Cesaret Geninizi Biliyor musunuz?

0
953

“Herkesin içinde bir çılgın vardır” sözünü duymuşsunuzdur. Ama bunun bilimsel açıklamasını belki de ilk kez okuyacaksınız.

Çeşitli ülkelerden bilimadamlarının yürüttüğü genetik çalışmalar sayesinde neden bazı insanların diğerlerinden daha “cesur” olduğu, hayatı eviyle işi arasında mekik dokumakla geçen birinin nasıl olup da ayağına lastik bir ip bağlayıp kendini bir uçurumdan aşağı atıverdiği, en ciddi sportif etkinliği pazar günleri maç izlemek olan orta yaşlı sakin görünümlü adamın neden bir anda kaya tırmanışçısı olmaya karar verdiği ve benzeri pek çok Dr. Jekyll – Mr. Hyde öyküsünün esrarı da açıklığa kavuşmuş oluyor.

 

 

Walter 19 yaşında bir gençti. Aynı zamanda da çiçeği burnunda bir aşık. Ama işler beklediği gibi gitmedi. 19 yaşının baharında, hayatındaki ilk büyük (ilki zaten en büyüğüdür) aşk acısını tattı. Bir şeyler yapması gerekiyordu. Bir pazar sabahı yürüyüşünde Adda Nehri’nin iki kıyısını birleştiren köprünün üzerinden aşağı atlayan biri dikkatini çekti. Ayaklarından uzun bir lastiğe bağlıydı adam.

 

Walter hiç de öyle atletik biri değildi. Çekingen, heyecanı ve tehlikeyi sinemada ya da evindeki rahat koltuğundayken yaşamayı tercih eden bir tip olduğu söylenebilirdi. Köprünün üzerine çıkan demir basamaklara tırmanmaya başladı. Yerden neredeyse 100 metre yüksekliğindeki köprünün üzerine çıktığında, heyecandan nefesi kesilecekti. Dizleri titriyor, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyordu ama varmıştı işte. Şimdi gökyüzüne daha yakındı. Oradaki görevli, elastik ipin ucundaki harnesi ayak bileklerine sardı. Walter ayağa kalktı, köprünün tam kenarında durdu. İleri doğru küçük bir hamle yaptı ve kendini boşlukta buluverdi. İçgüdüsel olarak bir çığlık attı. Vahşi, daha önce hiç duymadığı bir sesti bu. En uç noktaya ulaştığında lastik gerilmiş, başı ve elleri suya girer girmez bu defa yukarıya doğru fırlamıştı. Art arda dört beş kez aynı şey oldu. Heyecandan, çığlık çığlığa bağırmaktan ter içinde kalmıştı. Sonradan olayı anlatırken “Bu bir orgazm” diyordu, “Bunu yine yapmalıyım, yapmak zorundayım. Onun beni görmemesi çok kötü ama kimin umurunda? Bu onun kaybı.”

 

İlk bungee jumping deneyiminden sonra Walter, bu işi ilerletmeye karar vermiş ve yeni arayışlara girmiş. Yamaç paraşütü, base – jump, kaya tırmanışı, extreme skiing, otomobil yarışçılığı ve akrobatik paraşüt bunlardan bazıları. Walter duyduğu heyecanın dozunu sürekli arttırmak için elinden geleni yapmış: “Artık bundan daha azına asla razı olamam” diyor, “Bu galiba bir çeşit uyuşturucu, bağımlılık yapıyor. Her zaman daha zorunu ve tehlikelisini yapmaya devam edeceğim.”

 

Peki, insanlara yerçekimine meydan okutan, evinde sakin sakin oturup televizyon seyrederken bir anda havalara sıçratıp uçurumlardan aşağı atlatan ne hiç düşündünüz mü? Nasıl oluyor da bazıları bıçak sırtında yaşamayı seviyor?

 

“Faktör T”

 

Titreme ya da ürperme, Philadelphia Temple Üniversitesi Psikoloji bölümünden Prof. Frank Farley’in araştırma konusu. Prof. Farley kişilik üzerine yaptığı araştırmalar sonucu, iki temel kişilik tipi üzerinde yoğunlaşmış. Bunlardan ilki “T,” ikincisi ise “t” tipi insanlar. İngilizce “heyecan, ürperme” anlamına gelen “thrill” kelimesinden esinlenilerek geliştirilen bu teoriye göre, büyük T harfi sınıfına girenler sürekli yeni ve daha güçlü heyecanlar arayan kişilikler. Küçük t harfi ise daha çok risksiz bir yaşamı tercih edip, tehlikelerden uzak duran insanların kişiliğini tanımlıyor. “Faktör T” Profesör Farley’e göre kişinin kendi başına tehlikeyle yüzleşmeye ne kadar eğilimi olduğu ve buna ne kadar gereksinim duyduğunu gösteriyor. Sözkonusu tehlike ve riskler, bedensel olduğu kadar zihinsel de olabiliyor. Yani kişi kendini her iki anlamda ya da bunların yalnızca birinde tehlikeye atarak heyecan arayışına girebiliyor. Farley’in üzerinde önemle durduğu bir diğer nokta ise, insanların zaman zaman her iki T arasında gidip gelmeleri. Profesör bu durumu açıklarken şöyle diyor: “Bana göre bir insanı çıplak ellerle bir kayaya tırmanmaya yönlendirenle, Albert Einstein’ı tüm hayatını bir fizik kanununu bulmak için harcamaya yönelten, aynı meydan okuma duygusu ve bilinmeyene yapılan yolculuk heyecanı.”

 

Kritik kişilikler

 

Profesör Farley şöyle devam ediyor: “Bana göre insanlığın ilerlemesi daha çok büyük T tipindeki kişiliğe sahip insanlara bağlı. Churchill, Picasso, Einstein dönemlerinin kritik kişilikleri ve ben onların kesinlikle kendi köşelerine çekilip risklerden uzak yaşamayı sevebilecek insanlar olduklarını sanmıyorum. Onlar her zaman bıçak sırtında yaşadı ve riske atılmaktan çekinmedi. Böylece büyük işler başardılar.” Peki ama cesaret, heyecana duyulan özlem ve tehlikeye atılmaktan haz duymak DNA’mızda bulunan bir özellik olabilir mi? “Eğitim ve çevrenin etkileri dışında kişiyi tehlikeye atılmaya yönlendiren bir cesaret geni olduğu doğru” diyor Profesör Farley. Roma La Sapienza Üniversitesi’nden gelişim psikolojisi uzmanı Doktor Anna Oliviero Ferraris ise bu genin kişilik gelişimi üzerinde çok önemli etkileri olduğunu söylüyor. Ferraris’e göre kişiyi devamlı yeni deneyimlere itip daha heyecanlıyı, daha tehlikeliyi, daha zevkliyi bulmaya yönelten bu gene sahip kişiler çok sık iş değiştirip sürekli yolculuk ediyor.

 

Kudüs’teki Memorial Hospital’da yapılan gen çalışmaları sırasında 11’inci kromozomda bulunan cesaret geninin bilimsel adı “D4DR.” Bu gene sahip kişiler macera, heyecan ve tehlikeye karşı dayanılmaz bir açlık ve yeniliklere karşı büyük bir ilgi duyuyor. Bu tip insanların genleri diğer insanlardan daha uzun bir versiyona sahip. Bu da riskli bir davranış biçimine neden oluyor.

 

Peki gen kişiyi nasıl etkiliyor? Dopamin’in düzenleyici mekanizmasına etki eden ve beyine mesaj gönderen bir sinirsel aktarıcı (neurotransmetteur) kişinin heyecan ve haz duyumsamasını etkiliyor. Genin uzun versiyonunun bulunduğu kişilerde, bu aktarım daha şiddetli ve yoğun oluyor. Bilimadamlarının tahminlerine göre tüm insanların yüzde 15’i genin uzun versiyonuna sahip.

 

Endorfinin rolü

 

Bazı insanların “ekstrem” davranışlar sergilemesinin altında yatan bir diğer neden de tehlikeyi algılamadaki farklılık. Tehlike anının şiddeti ve belirsizliği, beyinde birtakım kimyasal reaksiyonlara yolaçıyor. Stress ve acıya karşı salgılanan endorfin bu durumda da devreye giriyor. Bir atlayış, tırmanış sırasındaki tehlikeli bir geçiş anı gibi riskli durumlarda gerçekleşen tüm bu kimyasal reaksiyonlar, kişinin kendisini iyi hissetmesini sağlıyor. Böyle ciddi durumlarda kişiyi paniğe kapılmaktan da kurtaran bu tehlike hissini hafifletici durum, büyük bir haz oluşturuyor.

 

Bazı durumlarda ise tehlikeye atılma ve riskli davranma patalojik bir hal alabiliyor. Hareket halindeki trenlerin üzerinde akrobasi yapmak, ters yoldan otobana girip gaza basmak gibi davranışlar, başkalarının da yaşamını tehlikeye attığından son derece tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor. Oliviero Ferraris, ölüme meydan okumanın çeşitli biçimleri olarak adlandırdığı tüm bu davranışların ardında kendine zarar verme içgüdüsünün de bulunduğunu söylüyor. Ferraris şöyle devam ediyor: “Bence bir genç bu tür duyumsamaları kendini güçlü hissetmek için arzuluyor. Bu anlamda da daha çok olumlu bir güdüyle hareket ediyor. Sağlık durumunun, formun, reflekslerin, hızın ve kazanma duygusunun en üst düzeyde olduğu bu tür etkinliklerde gençler, kendilerine olan güvenlerini kazanmak istiyorlar. Yani bir tür kimlik arayışı. Ama bu özelliğini yitirip günlük hayatın bir parçası olduğunda herşey değişiyor. Kendinden emin olma duygusu korkuyu en aza indirgiyor. Bunun sonucunda da kişi giderek daha tehlikeli ve daha heyecanlı bir deneyim yaşamak istiyor. Kültürel birikim de bu sporlara olan yatkınlığı etkiliyor. Küçük yaşlarda müzik, edebiyat gibi konularla ilgilenmeye başlayan çocuklar, cesaret ve meydan okuma duygularını bu alanlarda yaşamaya çalışırken, sportif faaliyetlere yatkın çocuklar aynı duyguları ekstrem sporlara olan düşkünlükleriyle tatmin ediyor.

 

Cesareti eğitmek

 

Ailede alınan eğitim ve çocuğun büyüdüğü çevre, onun ilerideki eğilimlerinin yönünü belirliyor. Riskten ve tehlikeden hoşlanan bir kişiliğe sahip çocuklar, birer sporcu olabilecekleri gibi rahatça başka yönlere de kayabiliyor. Bu durumda hem kendilerine hem de başkalarına zarar vermeleri kaçınılmaz oluyor. Ferraris şöyle devam ediyor: “Çocuğun tehlikeye ve riske atılmaya yönelik eğilimlerini doğru yerlere yansıtabilmek her zaman mümkün. Çocuğun bu özelliği yeteneklerini geliştirmesi ve kimliğini oluşturması için önemli ve bu yöne aktarılabilir. Buradaki belki de en önemli nokta ebeveynlerin bu yönlendirmeyi yaparken çocuğu kısıtlamamaları. Onları bu tür deneyimlerden uzak tutmaya çalışmak, kendi korkularını onlara yansıtmak anlamına geliyor ve bu da çok tehlikeli. Korku kişinin durumunun bilincinde olduğunu gösterir ve iyi bir şeydir. Bu sayede kişi cesaret kazanır ve kendini kontrol etmeyi öğrenir. Korkunun çok şiddetli ve yoğun bir biçimde yaşanması, tehlikeli durumlarda kişinin kendini kontrol etmesini sağlayan en önemli deneyimlerden biridir.”

 

ABD’de suçlu çocukları topluma kazanmak için onlara vahşi atları ehlileştirmeyi öğreten bir merkez bulunuyor. Buradaki düşünce de çocukların kendi kendilerini kontrol etmelerini ve başarı hissini tatmalarını sağlamak. Böylece tehlike ve riske atılma duygularını bu şekilde tatmin edebiliyor ve kendileriyle daha barışık oluyorlar. Ferraris’e göre bu yaklaşım yaygınlaştırılabilir: “Çıplak ellerle yüzlerce metre yüksekliğindeki dik bir kayaya tırmanmak, her zaman için elinde bir tabancayla süpermarkete dalıp ortalığı birbirine katmaktan daha zevkli ve heyecanlı. Herkes bu farkı anlayıp değerlendirecek şansa sahip olmalı.”

 

Tehlikeden alınan hazzın sırrı: Dopamin ve MAO

 

Ekstrem (aşırı) davranışların nedeni beyin tarafından üretilen “dopamin” adlı maddenin seviyesi. Bu molekül keyif ve yatışma duygusuna bağlı olarak hareket geçiyor ve nöronlar arasında bir tür dil oluşturarak zevk duygusu yaratıyor. Beyinde sinirsel haberleşmenin gerçekleştiği bölümler olan sinapsislerde bulunan bir dopaminerjik aktarıcı nöron sayesinde dopamin salgılanmaya başlıyor. Dopaminerjik nöronun alıcılarına yerleşen madde (beyin hücrelerinin yalnızca yüzde 3.3’ü bu dopamine duyarlı) bu sayede zevk mesajının yayılmasını sağlıyor. Elektrik tepkimeleri aracılığıyla bir nörondan diğerine aktarılan mesaj, sinir sonlarında bulunan aktarıcılar tarafından en yakındaki hücrelere aktarılıyor. Heyecan verici ve tehlikeli ya da riskli kabul edilen sporlarla uğraşmayı sevenlerde ise başka bir madde daha devreye giriyor. MAO yani monoaminoasidaks adı verilen madde ise alınan zevk ve heyecanı güçlendiriyor. Enzim faaliyetleri düşük seviyede olan insanlar bu eksiklerini yaptıkları etkinliğin tehlike ve stres dozunu arttırarak gidermeye çalışıyor.

*

Newton dergisinden derlenmiştir.

*

Mustafa Sezgin /Yetenek.com

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız