Hiç unutmuyorum, liseyi yeni bitirmiştim ve aylaklığımın her zamankinden çok üzerimde olduğu bir gündü. En çok yaptığım şeylerden biri vitrinleri seyretmekti. Son kuruşumu da Sultanahmet köftecisinde bitirdiğim için sinemaya gidip film seyretme imkânım olmadığına göre, beleşe vitrinleri seyretmek fena fikir değildi. Öyle yaptım. Tam Birlik Vakfı’nın kapısına yaklaşmıştım ki duvardaki panoda bir ilan: “Şener Şen Sinema Serüvenini Anlatıyor” Müthiş sıcak bir öğle sonrası, bu havada konferans dinlemek çekilir bir şey olmasa da daldım içeri. Tam zamanında gelmişim. Karşımda Şener Şen. Ve etrafında onu dinlemeye gelmiş on beş-yirmi kişi.
HÜSEYİN AKIN
huseyinakin@yahoo.com
Hiç unutmuyorum, liseyi yeni bitirmiştim ve aylaklığımın her zamankinden çok üzerimde olduğu bir gündü. En çok yaptığım şeylerden biri vitrinleri seyretmekti. Son kuruşumu da Sultanahmet köftecisinde bitirdiğim için sinemaya gidip film seyretme imkânım olmadığına göre, beleşe vitrinleri seyretmek fena fikir değildi. Öyle yaptım. Tam Birlik Vakfı’nın kapısına yaklaşmıştım ki duvardaki panoda bir ilan: “Şener Şen Sinema Serüvenini Anlatıyor” Müthiş sıcak bir öğle sonrası, bu havada konferans dinlemek çekilir bir şey olmasa da daldım içeri. Tam zamanında gelmişim. Karşımda Şener Şen. Ve etrafında onu dinlemeye gelmiş on beş-yirmi kişi. Şener Şen önünde bir bardak su, daha konuşmaya başlamamış. Şener Şen’i dinlemeye gelmiş bu sıcak günün sıcak insanları, daha konuşmaya başlamadan sanatçıya gülmeye başlamışlardı bile. Ortada gülecek bir durum falan da görülmüyordu. Ama Şener Şen’di bu, gülünmeliydi.
“Bir Komiklik Lütfen!”
O gün Şener Şen öğretmenlik yıllarından bahsetmişti en çok. Yanılmıyorsam Muş’un bir köyünde öğretmenlik yapmıştı. Sadece öğretmenlik değil, ‘serbest meslek’ ve ‘ayak işi’ sınıfına giren her işi yapmış. Söyleşi bittiğinde dinleyiciler içerisinden adamın birinin soru sorma bahanesiyle Şener Şen’e yönelttiği bir istek akıldan çıkacak gibi değildi: “Şener Bey, eğer bizi kırmazsanız, buradakilere bir komiklik yapabilir misiniz?” Şener Şen gayet soğuk bir tonda o kişiye şöyle demişti: “Siz yaptınız, bana gerek kalmadı.” Soru sahibi anladı mı bilmem ama, Şener Şen “ben şaklaban değilim” demek istemişti.
Badi Ekrem’le Gelen Şöhret
1966-67 sezonunda İstanbul tiyatrosuna girmiş, “Seferi Niyazi Bey’in Nafile Dünyası” (1974), “Oyun Nasıl Oynanmalı?” (1975), “Şvayk Hitlere Karşı” (1976), “Zengin Mutfağı” (1977), “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” (1979) gibi oyunlarda rol almıştır. Yetmişli yılların ortalarına doğru ileride yıldızı parlayacak bir Şener Şen portresi oluşmaya başlar. Sokakların henüz ortadan kalkmadığı o yıllarda bu portreye her sokak başında rastlamak mümkündü. Kimi zaman nikah şekeri pazarlamacısı olarak çıktı karşımıza. Onun sayesinde karakter fukarası, kişiliğini oturtamamış insanlar için de yüreğimize post olmasa da kilimler serebilme genişliğini gösterebildik. Hiçbir işte dikiş tutturamamış, iki tarafı da idare edebilen, içten pazarlıklı insanların da sevimli bir yüzü olabileceğini hatırladık. Çoğu filmde birincil rollerde olmasa bile (uzun yıllar Kemal Sunal-İlyas Salman filmlerinin ikinci adamıdır) izleyici hafızasında en çok kalan ve bir filmde kendinden en çok bahsedilen kişidir o. “Bizim Aile”, “Gülen Gözler”, Şabanoğlu Şaban”, “Süt Kardeşler”, “Çöpçüler Kralı”, “Kibar Feyzo”, “Sultan”, “Neşeli Günler” yetmişli yılları çekilir kılan Şener Şen filmleridir. ‘Süt Kardeşler’deki komutan Hüsam, ‘Sultan’daki peltek bakkal Bahtiyar efendi, ‘Hababam Sınıfı’nda kırmızı adidas eşofmanlı Badi Ekrem çocukluğumuzun ve gençliğimizin ölmez şahsiyetleri olarak bugün seyretmişiz gibi hâlâ aklımızdadır.
Oyunculuk Öncesi İşportacılık, Şoförlük ve Öğretmenlik
Şener Şen’in babası Ali Şen Adana’da kendi halinde bir marangozdur. Kendisine Adana Halkevi tiyatrosunun dekorlarını yapması için teklif gelir, Ali usta orada öyle çalışıp dururken bir yandan da tiyatro sanatçılarının provalarını göz ucuyla takip eder. İyice merak sarmıştır tiyatroya. Bu merak ilerde marangoz Ali Usta’yı Ses Tiyatrosu’na, oradan da Yeşilçam’a kadar sürükleyecektir. Ali Şen’in haylaz oğlu Şener Şen ise o sıralar çift dikiş bir lise öğrencisidir. Şener Şen okulu bırakır ve Zeytinburnu iplik fabrikasında işçi olarak çalışmaya başlar. Bir yandan da akşam lisesine devam eder. Bu arada işportacılık ve şoförlük yapar. Ardından lise diplomasının imkanlarından faydalanarak ilkokul öğretmeni olur. Kocaeli’de ve Muş’un Malazgirt ilçesinin en uzak köyü Fenek’te öğretmenlik yapar.
Buradaki zorlu ve çileli yıllarından sonra (yaklaşık üç yıl) hayatını iyiden iyiye sorgulama imkanı bulur ve babası gibi sinema oyuncusu olmaya karar verir. Bunun için kamera arkasına bile razıdır. Şener Şen olmazdan evvel dublaj sanatçısı ve figüran olarak çalışır. Cüneyt Arkın’ın arkasında duran mızraklı adam, Kartal Tibet’e servis yapan garson, esas oğlanın bittiği yerde dans eden adamdır uzun süre. Şener Şen’in kendini bulduğu süreç Ertem Eğilmez tarafından “Hababam Sınıfı” filminde beden eğitimi öğretmeni Badi Ekrem rolünü oynamak üzere çağrılmasıyla başlar. “Türk Sineması’nda Şener Şen” kitabının yazarı Giovanni Scognamillo’ya göre o ideal bir komedyendir. Şaklabanlık yaptığında bile… Bazen çizdiği karakter karikatüre benzeyebilir, tekrara düşebilir ama bir anda çok yerinde bir tepki, bir mimik, bir söz, kaş-göz işareti yaparak gerçek kişiliğini ortaya koyma özelliğine sahiptir.
Numaracı, Fırıldak ve Muhafazakar
Şener Şen filmlerinin değişmez karakteri numaracı, fırıldak, muhafazakâr, gülünç, sahtekardır. Filmlerin sinematografik düzeyi on yılda çok değişse de karakter ve kurgusu fazla değişmez. ‘Banker Bilo’, ‘Gırgırıyede Şenlik Var’, ‘Davaro’, ‘Çiçek Abbas’, ‘Şekerpare’, ‘Şalvar Davası’, ‘Namuslu’, ‘Aşık Oldum’, ‘Züğürt Ağa’, ‘Çıplak Vatandaş’, Muhsin Bey’, ‘Milyarder’, ‘Değirmen’ seksenlere damgasını vuran filmler arasındadır. Doksanlı yıllarla birlikte Şener Şen filmlerindeki kurgu daha bir konjonktürel hale gelmiş, daha şehirli bir suret kazanmıştır. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”(1990), “Gölge Oyunu”(1992), “Amerikalı” (1993) ve “Eşkıya” (1996) bunlar arasındadır. Dramatik güldürüden karakter oyunculuğuna geçtiği filmlerdir bunlar.
Onu sıradan insanların arasında, sıradan bir günde, sıradan biri gibi Cihangir – Beyoğlu arası yürürken görürseniz sakın nereye diye sormayın. Bellidir, hayatın içinde sessizce kendi filmini seyretmeye gidiyordur.
Konferans verirken rastladığı adamlardan birinin karşısına çıkıp da “bir komiklik lütfen!” demesinden korktuğu için sükutuyla yüzünü gizliyor olmalıdır. Ama adam da haklı değil mi biraz, biz gülerken millet olarak ona değil, kendimize gülüyoruz kendimize!