Soylu Düşünmenin Kontu – Immanuel KANT

0
1052

Kant, hiç kuşkusuz, tüm zamanların en büyük ve etkili filozoflarından biridir. Bir kırk beş boyunda, sıska bir insan olan Kant, Pascal’ın ‘düşünen bir kamış’a benzettiği bedeni ile cılız, aklı ile evreni kavrayabilen insan tanımına tam tamına uygundur. Könisberg’de doğan ve uzun yaşamı boyunca oradan hiç ayrılmayan Kant’ın saat gibi işleyen düzenli bir hayatı vardır.
Her sabah, yanında çalışan adamı Lampe, beşe beş kala filozofu “Herr Profesör, vakit geldi” diye uyandırır. Beş dakika sonra, entarisini ve terliklerini giymiş olarak çalışma masasına oturur. O gün vereceği dersi hazırlar. O arada birkaç fincan çay içip gün içinde kendine içme izni verdiği tek sert tütünlü pipoyu tüttürür. Saat yedide sınıfa girerek ders verir. Bu küçücük, cücemsi adam, ağzını açıp konuştuğu zaman dinleyenlerin gözünde devleşir. Herder’in dediği gibi, onun dudaklarından dökülen dil ‘şimdiye dek insan dudaklarından dökülmüş en derin dil’dir.

 

GÜNGÖR ÖZYİĞİT
bilgi@gencgelisim.com

 

Kant, hiç kuşkusuz, tüm zamanların en büyük ve etkili filozoflarından biridir. Bir kırk beş boyunda, sıska bir insan olan Kant, Pascal’ın ‘düşünen bir kamış’a benzettiği bedeni ile cılız, aklı ile evreni kavrayabilen insan tanımına tam tamına uygundur. Könisberg’de doğan ve uzun yaşamı boyunca oradan hiç ayrılmayan Kant’ın saat gibi işleyen düzenli bir hayatı vardır.

Her sabah, yanında çalışan adamı Lampe, beşe beş kala filozofu “Herr Profesör, vakit geldi” diye uyandırır. Beş dakika sonra, entarisini ve terliklerini giymiş olarak çalışma masasına oturur. O gün vereceği dersi hazırlar. O arada birkaç fincan çay içip gün içinde kendine içme izni verdiği tek sert tütünlü pipoyu tüttürür. Saat yedide sınıfa girerek ders verir. Bu küçücük, cücemsi adam, ağzını açıp konuştuğu zaman dinleyenlerin gözünde devleşir. Herder’in dediği gibi, onun dudaklarından dökülen dil ‘şimdiye dek insan dudaklarından dökülmüş en derin dil’dir.

İki saat sonra, yani saat dokuzda, çalışma odasına dönen filozof, on iki kırk beşe kadar çalışır. Artık bir kadeh iyi cins şarap, likör ya da sıcak şarap içme zamanıdır. Öğle yemeğini genelde konukları ile birlikte yer. Yemeklerde devlet adamları, profesörler, hekimler, rahipler, tüccarlar ve genç öğrenciler ağırlanır. Yemek yerken, tatlı ve esprili bir şekilde sohbet edilir. İki saati bulan Kant’ın ustaca yönlendirdiği bu sohbetlerden sonra, konuklar sofradan hem bedenleri, hem de zihinleri doymuş olarak kalkarlar.
Öğle yemeğinden sonra, şekerleme yapmadan ‘filozof yolu’ diye isimlendirilen günlük yürüyüşüne çıkar. O kadar dakiktir ki, o geçerken esnaf saatini ayarlar. Artık günlük tarife haline gelen yürüyüşlerini, Rousseau’nun ‘Emil’ini okumaya kendini kaptırdığı zaman dışında hiç aksatmaz.

Saat tam altıda çalışmasına dönen Kant, hava kararıncaya kadar okur, yazar, düşünür. Sonra Lampe mumları yakar. Filozofun çalışması mum ışığında dokuz kırk beşe kadar sürer. Akşamları yemek yemez. Saat onu vurduğunda Kant uyumuş olur. Böylesine düzenli bir yaşam sayesinde filozof, zayıf bedenini seksen yıl sağlıklı bir halde tutmayı başarır. Üniversitede mantık ve metafizik dersleri veren profesör Kant, uzun öğretmenlik deneyimi sonunda bir pedagoji ders kitabı yazar. İçinde hiçbir zaman uygulamadığı güzel ilkeler olduğunu söyler.

İki kez evlenmeyi düşünür; fakat o kadar fazla düşünür ki, evlenmeyi düşündüğü kızlar, o karar verene dek başlarının çaresine bakarlar. Düşünmeye adanmış bir ömürdür onunki.

Kant, bilginin kaynağı konusunda akılcılarla deneycilerin görüşünü uzlaştırır.  Ona göre bilgimizin hammaddesi duyular yoluyla gelir ve bu hammadde akıldaki kalıplara göre biçimlenir. Örneğin bir olayın nedenini sormak aklın bir özelliğidir. “Saf Aklın Eleştirisi”nde ne aklın, ne de deneyimin Tanrı’nın varolduğunu kanıtlayamayacağını belirtir. Zira akıl için Tanrı’nın varlığı aynı derecede akla uygun ya da aykırı gelebilir.

Böylece Kant, dine yeni bir boyut kazandırır. Ona göre deneyimin ve aklın yetersiz kaldığı bu boşluğu ancak dinsel  inanç doldurabilir.

‘Dinsel Sabuklamaya Karşı Duran Bir Dinin Ahlâk İlkesi’ kitabının başında şunları yazar: “İlk olarak şu cümleyi hiçbir açıklama gerektirmeyen bir ilke olarak öne sürüyorum: İnsanın Tanrı’yı hoşnut kılmak için iyi bir yaşam sürmekten başka yapabileceğini sandığı her şey salt dinsel bir hezeyan, yani sabuklamadır ve Tanrı’ya karşı sapık bir hizmettir.”

Altmış dokuz yaşında kaleme aldığı ‘Din Üstüne Deneme’sinde dinin teorik aklın mantığı üstüne değil, pratik aklın, yani ahlâk duygusunun üstüne kurulabileceğine değinerek şöyle der: “İnanışlar ve törenler, dinin bir deneyi olarak ahlâksal bir mükemmelliğin üstüne çıkmaya kalktı mı, din kaybolmuş demektir. Gerçek kilise, ne kadar dağılmış ve bölünmüş olursa olsun, ortak ahlâki yasaya bağlı bir halk topluluğudur. İsa böyle bir topluluk kurmak için yaşamış ve ölmüştür. İsa, Tanrı ülkesini yeryüzüne yaklaştırmıştır. Ama yanlış anlaşılmıştır. Ve Tanrı ülkesi yerine, rahiplerin ülkesi kurulmuştur içimizde. İnanışlar ve dinsel törenler, iyi hayatın yerini yeniden almıştır. İnsanlar da dinle bir araya geleceğine, binlerce mezhebe ayrılmıştır.”

Kant Tanrı’yı Olması Gereken Yerde, Yüreğinde Bulur

Kant, teorik akılla Tanrı’nın kanıtlanamayacağını bildirir. Nedenini de şöyle açıklar: “Çünkü teorik akıl (zeka) Tanrı’yı kanıtlayabilseydi, o zaman yaptıklarımızı yapmak zorunda olacağımızdan, erdemli olamayacaktık. Oysa pratik akıl, yani özgür irade sizi erdem yolunu seçmekte serbest bırakmaktadır.”

Ahlâklılık bizi duyusal alemin üstünde çok yüksek bir aleme, töresel yasalar katına yükseltir. Töresel Yasa (Ahlâki Kanun) fizik yasaları gibi zorunlu değildir; özgürlüğümüzün bir seçimidir.

Ahlâklılık yasası bizi kanıtlanamayan, ama zorunlu olarak varolması gereken üç temel gerçeğe götürür. Öncelikle bir davranıştan sorumlu olabilmemiz için, irademizin özgür ve özerk (otonom) olması gerekir. Yani özgür seçimlerde bulunabilmeliyiz. İkincisi, sonsuz bir ilerleme içinde adaletin gerçekleşmesi ve ahlâki mükemmelliğin sağlanması için öte alemin varlığı ve ruhun ölümsüz olması zorunludur. Üçüncüsü ise, bütün bunların gerçekleşmesi, iyiliğin ödüllendirilip kötülüğün cezalandırılması için, ahlâki bir otoritenin ve yaptırım gücünün, yani Tanrı’nın olması zorunludur.
Öyleyse pratik aklın gereği, ödevini yerine getirmek, doğruluğu kendi içinde bulunan kesin buyruklara uymaktır.

Uyulması Gereken Buyruklar Kant’a Göre Şunlardır:

1.  İnsan öyle davranmalı ki, bu davranış herkes için uyulabilecek genel geçer bir yasa olabilsin. Yani kendisi için istediğini başkası için de isteyebilsin.
2.  İnsanlığa bir araç olarak değil, bir amaç olduğunu belirtecek biçimde davranmalı. Yani insanları, ne olursa olsun, bir takım çıkarlar için kullanmamalı.
3.  İnsan, kendi yasasını kendi koyarak davranmalı. Yani seçiminde tamamen özgür ve özerk olmalı. İşte ödev ahlâkı, aklın bu kesin buyruklarını yerine getirmektir.

Kant’a göre, doğru davranışı belirleyen şey, niyettir; eylemin sonucu değildir. O yüzden Kant’ın ahlâkına ‘niyet ahlâkı’ da denilir.
Kant, yetmiş bir yaşında ‘sonsuz barış’ üstüne düşüncelerini yazar. Sonsuz barışın sağlanması için, şunu kesin bir şart olarak belirtir: “Her devletin sivil kuruluşu Cumhuriyetçi olacak ve savaş, ancak bütün yurttaşların katılacağı bir oylamayla açılacak.” Bunu en büyük güvence olarak görür ve “Savaşacak olanların, savaşla barış arasında karar vermeye hakları olduğu zaman, tarih kanla yazılmaz artık” der. Hükümetlerin gerçek görevleri, bireyi kullanmak ve sömürmek değil, ona yardım etmek ve onu geliştirmektir. O nedenle her insana, kendi başına salt bir amaçmış gibi saygı gösterilmesi gerekir. Onu bir dış hedefe doğru bir araç olarak kullanmak kişiliğine karşı suç işlemektir. Hak ve özgürlükler, demokrasi ve fırsat eşitliği de “Sonsuz Barış”ın olmazsa olmaz koşullarıdır.

Yaşamını düşünmek, yazmak, öğrenmek ve öğretmekle geçiren Kant, seksenine az kala, sonbaharda ağaçtan düşen yaprak misali dünyaya veda eder.

Konisberg’deki mezar taşında, onun şu sözleri yazılıdır: “İki şey ruhumda hayranlık ve saygı uyandırır. Biri üzerimdeki yıldızlı gökyüzü, diğeri içimdeki ahlâk yasası, hak duygusu!”

Hayatı boyunca Tanrı’yı aklında boşuna arayan ve bulamayan Kant, sonra O’nu olması gereken gerçek yerinde, yani yüreğinde bulur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız