Bu Akşam Televizyon İzledim

0
1063

Aile dostlarım ve yakınlarım, televizyon izlemediğimi bilirler.  Yalnız bu televizyon izlememe halimin, herhangi bir üstün özelliğimle veya protesto ile alakası yok. Yani televizyon izlemiyorum diye kendimi takva sahibi falan da hissetmiyorum. Sadece televizyon…

 

 

 

 Yazar:Yusuf YEŞİLKAYA
yusufyesilkaya@gmail.com

Eşim, televizyonun kumandasını bana doğru uzatırken büyük bir lütufta bulunuyormuş gibi bir eda ile konuştu:
—Al canım, sen konulu filmleri seversin. Hem aksiyon da var, bu filmi kaçırmamalısın.
—Hayatım teşekkür ederim ama izlediğin bir yer falan yok muydu?
—Diğer kanalda takip ettiğim bir dizi vardı ama ben yarın tekrarını izlerim.
—Filmin tekrarı yok mu?
—Filmin tekrarı yok canım. Hem televizyonda ilk kez yayınlanıyormuş.
—Teşekkür ederim hayatım, izleyelim o zaman.
Televizyonun kumandasını elime almış olmanın mutluluğu içinde koltuğa gömüldüm ve izlemeye başladım. Film gerçekten çok güzeldi. Yani bana göre güzeldi. Hem konulu bir filmdi hem de aksiyon vardı. Eşim bu arada patlamış mısır ve çay servisini ihmal etmedi sağ olsun. İyice şımarmıştım. Aslında elimde okumakta olduğum bir kitabım, yarım kalan bir yazım vardı ama bir akşam ertelemekten bir şey olmazdı herhalde. Yarın okurdum, yarın yazardım. Sadece otuz saniye kadar bunları düşündükten sonra kendimi zaten filme kaptırmıştım.
İzlediğim film bittikten sonra diğer kanallarda ne olduğunu merak ettim ve zaplamaya başladım. Başka bir kanalda sevdiğim bir aktörün duygusal bir filmi vardı. Hazır elime kumandayı geçirmişken izleyebilirdim. Reklâmlarda ihtiyaç molası verdikten sonra tekrar koltuğa yapışıyordum. Bu film bittiğinde eşimin ve çocukların çoktan uyumuş olduklarını fark ettim. Çocuklar zaten odalarında uyuyorlardı, eşimi uyandırıp odamıza gidelim diyecektim ki, Türk Sanat Müziği fasıl heyetinin başladığını gördüm. Böyle kaliteli müzikleri neden hep geç saate koyarlar sanki diye söylenerek fasıl heyetini izlemeye koyuldum.
Sanat müziği konseri bittiğinde göz ucuyla saate baktım. O da ne? Olamaz! Saat iki buçuk olmuştu. Eşimi uyandırıp odamıza gidelim dediğimde o da saate bakarak bana söylendi.
—Ya hayatım bu saate kadar televizyon izlenir mi?
—Dalmışım hayatım, vaktin nasıl geçtiğini fark etmedim.
—Madem oturuyorsun, insan üzerime bir şey örter. Bak her tarafım tutulmuş.
—Tamam canım, hadi uyuyalım geçer.
—Hı hı, geçer. Geç dalganı!
Saat iki buçukta yatmıştım ama kafamın içi kazan gibiydi. Başıma saplanan ağrı da cabası. İzlediğim dövüş sahneleri hala gözümün önündeydi. Türk sanat müziğinin eşsiz nağmeleri kulaklarımda çınlıyordu. Neyse zor bela uyumuştum. Rüyamda televizyonda izlediğim kahramanların yerine ben dövüştüm ama sanatçıların yerine ben söylemedim.
Oğlum gelip tepeme çıkmıştı. Bir yandan üzerimde zıplıyor diğer yandan cıyak cıyak bağırıyordu:
—Baba kahvaltı hazır. Hepimiz seni bekliyoruz. Hadi kalk artık!
Gözümü tam açamıyordum ve başımın ağrısı hala geçmemişti. Sabah olmuştu ve Allahtan bu gün tatildi. Zorlukla kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Kahvaltı sofrasında aile üyeleri beni bekliyorlardı. Eşim önce imalı bir günaydın çekti ve gülerek ekledi:
—Bu evde sana bir daha kumanda vermek yok!
Ben de gülerek cevap verdim:
—Kumandayı bana verirseniz en büyük hatayı işlemiş olursunuz zaten.
Aile dostlarım ve yakınlarım, televizyon izlemediğimi bilirler.  Yalnız bu televizyon izlememe halimin, herhangi bir üstün özelliğimle veya protesto ile alakası yok. Yani televizyon izlemiyorum diye kendimi takva sahibi falan da hissetmiyorum. Sadece televizyon izleyecek zamanım olmadığı için televizyon izlemiyorum. Allahtan izlemiyorum, bir gece izlemek istedim, düştüğüm hallere kendim de inanamadım.
Aslında icat olarak televizyon çok özel bir buluş olabilir. Dünyanın öbür ucundaki olaylar saniyesinde evimizde görünüyor. Bu yönüyle baktığımızda bir teknoloji harikası olarak değerlendirilebilir. Ya da “izlemesini bilmiyorsan televizyoncular ne yapsın?” şeklinde mazeretler üretilebilir. Ancak televizyonun yararlı veya zararlı yayınlar yayınlıyor olmasından daha önemli yönü, izleyicinin tek taraflı olarak bilgi ve görüntü bombardımanına tabi tutuluyor olmasıdır. Yani izleyici sadece alıcı konumundadır. Bazı bilim adamlarının televizyona aptal kutusu demelerinin bu konu ile alakası var mı bilmiyorum ama bir akşamda beni uyuşturduğunu söyleyebilirim.
Yapılan araştırmalar, haftada on saatten fazla televizyon izleyen bir çocuğun okuldaki derslerinde çok da başarılı olamadığı yönündedir. Örneğin günde üç saat televizyon izleyen bir çocuk, yılda 20 bine yakın reklâm izlemiş oluyor. On altı yaşına gelinceye kadar bir çocuk 200 binden fazla şiddet görüntüsü, 33 bin de cinayet görüntüsü izlemiş olacaktır. Normalde insanın doksan altı saatte sindire sindire algılayabildiği görüntü miktarı televizyon sayesinde birkaç dakikada verilmektedir. Yani algılarımız, idrakimiz, izanımız bombardıman edilmektedir. Beden ve ruh sağlığımız, çok hızlı bir şekilde tahrip edilmektedir.
Bilim adamları televizyonun çocukları aptallaştırıcı etkisine dikkat çekmekte ve uzun süre televizyon izleyen çocukların, konuşma ve kendini ifade etme yeteneğinin ciddi şekilde hasara uğradığını belirtmektedirler.
Daha televizyonlarda yayınlanan programların içeriğinden, gençler için özendirici ve model teşkil eden argo kültüründen henüz bahsetmedik. Özellikle gençlerin, izledikleri karakterdeki gibi konuşmaya çalıştıklarını, giyim tarzlarını onlara benzetmeye uğraştıklarını, güzel Türkçemizi nasıl katlettiklerinin sayısız örneklerine yaşadığımız toplumda tanık oluyoruz.
Okumak için zaman bulamayan bizler, televizyon karşısında saatlerimizi çok cömert harcıyoruz. Evlerin başköşesi eskiden bilge insanlara verilirmiş. Güzel masallar anlatılırmış. Nineler, torunlara güzel hikâyelerle toplumsal değerlerimizi taşırlarmış. Şimdi evlerimizin başköşesinde televizyon var. Televizyon ne gösterirse onu görüyoruz, televizyon ne anlatırsa onu kabulleniyoruz.
Öğrenci velilerimden ısrarla istediğim bir şeyi okurlarımdan da istiyorum. Lütfen evlerimizde aile okuma saatlerimiz olsun. Aile üyelerinin uygun olduğu bir zaman diliminde bilgisayarlar kapansın, televizyonlar sussun ve kitaplar açılsın. Bir saat, iki saat gibi çok uzun zaman demiyorum ama en azından yarım saat kitap okunsun. Okumanın tadını, çocuklarımızla okuyarak yaşayalım. Çünkü çocuklarımız söylediklerimizin büyük bir çoğunluğunu yapmıyorlar ama yaptıklarımızın çoğunluğunu taklit ediyorlar. Bu nedenle televizyonun karşısında yayılmalarımızı değil, kitapların içinde bilgi denizinde kaybolmamızı taklit etsinler.

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız