Kaç Tür Disleksi Vardır

0
4333

Disleksi NEDİR?

Öğrenme zorluğu, bir çocuğun özellikle okul ortamında gerektiği şekilde öğrenmesini engelleyen bir durumu belirten genel bir tanımdır. Öğrenme zorluğu olan bir çocuk, dinleme, kendini ifade etme. Okuma, yazma, neden-sonuç ilişkisi oluşturma, matematik becerilerini kazanma ve kullanmada önemli güçlüklerle karşılaşır.
Bir çocuğa öğrenme zorluğu tanısı koyabilmek için o çocuğun zekasının normal hatta normalin üzerinde olduğuna, duyu organlarıyla ilgili bir zorluğunun olmadığına, çevreden aldığı uyaranların yeterli olduğuna emin olmamız gerekir. Öğrenme zorluğ, genel olarak üç başlık altında incelenir: Okuma zorluğu (disleksi), yazma zorluğu (disgrafi) ve matematik zorluğu (diskalküli). Öğrenme zorluğu, yapısal nedenleri olduğu düşünülen gelişimsel bir bozukluktur. Bu zorluk, çocuğun okul yaşamında çeşitli sıkıntılar yaşamasına neden olabilir; bu nedenle çocuğun okul yaşamının başında, bu konuyla ilgili profesyonel destek alması, onun öğrenme için gerekli becerilerini geliştirmesine ve kendine uygun öğrenme yolları bulmasına yardımcı olabilir. Ancak, öğrenme zorluğunun kesin bir çözümü yoktur.

Kaç Tür Disleksi Vardır? Bunları Kısaca Tanımlar mısınız?

Öğrenme zorluğu, şu alt başlıklar halinde incelenebilir:

1. Gelişimsel Konuşma ve Dil Bozuklukları: Dil alanındaki zorluklar genellikle öğrenme güçlüğünün ilk habercisidir. Bu çocuklar sözcükleri telaffuz ederken zorlanabilirler, örneğin itfaiye yerine itmaiye, problem yerine proglem diyebilirler. Bazı çocuklar da, konuşmayı bir iletişim aracı olarak kullanmakta çok becerikli değillerdir; isteklerini, duygu ve düşüncelerini ifade etmekte zorlanırlar, ayrıca kendilerine söylenen şeyleri tam olarak anlayamazlar. Bu çocuklar sıklıkla şey, işte, filan gibi sözcükler kullanır, Gözüm seni bir yerden ısırıyor gibi mecazi anlamı olan ifadeleri anlamakta zorlanabilirler.
2. Gelişimsel Okuma Bozukluğu(Disleksi): Okumayı öğrenmek için yerine getirilmesi gereken işlemler oldukça karışıktır:

Çocuğun, sayfa üzerinde belli bir yere odaklanması ve göz hareketlerini sayfa boyunca kontrol etmesi gerekir. Okuma zorluğu olan bir çocuk, okumaya çalışırken, sözcüklerin başına odaklanmakta zorlanabiliri ve sözcüğün ortasından başlayabilir, örneğin baştakiler sözcüğüne ta diye başlayabilirler; okurken sıklıkla yerlerini kaybederler, satır ya da sözcük atlarlar.
Hangi harfle hangi sesin eşleşeceğini öğrenmesi gerekir. Çocuk, benzer görüntü ve ses veren harfleri ayırt etmekte zorlanabilir; deniz yerine beniz, su yerine şu okunması sıkça yapılan yanlışlardır.
Sözcüklerin anlamını ve gramer kurallarını bilmesi gerekir. Bu konuda zorlanan çocuk, özne ile eylemi birleştiremez, sözcükleri parçanın anlamını bozan bir şekilde okuduğunda bunu fark edemez.

Çocuğun ayrıca,

Okuduğu metinden fikirler ve imgeler çıkarabilmesi.
Bildikleriyle yeni öğrendiklerini birleştirebilmesi.
Öğrendiklerini belleğinde tutabilmesi gerekir.

Bütün bunları yapabilmek için de, beynin görme, dil ve bellek alanlarının işbirliği içinde olmalıdır.

3. Gelişimsel Yazma Bozukluğu (Disgrafi): Yazılı ifade, iiletişimin en üst düzey ve en karmaşık şeklidir. Yazılı ifade, sözel dili kullanmayı, okuma yeteneğini, kelimeleri doğru olarak oluşturabilmeyi, yazım kurallarını bilmeyi ve yazıyı planlayabilmeyi gerektirir. Yazmada zorluk çeken bir çocuk, öncelikle, sözcükleri oluşturmakta, hangi sesi hangi harfle eşlemesi gerektiğine karar vermede zorlanacaktır. Bu nedenle, öğrenme zorluğu olan çocukların yazı yazması yaşıtlarından daha uzun zaman alır. Ayrıca, bu çocuklar, hangi sesin hangi harfe karşılık geldiğini bulmada ve sesleri/harfleri doğru olarak sıralamada da çok zorlanabilirler, bu nedenle, yanlış ve eksik yazma çok sık görülen hatalar arasında yer alır, örneğin �geliyorlarmış� sözcüğünü �geliyormus� şeklinde yazabilir. Öğrenme zorluğu olan çocuklar, yazım kurallarına ve noktalama işaretlerine de dikkat etmezler, kelimeleri, nokta ve virgül ile ayırmadan peşpeşe yazabilirler, hecelerin arasına boşluk bırakabilirler. �Alidisarıyatop oy namaya cıkmısti�, tipik bir örnek olabilir. Sonuç olarak, bu çocuklar uzun yazılı ifadelerde pek başarılı değillerdir, çok kısa yazılar yazmayı tercih ederler.

4. Gelişimsel Aritmetik Bozukluğu (Diskalkuli): Bu çocukların konuşmaları genelde akıcıdır ve görsel hafızaları da iyidir. Ancak bu çocuklar, zaman ve yön ile ilgili soyut kavramlarda zorlanabilirler; örneğin dün-bugün-yarın kavramları onlar açısından güçlük yaratan kavramlardır; sıralamada başarılı değillerdir, örneğin olayları anlatırken hangisinin önce hangisinin sonra geldiğini söyleyemezler, işlerini sıraya koyamazlar; zamanlamada da zorlanırlar, bir işin ne kadar zaman alacağını kestiremezler. Bu çocukların isim hafızaları zayıftır. Zihinden işlem yapmakta, para hesabında zorlanırlar. Aritmetik/matematik alanlarında zorlanan çocuklar, işlemlerin kurallarını unutabilirler, eldeleri unutabilirler, toplama diye başlayıp çıkarma ile devam edebilirler. Çarpım tablosunu akıllarında tutmak, matematik problemlerini çözmek için belli stratejiler geliştirmek de bu çocuklar için zordur.

5. Sözel Olmayan (Non-Verbal) Öğrenme Zorluğu:
Bu, öğrenme zorluğu ile bağlantılı olarak tanımlanan daha yeni bir alandır. Bu çocukların özellikle motor beceri, görsel-mekansal organizasyon ve sosyal becerilerde zorluk yaşadıklarını belirtmek gerekir. Sporda, bedenini kullanmada zorlanma, mekan içinde yönünü bulamama, sağını-solunu öğrenememe, sayfayı iyi kullanamama, insanların beden dilini anlamada zorlanma bu zorluğu yaşayan çocukların tipik özellikleri arasında yer alır.

Disleksi Hangi Yaşlarda Anlaşılabilir ve Kesin Tanısı Nasıl Konur?

Okul döneminde �öğrenme zorluğu� tanısı alan çocukların okul öncesi dönemde bir takım belirgin özellikleri olduğu artık fark edilmiş olsa da, kesin tanıyı koymak için, çocuğun ilkokula başlamasını beklemek gerekir. Okul öncesi dönemde, dikkat çekebilecek bazı noktalar şunlardır:

Çocuğun emeklemeyi geç öğrenmesi ve emeklerken vücudunu uyumlu bir şekilde hareket ettirememesi
Çocuğun konuşmayı geç öğrenmesi, cümle kurmakta yaşıtlarından geç kalması, bazı sözcükleri doğru telaffuz etmede yaşıtlarına göre zorluk çekmesi
Çocuğun kavram öğrenmekte zorlanması, örneğin renk, sayı,şekil, zaman kavramları
Çocuğun uzun süre el tercihinin oluşmaması, kalemi tutmada zorlanması
Çocuğun, yaşıtları dinleyebildiği halde bir öykü kitabını sonuna kadar dinleyememesi, dinlediklerini anlatamaması
Çocuğun, hazırlık sınıfında yapılan çizgi çalışmalarından kaçınması

Öğrenme zorluğu tanısı koymak için, öncelikle çocuğun duyu organlarının normal olduğundan, çocuğun yoğun duygusal problemler yaşamadığından, çevreden yeterli uyaran aldığından ve zekasının normal olduğundan emin olmak gerekir. Çocuk, öğrenme için hiçbir engeli olmadığı halde, sınıfından beklenen düzeyde öğrenmekte zorlanıyorsa, öncelikle bir uzmana başvurmalıdır. Bu uzman, bir çocuk psikoloğu veya çocuk psikiyatristi olabilir; uzmanlar arsındaki işbirliği de tanının kesinliği açısından önemlidir. Aileyle yapılan kapsamlı bir öngörüşme, bu konuya yönelik testler, çocuğun okuma, yazma ve matematik alanlardaki düzeyi incelenmek yoluyla, çocuğun öğrenme zorluğu tanısı almak için belirtilen özelliklere sahip olup olmadığı anlaşılır.

Tedavi ya da Terapi ile Disleksinin Tamamen Ortadan Kalkması Mümkün müdür?

Öğrenme zorluğu yapısal bir zorluk olduğu için, diğer bir deyişle çocuk bu özellikle dünyaya geldiği için, bu zorluğun bütünüyle ortadan kalkması mümkün değildir. Bu zorlukla baş etmek için en etkili yöntem, çocuğun bir uzman tarafından zorlandığı alanların geliştirilmesi ve öğrenme için gerekli bütün alanların bir arada kullanılmasını sağlamak amacıyla bir özel eğitim programına alınmasıdır. Bu çerçevede yapılan çalışmalar sonucu, çocuğun öğrenme kalitesi ve hızı artar, bu da çocuğun motivasyonunu artırır. Çocuk, zaman içinde, kendi açısından en verimli öğrenme ve ders çalışma yolunu keşfetmeye başlar. Sonuç olarak, söz konusu olan, çocuğun sorunun geçmesi değil, çocuğun ve çevresindeki kişilerin bu sorunla baş etmeyi öğrenmeleridir.

Disleksi Sorunu Olan Bir Çocuğa Ailede ve Okulda Yaklaşım Ne Olmalıdır?

Öğrenme zorluğu tanısı almış bir çocuğun ailesinin ve öğretmenlerinin öncelikle, çocuğun davranışlarına ve tepkilerine bakış açılarını değiştirmeleri gerekir. Çocuğun, sanki istese yapacakmış gibi algılanması yerine, başarmak için kendini çok zorlaması gerektiği ve bunun çocuk açısından çok da keyif verici bir durum olmadığının bilinmesi önemlidir, bir başka deyişle çocuk �yapmıyor� değil, �yapamıyor�dur. Bunun dışında dikkat edilmesi gereken noktalar şu şekilde sıralanabilir:

Çocuğun ev ve okuldaki çalışma ortamı dikkatini en az dağıtacak şekilde ayarlanmalıdır. Çocuğa belirli bir çalışma mekanı sağlanmalı, günlük düzen ve öğrencilerden beklenenler, kısa ifadelerle ve sık aralıklarla öğrenciye iletilmelidir.
Özellikle küçük sınıflarda, bir yetişkin çocuğun çalışmalarını yapıp yapmadığını denetlemeli, çocuğun kendi sorumluluğunu tümüyle üstlenmesi daha üst sınıflara bırakılmalıdır.
Çocuğun daha rahat öğrenebilmesi için birden fazla algı kanalının kullanılması önemlidir. Sadece dinlemek değil, o konuyla ilgili bir film izlemek, bir yeri ziyaret etmek, bir deney yapmak, çocuğun daha rahat öğrenmesini sağlar. Bu süreç içersinde, çocuğa sıkça sorular sorulması, gelinen aşamayı, bir yetişkinin yardımıyla özetlemesi çok yararlı olacaktır. Bu bağlamda, çocuğun öğrenmesi gereken konuları, bir banda okumak ve çocuğun aynı konuyu bu bant eşliğinde okuması onun öğrenmesini kolaylaştıracaktır.
Çocuğun, evde ödevleri için ayırdığı bir zaman dilimi mutlaka olmalıdır. Çocuk, çalışmaya başlamadan önce, o zamanı nasıl kullanacağı, hangi işe ne kadar zaman ayıracağı çocukla birlikte planlanmalı ve çocuğun bu plana ne kadar uyabildiği, yine kendisiyle birlikte değerlendirilmelidir.
Çocuğa verilecek yönergeler kısa olmalı, çocuğun yönergenin verilen bölümünü kavradığından emin olduktan sonra diğer bölümleri verilmelidir.
Çocukla, bir öykünün sonunu tamamlama, benzer özellikte sözcükler bulma, sözcük bulmacaları oynamak onun sözel becerilerini arttıracaktır.
Bu çocuklar, okuma ve yazmada zorluk çektikleri için, bu konulara doğrudan yaklaşmak onlara çok da cazip gelmez. Sevdikleri konularla ilgili dergiler okumak, çizgi romanlar, bir yemek tarifine göre yemek yapmak, bu becerileri kullanmayı daha hoş hale getiren yöntemler olabilir.

 

Disleksi tam olarak nedir?

Disleksi deyince çoğu insanın aklına sözcükleri ya da cümleleri tersten okumak ya da ‘b’ ile ‘d’ yi birbirine karıştırmak gibi bir konuşma bozukluğu gelir. Bu, disleksinin strefosimboli olarak bilinen bir çeşididir sadece. Disleksi aynı zamanda gelişimsel okuma bozukluğu olarak da bilinir ve kişinin sözlü ya da yazılı dili anlama yetisini etkiler. Diğer bir deyişle, genel olarak dille ilgili öğrenme bozukluğu denebilir. Alış veriş listesi yapmak, gazete okumak ya da banda okunmuş bir hikaye dinlemek gibi çoğumuzun düşünmeden ve önemsemeden yapığı işler disleksik olanlar için son derece sorunlu olabilir. Yapılan araştırmalara göre, nüfusun yaklaşık yüzde 15 ila 20 arası, bir çeşit okuma bozukluğu çekmektedir ve bunların yaklaşık yüzde 85’inde ise bir tür disleksi vardır.
Beyindeki bir takım hastalıkların, diskalkuli (matematik kavramlarını anlamada ve matematik problemlerini çözmede zorluk) ve disgrafi (yazı yazmakta, harfleri oluşturmakta hatta belli bir alan içine çizgi çizmekte güçlük çekme) gibi diğer öğrenme bozuklukları yaptığı sanılmakla birlikte tıp araştırmaları bunların beyindeki bir hastalıktan değil beyindeki fonksiyon bozukluklarından kaynaklandığını ortaya koymuştur. Beyin-imgelem çalışmaları dislektik insanların beyinlerinin dislektik olmayanlara göre farklı geliştiğini ve çalıştığını göstermiştir. Dahası disleksinin genetik yoluyla sonraki nesillere geçtiği de saptanmıştır. Anne babadan birinin ya da her ikisinin de dislektik olması durumunda çocuğunun da dislektik olma olasılığı son derece yüksektir.
Disleksi çok sayıda insanı etkilemekte ancak insandan insana da farklılıklar göstermektedir.
Dislektik çocuklarda gözlenmesi gereken ortak özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
·Sözcükleri telaffuz etmede zorluk
·Sözcüklerle sesler arasında bağlantı kuramama
·Alfabeyi, sayıları ve haftanın günleri gibi sıralı listeleri öğrenmede güçlük
·Zamanı söylemede zorluk

Daha büyük çocuklarda görülebilecek belirtiler ise şöyle sıralanabilir:
·İmlada, hecelemede yanlış yapma, aynı sözcüğü değişik şekillerde yanlış yazma
·Sayıları ve harf sıralarını ters çevirme, matematik işaretlerinin yerlerini değiştirme
·Yüksek sesle okumaktan hoşlanmama ya da sürekli kaçınma
·Yazı yazmada zorluk
·Sınıftaki yaşıtlarına oranla çok daha alt düzeylerde performans gösterme
·Hatırlamakta güçlük

Disleksinin daha ileri yaşlarda hatta yetişkinlerde görülmesi de mümkündür. Gözlenebilecek özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
·Zamanı kullanmada zorluk
·Sözcükleri doğru yazamama
·Yazılı ustalık gerektiren işlerden çok sözlü olanlara yönelme, hatta yazıyı sürekli reddetme
·Sınavlarda ve mülakatlarda sonu açık soruları yanıtlamada zorluk
·Planlama ve örgütleme yetisiyle ilgili sorunlarla karşılaşma
·Düşüncelerini özetleme de ya da ana hatlarını çıkarmada zorluk çekme

Bu özelliklerden birkaçını gösteriyor diye kişiye dislektik tanısı koymak doğru değildir. Disleksi tanısı konulabilmesi için bir dizi testten geçirilmesi gerekir. Yetkili bir eğitim danışmanı, terapist ve diğer uzmanlar tarafından kişinin, imla, matematik, çizim, sıralama, görsel keskinlik, tarama yetisi gibi bir dizi sınama ve genel bir zeka testine tabi tutulması gerekir.
Son derece zeki olan insanların da dislektik olabileceği unutulmamalıdır. Kendi alanlarında uzmanlaşmış ve ünlenmiş pek çok kişinin dişlektik olduğu bilinmektedir.

Bazı ünlü dislektikler:
Fred Astaire
Alexander Graham Bell
Cher
Agatha Christie
Winston Churchill
Tom Cruise
Leonardo da Vinci
Thomas Edison
Albert Eistein
Magic Johnson
George Washington

ÇOCUĞUNUZ ÖĞRENEBİLECEK Mİ?
Haftanın günlerini öğrenebilecek mi?”, “Mars’ta yaşam üzerine konuşabiliyor, ama 2 ile 2’yi neden toplayamıyor?”, “Niye okulda iyi değil?”, “dede”yi neden “bebe” diye okuyor?”, ” b ve d harfleri arasındaki farkı göremiyor mu?”, “Anlamını bildiği bu kelimeleri neden okuyamıyor?” “Neden aklı kadar başaramıyor?”, “Dört farklı aritmetik probleminin hepsine birden neden aynı cevabı veriyor?”, “Çok iyi bir çocuk, çok çalışıyor ama neden yapamıyor?”, “Her yıl aynı noktada, sanki yalnızca yaşı büyüyor”. Anne babalarda bu soruları uyandıran çocuk kimdir? Onlar okulda başarısız, ama zeki çocuklardır. Bu çocuklar “çini”yi “için” diye okurlar. 41’i 14 yazarlar, p’yi
d, d’yi b yazarlar ve bir kelimeyi oluşturan harflerin sırasını hatırlayamazlar. Ödevlerini tahtadan alamazlar, kaybederler, kitaplarının yerini unuturlar, eşyalarını kaybederler, içinde bulundukları yılı, günü ve mevsimi ayırt edemezler. Kahvaltıya öğle yemeği diyebilirler; dün, bugün ve yarını karıştırabilirler. Gördüklerini hatırlayamazlar ya da zihinlerinde canlandıramazlar. Bu çocuklar sınıfta öğrenemezler. Bu çocuklar, bir cümle ya da fikrin ortasından başlayabilirler ya da bir cümlenin ortasında durabilirler. Bazı durumlarda toplama, çarpma yapabilirler; ama çıkartma ya da bölme yapamazlar. Kimi zamanda matematiği yalnızca zihinden yapabilirler, ama yazamazlar. Kelimeleri yüksek sesle okurken harfleri ve heceleri atlayabilirler ya da ekleyebilirler.
ALTI YAŞINA GELEN tüm normal çocuklar artık bir eğitim alabilecek zihinsel gelişim düzeyine gelirler. Okula giderler ve ilk öğrendikleri şey okumaktır. Öğrenme bozukluğu adı verilen sorunu yaşayan çocuklarda ise bu hazırlık henüz tamamlanmamıştır. Öğrenmeye yardım eden zihinsel organizasyon bazı bakımlardan yeterli değildir. Okuyamazlar, yazamazlar, matematikte zorluklar yaşayabilirler; ancak zekâ düzeylerinde bir sorun yoktur. Bu çocuklar, özellikle öğrenme bozukluğunun tanınmadığı toplumlarda okulda ve ailelerinde “anlaşılamama” sorunu yaşarlar. Okuyamadıkları ya da yazamadıkları için zekâ düzeylerinden kuşku duyulur. Aileler paniğe kapılır, öğretmen öğretememenin sıkıntısını duyar ve giderek büyüyen bir sorunlar yumağıyla çoğunlukla herkes çocuğa yüklenir durur. Tabii bu yüklenme biraz boşadır, çünkü çocuğun bu farklı durumuna ilişkin pek bir şey bilinmiyordur. Yalnızca öğretmek vardır. Bu tablonun sergilendiği bir çocuk için bir doktor “nörolojik bir olgunlaşmamışlık” ya da “minimal beyin disfonksiyonu”; bir eğitimci “öğrenme bozukluğu” adlandırmalarını kullanır.
Öğrenme bozukluğunun son yıllarda en çok kabul gören tanımı 1988 yılında ABD Ulusal Öğrenme Bozukluğu Birleşik Komitesi (NJCLD) tarafından yapılmıştır. Bu tanıma göre, “Öğrenme bozukluğu genel bir terimdir ve dinleme, konuşma, okuma, yazma, akıl yürütme ile matematik yeteneklerin kazanılmasında ve kullanılmasında önemli güçlüklerle kendini gösteren heterojen bir bozukluk grubudur”. Bu bozuklukların bireyin yapısıyla ilgili olduğu ve merkezi sinir sistemindeki işleyiş bozukluğuna bağlı olduğu varsayılıyor. Ayrıca kendini idare etme, sosyal algılama ve sosyal etkileşim sorunları da birlikte görülebilir. Bu tanım, sorunun yaşla birlikte düzelmediğini ve öğrenme bozuklukları ile öğrenme sorunlarının farklı olduğunu vurgulamaktadır. Öğrenme bozukluğu, genel kapsamlı bir terim; çünkü, çok sayıda sorunu içeriyor. Örneğin, okuma sorunları için disleksi (dyslexia), yazı sorunları için disgrafi (disgraphia), matematik sorunları için diskalkuli (dyscalculia) terimleri kullanılıyor ve öğrenme bozukluğu bu sorunların tümünü içeriyor. Öğrenme sorunlarından diğer bir grup da hiperaktivite ve dikkat eksikliği bozukluğu gibi terimlerle adlandırılıyorlar.
Öğrenme bozukluğunun ortaya çıkmasının tek bir nedeni yok. Doğum öncesi (yetersiz beslenme, annenin geçirdiği enfeksiyonlar, ilaç kullanma…), doğum sırasında (uzun ve zor doğum, plasenta ve göbek kordonu anomalileri…), doğum sonrası (doğumdan sonra nefes alana kadar geçen sürenin uzunluğu, erken yaşta ateşli hastalık, başa hızlı darbe…) ve kalıtsal (ailelerde öğrenme bozukluğu olan başka kişilerin de olması) etmenlere bağlı olarak ortaya çıkabilir. Öğrenme bozukluğunun ortaya çıkma nedeni ne olursa olsun, önemli olan ailelerin ve eğitimcilerin sorunun varlığını kabul edip çözüme yönelmesidir. Bu çocukların aileleri doğal olarak diğer anne babalara göre farklı duygular yaşarlar. Kimisi sorunun nedenini dışarıda görür ve çözümü, okul-öğretmen gibi dış etmenleri değiştirmekte arar. Kimisi suçluluk duyar, kızgınlık hisseder. Endişe veren bu durum, anne babaları depresyona kadar sürükler. Tüm bunlar, aslında sorunun varlığını kabul edememeyle ilgili tepkilerdir. Çocuk ve anne baba açısından en olumlu yaklaşım, anne babanın sorunun varlığını kabul ederek, çocuğa yardım yoluna geçebilmesidir. En uygun ve yeterli yardımın verilebilmesi şansı “Evet, benim çocuğumda öğrenme bozukluğu var.” diyebilmeyi yürekten başarmayla artar.
Öğrenme bozukluğu olan çocuk neler hisseder, neler yaşar? “Hiçbir şeyi doğru yapamıyorum.”, “Ben yeterince iyi değilim.”, “Ben aptalım.”, “Ben geri zekâlıyım.”, “Kimse beni sevmiyor.” gibi duygu ve düşünceler öğrenme bozukluğu olan ve psikolojik destek almayan çocukların hissettiklerinden yalnızca bir kısmı. Bu cümlelerden de anlaşılacağı gibi öğrenme bozukluğu nedeniyle yaşantısının ona sunduğu deneyimler, onun kendine ilişkin olumsuz düşünceler geliştirmesine yol açar. Çünkü, ailesi ya da öğretmeni çoğunlukla yalnızca olumsuz yönleriyle ilgilenir; olumlu yönleriyle ilgilenen pek olmadığından kendini sevmemesine ve kabul etmemesine yol açan duygu ve düşüncelere sahip olur. Kendi dünyasını hep yanlışlardan (yanlış yazan, yanlış okuyan, yanlış hesaplayan) oluşan bir dünya olarak algılar ve sonuçta kendini “yanlış” bulur hale gelir.
“Benim neyim var?” sorusunu çok sık sorar. Bu noktada özellikle anne baba ve öğretmenin çocukla etkili bir iletişim içinde olması çok önemlidir. Duyulmaya ve anlaşılmaya çok gereksinimi vardır. Gerçekte zeki olduğunu, ama öğrenmek için diğerlerine göre daha çok zaman harcaması gerektiğini ve yavaş da olsa bir gün mutlaka yapacağını bilmeye çok gereksinimi vardır. Benlik algısının güçlenmesi için kendiyle ilgili olumlu mesajlara da çok gereksinim duyar. Çoğunlukla diğerlerinin beklentilerini karşılayamadığı için kızgındır. Kendine kızgındır. Geç olgunlaştığı için bağımsız bir birey olmak adına kazanacağı becerileri daha geç kazanır. Toplu taşım araçlarını kullanmak, para hesabı yapmak, basit yemekler pişirmek, saati anlamak, masa hazırlamak, yatak toplamak, telefon kullanmak gibi işleri kendi başına başarmayı öğrenmek ona iyi gelir. Çünkü, bağımsızlığa geçişte bu becerileri kazanmış olmak oldukça önemlidir.
Akıllıyım, Yaratıcıyım, Disleksiliyim
En sık rastlanan öğrenme bozukluklarından olan disleksi ile ilgili ilk bulgular, 1896 yılında bir İngiliz doktor olan W. Pringle Morgan tarafından elde edildi ve British Medical Journal’da yayınlandı. Morgan makalesinde 14 yaşında olan Percy adındaki erkek çocuğunun her zaman akıllı ve zeki bir tutum içinde olduğunu, yaşıtlarıyla kıyaslandığında oyunlarda hızlı olduğunu ve arkadaşlarından geride kalan hiçbir yönü olmadığını, ancak okuyamadığını belirtiyordu. Bu dönemlerde disleksinin görme sistemiyle ilgili olduğu düşünülüyordu. Çünkü, disleksinin en belirgin özelliklerinden biri harflerin ve kelimelerin karıştırılması ve tersten algılanmasıydı. Bu bakış açısından yola çıkan bir düşünceyle disleksiyle baş etmek için göz eğitimleri yaptırılıyordu. Daha sonra yapılan çalışmalar ise disleksinin görmeyle ilgili bir bozukluk olmayıp dil sistemiyle ilgili bir bozukluk olduğunu ortaya koydu. Bugün göz eğitiminin disleksiyle yaşamayı kolaylaştırmadığı da artık kesinlikle kabul gören bir gerçek. Bugünkü bilgilerin ışığında, disleksi, fonem adı verilen dil birimlerinin birbirinden farklılıklarının ayırt edilmesi sırasında ortaya çıkan bir bozukluk.
Disleksi, genellikle çocukluk döneminde, okumaya başlama aşamasında fark ediliyor. Bir hastalık değil, ama okumayla ilgili zihinsel süreçlere ilişkin bir farklılık. Bozukluğun bilim adamlarına en çok zorluk çıkaran yönlerinden biri de bu özelliği taşıyan çocukların hiçbirinin birbiriyle tam bir benzerlik içinde olmaması. Bu bozukluğu taşıyanların en belirgin özelliği aynı yaş ve zekâ düzeyindeki diğer çocuklara kıyasla okuma düzeylerinin daha düşük olması. Okuma düzeyinin düşüklüğü örneğin, ilkokul dördüncü sınıftaki bir çocuğun okuma düzeyinin ikinci sınıftaki bir çocuğunki gibi olması anlamına geliyor. Bu durumdaki bir çocuk “okumada iki yıl geride” olarak adlandırılıyor. Böyle bir çocuğun okuma düzeyinin düşük olmasının nedeni her durumda disleksi olmayabiliyor. Disleksi olmayıp okuma sorunları yaşayan çocukların olduğu da unutulmaması gereken bir konu. Okumayı sınıf düzeylerine göre değerlendirmek bazı yönlerden yeterli olabilir; ancak yanıltıcı da olabilir. İlkokul dördüncü sınıftayken iki yıl geride olan bir çocuk, lise ikinci sınıfta olup, iki yıl geride olan bir çocuğa göre büyük zorluklar içindedir. İlkokul dördüncü sınıftaki çocuk ilk sınıflarda öğretilen okuma becerilerinin az bir kısmını öğrenebilmiştir; ancak bu ölçüye göre lise ikinci sınıftaki öğrenci aradaki 3 yıllık zaman içinde iyi bir okuyucu olmak için gereken becerilerin % 80’ini kazanmış olur.
Samuel T. Orton, disleksi üzerinde ilk çalışan nörologlardan biri olup, 1920’lerde disleksinin sık karşılaşılan özelliklerini şöyle belirlemişti:
* Yazılı kelimeleri öğrenme ve hatırlamada zorluk.
* b ve d, p ve q harflerini, 6 ve 9 gibi sayıları ters algılama; kelimelerdeki harfleri ya da sayıları karışık algılama, ne’yi en; 3’ü E; 12’yi 21 olarak algılamak gibi.
* Okurken kelime atlamak.
* Hecelerin seslerini karıştırmak ya da sessiz harflerin yerini değiştirmek, sıklıkla yazım hatası yapmak.
* Yazı yazmada zorluk.
* Gecikmiş ya da yetersiz konuşma.
* Konuşurken anlama en uygun kelimeyi seçmede zorluk.
* Yön (yukarı, aşağı gibi) ve zaman (önce, sonra, dün, yarın gibi) kavramları konusunda sorunlar.
* Elleri kullanmada hantallık ve beceriksizlik; okunamayan el yazısı.
Disleksili çocukların çoğunda bu sorunların birkaç tanesi var; ancak bunlardan yalnızca bir tanesinin var olması bile çocuğun özel eğitim gereksinimi duymasına yeterli. Bir de disleksiyle ilgili yanlış kanılar var. Ayna yazısı adı verilen yazıyı tersten yazma,
harf ya da kelimelerin yerini değiştirme durumunun yalnızca disleksililerde görüldüğü görüşü bunlardan biri. Oysa, yazmayı yeni öğrenen her çocukta ayna yazısı yazma durumu ortaya çıkabiliyor. Ayna yazısı, yazmayla ilgili acemilik döneminin olağan görüntülerinden biri; ancak acemilik döneminden sonra da sürerse, disleksiden şüphelenilmesi gerekiyor. Disleksililer kelimeleri kopyalarken değil, adlandırırken zorluk çekiyorlar. Disleksinin yaş ilerledikçe geçtiği düşüncesi de artık kabul görmüyor. Bozukluk yetişkinlikte de sürüyor. Disleksililerin çoğu yetişkinliklerine kadar okumayı öğrenmiş oluyorlar, ancak yavaş okuyorlar. Disleksiyle ilgili yanlış kanıların en önemlilerinden biri de bu bozukluğun zekâ düzeyi yüksek olanlarda görülemeyeceğine ilişkin olanı. Oysa, disleksililer zekâ düzeyleri düşük olmadığı gibi özel yetenekli de olabiliyorlar. Buna en önemli kanıt, disleksili olduğu bilinen bilim adamları ve sanatçılar: Albert Einstein, William Butler Yeats, George Patton, Harry Belafonte, Leonardo da Vinci, Auguste Rodin ve Cher gibi.
Yukarıdaki bulguların da ortaya koyduğu gibi disleksi bir hastalık değil. Disleksililer de toplumların ilgilenip destek vermesi gereken “farklı”lardan. Onları kelime dünyalarında zorlukları olan bireyler olarak görmek gerekiyor. Günlük yaşamda dile ve kelimelere dayalı bir kültür söz konusu. Böyle bir kültür içinde yaşam disleksililere birçok güçlük sunuyor. Adres yazmak ya da tren tarifesi okumak onlar için çok zor oluyor. Günümüzde toplumlardaki bilgi paylaşımı giderek daha dile dayalı hale geldiği için disleksililere destek vermenin önemi de artıyor.
Beyin üzerinde yapılan çalışmalar normal bireylerde sağ beyin yarımküresinin sol beyin yarımküresine göre daha küçük, disleksililerde ise eşit büyüklükte ya da sol beyin yarımküresinin daha küçük olduğunu ortaya koyuyor. Disleksililerin sol beyin yarımküresindeki farklılıkların bu bozukluğun nedeni olduğu düşünülüyor. 1978 ve öncesine kadar bu alanda birbirine çok ters düşen düşünceler vardı. Disleksililere sanat eğitimi vermemek gerektiği, çünkü sağ beyin yarımküresinin daha da gelişeceği ve sol beyin yarım küresinin daha zayıf kalacağı gibi. Bu düşünce de artık terk edildi. Davranış bozukluklarıyla disleksililere özgü dil bozuklukları arasında da özel bir ilişki olmadığı belirlenmiş. Davranış bozukluklarının olma sıklığı normal insanlarda ne kadarsa, disleksililerde de o kadar. Bu çocuklarda yaratıcılığın oldukça yüksek olduğu da belirlenmiş.
Disleksililerde, dikkat eksikliği ve hiperaktivite gibi diğer sorunlar da olabiliyor, ancak koşul değil. Disleksi bir lanet (!) değil de, bir takdir gibi yaşandığında, diğer insanların okuma düzeyini yakalamak ve yetenek sahibi olduğu diğer özelliklerini de ortaya koyabilmek şansı doğuyor. Disleksinin tanınmadığı aile ve okul ortamlarında yetişen çocuklarda okuyamamak ve varsa diğer öğrenme bozukluklarını da yaşamak yüzünden güven kaybı oluyor ve bu temel güvensizlik duygusu yaşamın her alanına yansıyor. Başarılı oldukları kabul edilen disleksililerin özgüven sahibi oldukları, benlik algılarının olumlu olduğu, kim olduklarının ve nasıl düşündüklerinin farkında oldukları da belirlenmiş. Fikirlerinin ve yaklaşımlarının genelden değişik olduğunu fark ettiklerinde zihinsel becerilerinin yetersiz olduğu düşüncesinden vazgeçip, yaratıcılıklarını yaşamlarında kullanma yönünde güdülendikleri de ortaya konmuş.
Okuma Nasıl Gerçekleşiyor?
Disleksinin fonemleri birbirinden ayırt etmeyle ilgili bir bozukluk olduğunun kabul edilmesi ve bunu açıklayan modeller, zekâ düzeyi yüksek bazı insanların okumayı öğrenmede ve dille ilişkili bazı işleri yapmada neden zorluk çektiklerini de açıklayabiliyor. Son 20 yıl içinde, disleksinin fonolojik (sese ilişkin) süreçlerle ilgili olduğu model kabul görüyor. Fonolojik model, disleksinin klinik belirtileriyle ve nörologların beynin fonksiyonu ve organizasyonuna ilişkin bulgularıyla da tutarlı görünüyor. Fonolojik modelin nasıl olduğunu anlamak için önce dilin beyinde nasıl bir süreçten geçtiğini bilmek gerekiyor. Araştırmacılar, dil sistemini her biri dilin belirli bir yönüyle ilgili olan bileşenlerin aşamalı dizilişi olarak kavramsallaştırıyor. Bu aşamalı dizilişin en alt basamağında bir dilin içerdiği ayırt edici ses parçacıklarını (fonemleri) süreçten geçiren fonolojik modüller var. Linguistik sistemin temel öğesi de fonemler. Kelimelerin tanınması, anlaşılması ve hafızada depolanması ya da gramer açısından incelenmesi için beynin fonolojik modülü tarafından fonetik birimlerine ayrılması gerekiyor. Bu süreç konuşma dilinde otomatik olarak gerçekleşiyor.
Okuma, konuşma dilini yansıtıyor, ancak dil psikoloğu Alvin M. Liberman’ın belirttiği gibi okuma kazanılması daha zor olan bir beceri. Liberman, konuşma ve okumanın her ikisinin de fonolojik süreçlerle ilgili olduğunu, ama aralarında önemli bir fark olduğunu belirtiyor. Bunu “Konuşma doğal, okuma değil. Okuma bir buluş olduğundan, bilinç düzeyinde öğrenilmesi gerekiyor.” diye ifade ediyor. Okuyan kişinin görsel alfabetik yazıyı dille ilgili kavramlara çevirmesi gerekiyor. Bu da harfleri (grafemleri) ilgili fonemlere çevirmek anlamına geliyor. Bunun için, okumaya yeni başlayan birinin konuşma sırasında kullanılan kelimelerin fonolojik yapısının farkında olması gerekiyor. Bundan sonra ise, bu fonolojiyi temsil eden harflerin kâğıttaki dizilişini (ortografi) anlaması gerekiyor. Bir çocuk okumaya başlarken olan şey bu; ancak disleksili bir çocukta, dil sisteminde fonolojik modül düzeyindeki bir eksiklik, yazılı bir kelimenin fonolojik bileşenlerine parçalanmasına engel oluyor ve yazı bütününün anlaşılmasını önlüyor. Kavrama ve anlamlandırma ile ilgili süreçler bu işe dahil değil, çünkü bunlar ancak kelime tanındıktan sonra devreye giriyor. Fonolojik modül eksikliğinin etkisi en açık okuma sırasında ortaya çıkıyor, ancak bazı durumlarda konuşmayı da engelliyor. Disleksililerin çoğu için okumak son derecede zor ve çok büyük enerji gerektiren bir işlem.
fMRI (fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme) ile beyin üzerinde yapılan çalışmalar, harflerin tanınmasının (occipital lob’daki extrastriate cortex’te), fonolojik süreçlerin (inferior frontal gyrus’te), anlama geçişin (orta ve superior temporal gyri’de) beynin farklı bölümlerinde gerçekleştiğini ortaya koyuyor. Okumak için gereken fonolojik süreçlerin gerçekleştiği yerler kadınlar ve erkekler arasında da farklılık gösteriyor. Fonolojik model ve deneyler ezberlemenin ve ezberlenenlerin geri çağrılmasının disleksililer için çok güç olduğunu ortaya koyuyor.
Umut Veren Çalışma
Disleksiyle baş edebilmek için özel eğitim desteği gerekiyor. Bugüne kadar disleksililerin eğitiminde kullanılan klasik yöntemlerin yetersiz kaldığını düşünen San Francisco’daki California Üniversitesi’nden Michael M. Merzenich ve William M. Jenkins ile New York’taki Rutgers Üniversitesi’nden Paula Tallal, dil öğrenme bozukluklarını tedavi etmek amacıyla bilgisayar oyunları geliştirdiler ve Ocak ayının Science dergisinde geleceğe dönük umut veren bu çalışmalarını yayımladılar. Bazı araştırmacılar bu yeni tedavi yönteminin çocuklarda olduğu kadar yetişkinlerde de disleksiyle baş edebilmeye yardım edeceğini düşünüyorlar. Bu araştırmacılar, fonemleri bazı süreçlerden geçiren bilgisayara dayalı bir teknik oluşturarak bilgisayar oyunları geliştirdiler. Bu çalışmada kelimeleri oluşturan hecelerin % 50 oranında uzatılarak söylendiği ve sessiz harflerin düzeyinin yükseltildiği bilgisayar oyunları ürettiler. Bilgisayar oyunlarında düşsel yaratıklar, çan ve ıslık sesleri ile ödül niteliğinde uygulamalar da var. Bir monitörün karşısına kulaklıklarla oturan çocuk da, ba, ta, ka gibi birbirine benzeyen hecelerin seslerini duyuyor. Çocuğun oyunu kazanabilmesi için zevkli, dikkat çekici görüntülere eşlik eden seslerin şaşırtıcı parçalarını birbirinden ayırması gerekiyor. Doğru cevap verdiğinde ise ödül alıyor. Duyduğu sesleri doğru ayırt edince uçan inekleri yakalayabiliyor, sirk akrobatlarının ipe tırmanmasını sağlıyor ve palyaçoları su kovalarına düşürebiliyor. Başında kolay olan oyun, giderek zorlaşıyor. Araştırmacılar hazırladıkları bu oyunları zekâları en az ortalama düzeyde olan, işitme sorunu olmayan, ancak fonemleri birbirinden ayırt etmede sıklıkla güçlük çeken çocuklar üzerinde denediler. Dört haftalık bir süre içinde, çocukların neredeyse tümünün kayıp yıllarını tamamlayabildiğini belirten araştırmacılar, bu tedavi yönteminin bütün disleksililere hitap edip edemeyeceği konusunda henüz bir çalışma yapmadıklarını söylüyor. Oyunların amacı heceleri anlaşılabilir hale getirmek.
Gelelim Yapabileceklerimize
Öğrenme bozukluğuyla ilgili sorunların görülme sıklığı % 8-10 arasındadır. 40-50 kişilik bir sınıfta 3-4 çocukta öğrenme bozukluğu sorunlarının olduğu düşünülebilir. Bu oran oldukça düşündürücüdür, çünkü bu kadar çocuk, bugünkü eğitim sistemine göre, gözden çıkarılmış görülmektedir. Bu çocuklar bazen yok olup gitmekte, bazen de okulda başarısız, yaramaz, aşırı hareketli ve dikkatsiz olarak adlandırılan özellikleri nedeniyle uzmanlara götürülmektedir. Uzmanlara götürülenler biraz daha şanslı, ama onlara gereken özel eğitim merkezleri henüz Türkiye’de bulunmuyor. Gelişmiş ülkelerde öğrenme bozukluğunun daha okulöncesi dönemde belirlenebilmesine yönelik çalışmalar yürütülürken, Türkiye’de pek çok kimsenin öğrenme bozukluğunun bir sorun olduğunu anlamaya yetecek ölçüde bile bilgisi yoktur. Sorun genellikle okula başlandığında fark edilmektedir. Ancak, sorunun eğitimciler ve anne babalar tarafından yeterince tanınmaması nedeniyle çocuklar bazen okuma yazma becerisini ilkokul birinci sınıf düzeyinde bile kazanamadan ilkokul beşinci sınıfa kadar ilerleyebilmektedir. Fark edildiği durumlarda da çocuğun okuldan alınması ya da alt özel sınıfa verilmesi gibi yaklaşımlar da olabilmektedir. Ayrıca, bu çocuklara % 6,6 kadar düşük oranda doğru tanı konulduğu gereksiz ilaç kullanımı ve yanlış yönlendirmelerin de yapıldığı belirlenmiştir. Konuyla ilgili tanı-terminoloji karmaşası nedeniyle tanı konmadan önce oldukça uzun ve incelikli uygulamalar yapmak gerekmektedir. Konunun en önemli yönü ise öğrenme bozukluğu tanısı konmuş çocuklara yaşadıkları sorunlar doğrultusunda eğitim programlarının hazırlanmasıdır.
Sonuç olarak, önemli olan insan kalitesidir. Bireylerin kendileri hakkında olumlu düşüncelere sahip olması gereklidir. Herkes birbirinden farklıdır. Kimisi trigonometriyi iyi bilir, kimisi bilmez. Kimisi atletiktir, kimi değildir. Kimisinin yazısı iyidir, kimisinin kötüdür. Toplum içinde ilişki kurduğumuz insanların yazısının iyi ya da kötü olması ilişkilerde pek bir şeyleri değiştirmemelidir. Önemli olan güzel anlarda yüreğiyle gülebilen, çevresine sevgi ve dostluk verebilen, güvenilir olan ve insanlarla olumlu etkileşimler kurabilen bireyler olabilmektedir. İyi arkadaş, iyi eş, iyi anne baba olmak için gereken bu özellikleri öğrenme bozukluğu olan çocuklar da taşıyabilirler ve topluma üretken bir biçimde katkıda bulunabilirler. Öğrenme bozukluğu olan çocukların anne babalarından, eğitimcilerden ve yetkililerden daha çok destek görmesi dileğiyle.

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız