleri vardır çocukların bizim gülüp geçtiğimiz. Sonra ebeveynler karışmaya başlar “Onu yapma, buna dokunma, o yasak, bu hata” diye… Yaş ilerledikçe sorumluluklar altında, yarışlar içinde ezilmeye başlarız. Hayallerimiz elimizden alınır; “Bu olmalıyız, bunu almalıyız, şunu yapmalıyız” şeklinde yaptırımlar sunarız ruhumuza. Sonra kendimiz ile olması gerekenler arasında sıkışıp kalırız. Sevmediğimiz işlerde, sevmediğimiz insanlara katlanmak zorunda buluruz kendimizi. Sonra insanlar sizi siz olduğunuz için sevmekten vazgeçerler, olduğunuzu sandığınız kişiye sevgi veya saygı göstermeye başlarlar. Bu noktada içiniz içinizi yer, kronik mutsuzluğa dönüşür. Özgüveninizi kaybetmeye başlarsınız çünkü bu kişi artık siz değilsinizdir. Yaptığınız iyilikleri bile sorgularsınız. “Neden?” dersiniz, “tanıdığım kişiler neden değişti?” Oysa değişen sizsinizdir. Sonra kişisel özgürlüğünüzü kaybetmeye, bağımlı olmaya başlarsınız. “Çoğu insan yirmili yaşlarda ölür; ama seksen yaşında gömülür.” Sorunlarınızı köşeye atarsınız çünkü onlarla savaşacak gücü, “kendiniz olmadığınız” için bulamazsınız. Bu noktada kırılma başlar; ya çarklar altında ezilirsiniz ya da dur dersiniz.
Dünyanın En Zor Savaşı
Hayatta en büyük/uzun yolculuk insanın kendi içine yaptığı yolculuktur. Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece-gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilme, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Eğer gidişattan memnun değilseniz, ruhunuzu özgür bırakmak zorundasınız. Ruhunuzu özgür bıraktığınızda daha rahat düşünmeye başlarsınız. Düşünmeye başladıkça çözüm üretebilir, kendinize dışarıdan bakabilirsiniz.
Herkes her şey olmak zorunda değildir. Herkesin farklı yetenekleri, bakış açıları vardır. Hepimizin aynı olmasını isteseydi Allah, bir model olurduk. Oysa biz, kendimiz olduğumuzda özeliz. Kendi özgürlüğümüzü kaybettiğimizde başka özgürlüklere de müdahale etmeye başlarız. “Sen şöylesin böylesin, bunu yapmak zorundasın”lar uzar gider. Kendi mutsuzluğumuz içine başkalarını da katmaya çalışırız. İnsanların yargılanmadığı bir dünya düşünsenize! Hatta kendinizi yargılamadığınız… Bazı insanlar vardır çevrenizde, pozitif ışıkları ile sizi şaşkınlık içinde bırakırlar, “Nasıl” dersiniz, “onların sorunları yok mu?” Hayır, onlar kendileri gibi oldukları için mutlulardır. İnsanların onları yargılamasını önemsemezler, bu sebeple yargılayanları da gülümseyerek yanıtlarlar.
“Kendini olduğu gibi kabul etmek istemeyen tek varlık insandır.” der Aristo. Kendinizi özgür bıraktığınızda huzuru bulacaksınız, başkalarını özgür bıraktığınızda (yargılamadığınızda) ise mutluluğu… Önce kendinizi affedin ve yargılamayı bırakın. Sonra insanları yargılamayı, eleştirmeyi, onlara sahip olmayı bırakın; kimse kimsenin sahibi değildir, kimse kimseye ait değildir! Zaten başkaları, kendi yaptıkları hataların bilincinde ve vicdani sorumlulukları altında ezilirler. Onları yargılamak yerine dinlemek ve sorgulamadan anlamaya çalışmak verebileceğiniz en güzel hediyedir.
Kendiniz gibi olun. Huzur verenlerden olun. İstediğiniz şeyleri yapın. Bırakın isteyen istediğini söylesin. Sizi siz olduğunuz için sevenler, ne olursanız olun sizinle aynı yolda gidenlerdir. İnanın, kendi ruhunuzun ışıltısı tüm kıyafetlerden daha şık duracaktır üstünüzde.
KUTU
“Yüreğin neredeyse, hazinen de oradadır.” (Paulo Coelho)
“Geçmişin keşkeleri, geleceğin endişeleri ile oyalanma. Ders al. Yoluna devam et. Dün dün ile beraber gitti. Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” (Mevlana)