"Devir liderleri izleme devri değil, devir insanın kendini takip etme devri…" Bu sözün içinde bin bir anlam buluyorum her seferinde. Ve kendi içimde de yollara sapıyorum ne zaman düşse aklıma bu söz. O yollar ki, daha önce hiç gör(e)mediğim, bil(e)mediğim, hiç keşfetmediğim…
Yollar dışarıda değilmiş, ya da yönler… Kitaplar okumuşum, hayat hocaları edinmişim, kişisel gelişim çalışmalarına katılmışım. Her birini kendi keşfimde aracı etmişim kendime. Ama aracıyla ben arasındaki gerçek bağı unutup gitmişim o ara. Kendimi…
Dinle demiş, dinle ve öğren kendim kendime. Ama içim ne diyor, duymamışım. Kalabalık, bir uğultu ve kargaşa doğmuş sonra …
Burcu Çağlayan
caglayan.burcu@gmail.com
"Devir liderleri izleme devri değil, devir insanın kendini takip etme devri…" Bu sözün içinde bin bir anlam buluyorum her seferinde. Ve kendi içimde de yollara sapıyorum ne zaman düşse aklıma bu söz. O yollar ki, daha önce hiç gör(e)mediğim, bil(e)mediğim, hiç keşfetmediğim…
Yollar dışarıda değilmiş, ya da yönler… Kitaplar okumuşum, hayat hocaları edinmişim, kişisel gelişim çalışmalarına katılmışım. Her birini kendi keşfimde aracı etmişim kendime. Ama aracıyla ben arasındaki gerçek bağı unutup gitmişim o ara. Kendimi…
Dinle demiş, dinle ve öğren kendim kendime. Ama içim ne diyor, duymamışım. Kalabalık, bir uğultu ve kargaşa doğmuş sonra dışarıda benden. Okunacak kitaplarım başucumda birikmiş. Uygulayacağım kişisel gelişim metodlarını yerine getiremediğim zamanlarda, kendimden ve kişisel gelişimimden geri düşmüş hissetmişim. Ve ben, beni dinlemezken, başka aracılarla dinlemeyi bir tutmuşum, sonra kendimi kendi dışımda-dışarıda…
Ve içimdeki ses susmuş mu? Küsmüş mü bana? Kim bilir… O kadar çok sesin arasında duy(a)mamışım onu. Her sessizlikte mırıldanırken belki de bana. İlahi bir mırıldanmaymış halbuki duyamadığım. Ney'in sesi gibi… Duru ve berrak… Mütevazı ve sevgi dolu… Sesler karışmış birbirine. O hep asaletini korumuş yerinde. Sevgide kalmış. Bağırmamış, beklemiş ben duyana kadar beni. Sevgiyi bulana kadar ben içimde…
An'ı yaşamanın ya da an'daki farkındalığın, geçip giden-akan birşey olduğunu unutmuşum. An'da bana verilen dersleri, öğretileri sorgularken bir sonraki an'ı kaçırmışım çoğu zaman. Ve akışıma müdahale etmişim. O müdahalede "bunu gördüm kendimde" diyerek bulduğum şeyleri, tıpkı çocuğun eline aldığı şeyi bin bir parçaya bölerek algılamaya çalıştığı gibi didik didik etmişim. Elimde bin bir parça kalmış sonra; atılamaz, satılamaz bin bir parça, her biri kendi içinde parça parça…
Ve "ne doğruymuş, kime göre doğruymuş" gibi sorular başlamış kafamda. Öğretici olarak seçtiğim kitaplar, metotlar bana anlatmış da anlatmış… Peki sonunda hissettiğim doğru mu diye sağlamamı yap(a)mamışım, bir daha karışmışım. Kimse bil(e)memiş doğru olanı. Ne içim ne dışım… Ben bile kendi içimde doğruyla yanlışı ayırt edemediğim noktalarda bulmuşum kendimi içimden, merkezimden, özümden çok uzaklarda…
Ve aynalar… Aynalar beni göstermiş; ben ise gördüğümü gördüğüm olarak algılamışım. Ne kadar güzel ve ne kadar kötü derken gördüğüm yansımamla kendimi ayrı tutmuşum. Sanmışım ki aynalarda gördüğüm değiştirilebilir ya da onlar benden başka. Sanmışım işte… Aynaya bakan benim, değişimimin tüm yansıyanda değişeceğini bilememişim. Güzel de kötü de olanın ben olduğumu, bende var olan olduğunu sonra… İkisinin de insani olduğunu… Hayata dair olduğunu…
Savaştığım şeylerin, aslında ben savaştıkça yok olacağını sanmış kahraman yüreğim. Savaştığım şeylerin ben(im) olduğunu, benden olduğunu ve ne kadar savaşırsam o kadar büyüyeceğini devleştirdikten sonra anlamışım. O devleşen her şey ile yürekli bir konuşma yapmışım sonra. "Siz de bendensiniz, barışalım mı?" diye… Bu konuşma, savaştıklarım neyse büyümesinler artık diye değilmiş kurnazca. Onları da sevdiğimden barışmak istemişim. Benden oldukları için… Çünkü savaşanın da savaştıranın da ve aracı olanın da ben olduğunu anlamışım.
Yormuşum kendimi. Bir ağacın kendi doğasındaki sükunetini isterken hayatta sadece… Yeşil ağaç hani, sokakta, köşe başında her gün gördüğümüz, bazen fark edemediğimiz. Rüzgarda savrulan, yağmurda umarsız… İsyanı da, mutluluğu da bir olan o büyük gövdeli ağaç… Hayattan, sadece o köşe başı ağacının sükunetini isterken yorulmuşum. Didik didik etmiş ve çok şey yapmaya çalışırken yormuşum hayatı da. Hayatın aktığını unuturken, kendimi suyun üstünde debelenirken bulmuşum. Su hiçbir şey yapmadan, kaldırırken beni yukarı oysa…
"Dışarda hiçbir şey yok" derdi meditasyon hocam… Yoga hocamın da zihnimden hiç çıkmayan, her gün hatırladığım ve bana ilaç olan bir cümlesi geliyor aklıma: "Sevgiyle, içinden gelerek yaptığın her şey doğrudur…"
Yol Nerdedir Peki? Dışarıda mı İçeride mi?
Yolu bulmak için adım atmak gerekiyormuş, her adımda içinizde gideceğiniz yollar beliriveriyor aniden. Buna da hayat deniyor işte. Hayat dışarıda değil, içeride… Bilmece varsa o da biziz, cevaplar da bizde. İçimizde… Ve o ağaç akışa bırakır kendini. İsyanı da doğaldır, mutluğu da… Güneş mi açmış, güneşi özümser yapraklarında. Kar mı yağıyor, beyaza bürünür. Ve teslim olur doğaya. Savrulurken direnmez dalları rüzgarda. Üstüne konan kuşları kovalamaz "çekilin üstümden, huzur verin" diye. Ayırt etmez böcekleri, kuşları… Hepsini sever, açar kollarını. Gövdesine çizik atar birileri, belki acıtırlar canını. Bilir ki kabuk bağlayıp yenilenir gövdesi yine.
ve o ağaç bir tanedir, eşsizdir ama doğanında ta kendisidir / bir yolun köşesinde de olsa ormanından çok uzaklarda…