Az sonra, haber programcısı bir bayan ile bir kameraman birlikte geldiler. Oturduk, konuşmaya başladık. Daha üç-beş kelime konuşmadan konuya girdiler:
-Savaş nedeniyle çıkabilecek krizle ilgili olarak ne gibi önlemler aldınız?
-İlk olarak kriz rafı yapmaya başladık.
-Kriz rafı da ne demek?
-Aslında siz de bilirsiniz ki, krizlerle birlikte satışlar bıçakla kesilir gibi durur. Oysa işletmeler devamlılık üzerine kurulurlar. O düzeni bozmak çok kolaydır. Sadece bir kararınıza bakar. Ama yeniden başlatmak o kadar zordur ki, hiçbir girişimci o riski göze alamaz. Ayrıca; ben işleri durdurdum demek de o kadar kolay değil. Ülkede kanunlar var. Çalışana sağlanmış güvenceler var. O kadar insanın ihbar ve kıdem tazminatlarını vermeye kalksanız, eve gidebilmek için aracınıza benzin almaya bile paranız kalmayabilir. En iyisi elinizdeki son kuruşa kadar harcayıp, gerekirse bazı birikimlerinizi elden çıkarıp üretime devam etmektir. Aksi hâlde, sabit giderlerinizin arasında boğulup gidersiniz. Satmadan üretmek ise stok yapmak anlamına gelir. O kadar mamulü koymaya raflar yetmez.
Bana kalsaydı bu konuşmaları, kurulu bir papağan gibi sürdürecektim ama kızcağızın sabrı yoktu:
-Hemen gidip şu kriz rafını bir görsek
Birlikte aşağıya, mamul deposuna indik. Gerçekten de ekip çalışıyordu. Kaynak bölümünde hazırladıkları parçaları, yerine monte ediyorlardı. Bu sefer yukarıda yaptığımız konuşmaları kamera önünde tekrarladık. O programı seyretmek kısmet olmadı. Sanırım fazla tekrarlamamışlar.
Birkaç gün sonra bir arkadaş geldi. Satışların birden durması nedeniyle hayli tedirgindi. Ancak çok ucuz fiyatlarla satış yapabiliyordu.
-Yüze mal edip seksene satıyorum. Üretimi kısmayı düşünüyorum.
Onu ikna etmek için epey uğraştım. Sabit gider, değişken gider ilişkilerini dilim döndüğünce anlattım. Ona bir yol da gösterdim:
-Kriz dönemlerinde bazı değerler düşer, bazıları sabit kalır, hatta artar. Altın ve döviz bu özelliktedir. Gerekirse eşinin takılarını sat. Kenarda birikmiş dövizin varsa, onları bozdur sermaye yap. Son kuruşuna kadar kullan. Ama ne olur hızını kesme. Çünkü işi yavaşlattığın zaman sabit giderlerin maliyetlere öyle biner ki, kriz geçtikten sonra bile uzun süre belini doğrultamazsın.
İş hayatımız boyunca büyüklü-küçüklü sayısız kriz dönemleri yaşadık. Aslında, yapılan her devalüasyon bir kriz demektir. Çünkü kur patlamasıyla birlikte, özellikle borçlu olanlar büyük borçlar altına girerler. Bunun için döviz cinsinden borçlu olmanız gerekmez. Banka ile imzaladığınız şartnamenin arkasındaki kargacık burgacık yazılar, sizin idam fermanınız olarak yürürlüğe girmek üzere zaten bu günler için hazırlanmıştır.
Büyük denilebilecek ilk krizi ‘77 yılında yaşadık. Fiyatlar öyle hızlı artmaya başladı ki, hesap yapmaya bile yetişemedik. Birinci Körfez Krizi’nde, hepimiz aynı şeyi söylüyorduk: “Birkaç adam çıkardık, işi hâllettik.” İkincisinde durum biraz değişti; işçi ve işveren olarak biraz daha bilinçlendik. Kimsenin işinden olmasına razı değildik; “daha az çalışma, daha az para” dedik.
Sonra “uçayasa krizi” hepsinden şiddetli geldi. İşyerindeki insancıklar bir kazaya uğramamak için merdiven başlarında, kapı önlerinde bizimle karşılaşmamaya özen gösteriyorlardı. Yüce Allah’a şükürler olsun ki, o sıralarda maddî durumumuz iyiydi de, hepsini karşımıza alıp “o yılın sonuna kadar, yani 10 ay boyunca” kriz nedeniyle kimseyi işten çıkarmayacağımız konusunda güvence verdik ve modeli değişmeyecek ürünlerde stok serbest diyerek işin önünü açtık. Çalışanlarımızın teşekkürü ise, “yüzde on beş verim artışıyla” kriz raflarımızı lebaleb doldurmaları oldu.
Bu arada, “uçayasa” konusunu da açıklama gereğini duyuyorum. Benim, şiirlerimin yanında, kritik olayları anında hicvetme anlamında taşlamalarım da var. Uçan anayasa için yazdığım taşlama internette hâla dolaşıyor.
UÇAYASA
Üç beş güzel söze kanıp inandık,
Dürüstlüğü tek şart sanıp aldandık
Seçmesini bilemedik çok yandık
Gülemedik yüreğimiz pek ezik
Yıllar boyu çıkmayacak bu kazık
Vatan için sabretmeyi bilmeyen
Milletine bir an olsun gülmeyen
Dünya batsa orta yere gelmeyen
Kişilere teslim olduk çok yazık
Yıllar boyu çıkmayacak bu kazık
Günler önce bıçak, silah bilendi
Yüce makam kine, küfre bulandı
Kabahatler hep karşıdan bilindi
Töre bozuk, üslûp bozuk, tarz bozuk
Yıllar boyu çıkmayacak bu kazık
Herkes farklı onur, tavır takındı
Uzlaşmanın tüm yolları tıkandı
Trilyonlar dakikada tükendi
Vatandaşta ne iş kaldı ne azık
Yıllar boyu çıkmayacak bu kazık
İstanbul, 21 Mart 2001
Babam derdi ki: “Eski ayları kırkıp yıldız yaparlar.” Bunun kriz rafıyla ne alakası var demeyin. Kriz raflarını daha sonra ne yaptığımızı merak edersiniz diye düşündüm. Durum normale dönünce; o rafları boş gördükçe içimizde yeni ateşler yanmaya başlar. Var gücümüzle işimizi büyütmeye çalışırız. Girişimciyiz demiştik ya…
Gazanfer Sanlıtop
www.gencgelisim.com