Kuyumcudan Altın Öğütler

0
929

Sinan, lise ikinci sınıfta okuyordu. Uçsuz bucaksız hayalleri, sınırsız düşleri vardı. En çok da zengin olmak istiyordu. Ama öyle az buz değil, çok çok zengin olmak istiyordu. Bir sürü spor arabaları, villaları, bağ evleri, iş merkezleri, fabrikaları olsun istiyordu. Babasından bir spor ayakkabısı istediğinde; “- Oğlum bu ay bütçemiz uygun değil, ancak önümüzdeki ay alabiliriz.” şeklinde ertelenen istekler değil, limitsiz kredi kartları ve o kartları ödeyecek zenginliğin sahibi olmak istiyordu.

Bir ortaokulda öğretmen olarak görev yapan babasının, aldığı maaşı bir sonraki aya kadar yetiştirebilmek için kırk türlü plan yaptığından habersiz olarak, babasına sürekli yeni ihtiyaçlar sıralardı. Babasından istekleri, hayati ihtiyaçlar ve okul gereçlerinin çok ötesinde, lüks sayılabilecek taleplerdi. Doğru ya, babaların parası hiç bitmezdi. Aynı evde, kendisinden başka anne, baba, abla ve küçük kardeş olduğunu pek hatırlamayan bencil yaklaşımlara sahipti.

Yolda bir spor araba gördüğünde; “-Bu araba benim olsa var ya, asfaltı ağlatırım be!” der ya da zengin birinden söz açılsa; “-O adamdaki paralar bende olsa var ya, neler yaparım neler…” diyerek iç geçirirdi. Babası Hamza Bey, oğlundaki bu ihtirasın gençlik hayallerine yormakla beraber, bencil tavırların gözden uzak tutulmaması gerektiğine inanıyordu.

Hamza Bey, aracını bakım için sanayiye götürdüğünde Sinan’ı da götürür, Sinan’ın akranları olan çırak ve kalfaların yaşam mücadelesine bizzat tanıklık etmesini isterdi. Belediyelerde, taşeron firmalar bünyesinde asgari ücrete talim eden temizlik işçilerinin durumlarını anlatır, haline şükretmesini öğütlerdi. Lakin Sinan’ın bu örneklerden ders çıkarmaya niyeti yoktu. “Ne yapalım, onlar da kafayı kullanıp zengin olsalarmış…” derdi.

Sinan’ın küçük kardeşi Buse’nin doğumunda çeyrek altın takan Yaşar Beylerin büyük oğlu Erdem’in hafta sonu düğünü vardı. Hamza Bey, Sinan ile birlikte tanıdıkları kuyumcu Mehmet Bey’in dükkânına gitti. Kuyumcu Mehmet Bey,  gönül insanı idi. Hem Sinan’ı ilk def görüyordu. Çeyrek altını verdikten sonra çay içmeleri için ısrar etti. Çaylarını içerken içeriye iki bayan girdi. Bayanlardan birisi kolundan iki tane bilezik çıkardı ve satmak istediğini söyledi. Mehmet Bey, bilezikleri tarttı ve alabileceği fiyatı söyledi. Bayanlar, fiyatı kabul ederek parayı aldılar ve dükkânı terk ettiler. Bayanlar, dükkândan çıktıktan iki dakika sonra otuz beş yaşlarında bir bey içeriye girdi. Parmağından alyansını çıkardı ve satmak istediğini söyledi. Mehmet Bey, alyansı tartıp fiyatını adama söyledi. O da kabul edip parayı aldı ve dükkânı terk etti. Mehmet Bey, Sinan’a döndü ve müthiş bir hayat dersi verdi:

Bak Sinan! Az önce gelen hanımefendilerden iki bilezik aldım. O bileziklerin üzerinden döner de yerim kebap da. Ama sonra gelen beyefendinin aylasından sadece ve sadece bir adet kuru ekmek kazanabilirim. Çünkü alyans, bir insanın hayatta en son satmayı düşüneceği bir şeydir. Nişan yüzüğüdür. Bir insanın alyansını satması için, ya evliliği bitmiş olmalı ya da o yüzüğün parasına ihtiyaç duyacak kadar sıkışmış olmalıdır. Başka türlü alyansını neden satar ki insan? Değil mi?

Yani sizin standart kar listeniz yok m iye sordu Sinan?

Mehmet Bey, daha sakin bir tavırla anlatmaya devam etti.

Serbest piyasa ekonomisinde fiyatlar bazen oynayabilir. Bu yüzden insanlar, birkaç kuyumcuya sorduktan sonra kafasına ve bütçesine en uygun olanı tercih ederler. Herkes ne kadar çok kar elde edeceğini düşünür, ona göre alır ya da almaz. Ama ne iş yaparsan yap, alırken de satarken de vicdan sahibi olmalı. Kanaat ehli olmalı. Bazen az kazanırız, bazen çok kazanırız. Fakat ah almamaya özen gösteririz.

Neden ah alasınız ki? Alan memnun, satan memnun.

Doğru ama eksik.

Yani?

İnsanlar her zaman sevdikleri için altın alıp satmazlar. Bazen mecbur oldukları için alırlar. Dost ve akraba düğünleri olur, öndüç ( Öndüç: Ödünç.  TDK Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü ) dediğimiz karşılık olarak takılan altınların yani borçların ödenmesi için altın alanlar olur. Bazen yatırım olarak altın alanlar olur. Bazen de paraya ihtiyacı olduğu için elindeki altınları satanlar olur. Kuyumcular olarak hem alandan hem satandan para kazanırız. Ama özellikle darda kaldığı için altın satanlara veya mecburen altın alanlara karşı biraz daha insaflı olmaya çalışırız.

Onları nasıl tanırsınız?

Kuyumculara eskiden sarraf derlerdi. Her ne kadar altın sarrafı olsak da zaman içerisinde insan sarrafı olmaya başlıyoruz. Müsaade et, o kadarını da bilelim.

Peki bütün kuyumcular, anlattığınız inceliklere dikkat ediyor mu? Darda kalmış insanlara karşı fırsatçılık yapan yok mu?

Esnaf dediğimiz insandır. Yani içinde iyisi de var yaramazı da. Lakin önce kendi adımıza dikkat etmemiz lazım. Zaten vicdan ve kanaat sahibi olursanız, insanlar sizi buluyorlar ve tercihlerini sizden yana kullanıyorlar. Bir de şu var ki, rızkını her şekilde kazanırsın ama önemli olan helal yoldan kazanmaktır. Eve getirdiğin ekmeğin içinde haram lokma olmayacak arkadaş! Anlaştık mı?

Anlaştık Mehmet Amca!

Hamza Bey, oğlu Sinan ile Mehmet Bey arasındaki sohbete çok mutlu olmuştu. Mehmet Bey’e önceden haber verse anlaşsalar ancak bu kadar güzel bir diyalog gerçekleşebilirdi. Lakin esnafın iş yeri, onun ekmek teknesidir. Ve gereksiz yere oturup ticaretine engel olunmamalıdır. Mehmet Beyden müsaade isteyerek kuyumcu dükkânından ayrıldılar.

Kuyumcu dükkânından ayrılırken Sinan’ın yüzüne tatlı bir tebessüm gelmişti. Hamza Bey, oğlundaki bu değişimi fark etti. Konuşulanlar üzerine yorum yapmadı. Fakat oğlu ile daha çok zaman geçirmenin yararlı olacağına bir kez daha inandı.

 

*

 

Yusuf YEŞİLKAYA

www.yusufyesilkaya.com

yusufyesilkaya@gmail.com

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız