Hatırladınız mı bu mısraları? “Su insanı boğar, ateş yakarmış!” Ateşi yakan bir madde olarak bellemiş, öyle algılamışızdır. Oysaki ateşle ilgili çok farklı görüşler, rivayetler var. Kimyacılara, tarihçilere inat ateşle ilgili bilimsel veriler sunmayacağım size. Ne ateşin hammaddesini, ne de hangi çağlarda bulunduğunu söyleyeceğim.
Hayatımızın günlük akışında hep iniş çıkışlar yaşarız. Bir gün eve geldiğinizde vücudunuzdaki tüm kanın beyninize sıçradığını, ortalığı kırıp döktükten sonra fark edersiniz. Önce ateş basar, sonra telafi etmekte zorlandığınız cümleler çıkar ağzınızdan. Ya da işe gittiğinizde karşılaşırsınız bu problemle. Kimi zaman mesai arkadaşlarınıza, kimi zaman da patronunuza çatmışsınızdır.
MAHMUT AÇIL
mahmutacil@hotmail.com
Hatırladınız mı bu mısraları? “Su insanı boğar, ateş yakarmış!” Ateşi yakan bir madde olarak bellemiş, öyle algılamışızdır. Oysaki ateşle ilgili çok farklı görüşler, rivayetler var. Kimyacılara, tarihçilere inat ateşle ilgili bilimsel veriler sunmayacağım size. Ne ateşin hammaddesini, ne de hangi çağlarda bulunduğunu söyleyeceğim.
Hayatımızın günlük akışında hep iniş çıkışlar yaşarız. Bir gün eve geldiğinizde vücudunuzdaki tüm kanın beyninize sıçradığını, ortalığı kırıp döktükten sonra fark edersiniz. Önce ateş basar, sonra telafi etmekte zorlandığınız cümleler çıkar ağzınızdan. Ya da işe gittiğinizde karşılaşırsınız bu problemle. Kimi zaman mesai arkadaşlarınıza, kimi zaman da patronunuza çatmışsınızdır.
Televizyonlarda ya da gerçek hayatta karşılaştığımız birçok olayda ateş başroldedir. Kiminin evini yakmıştır, kiminin elini yüzünü… Kimini evinden, kimini yurdundan etmiştir. Kimine ise gelecekle ilgili dinmez bir korku salmıştır. Hani bir gün ölüp gidince karşımıza çıkmasından endişe edilmiştir.
Ama doğru kullanıldığı zaman hep faydalı olmuştur ateş. Kötü değildir. Allah’ın yarattığı ve canlıların istifadesine sunduğu bir mahlûktur. ‘Tu kaka’ hiç değildir! İnanın bazen ateş olmak gerekir. Toprak olmak gerektiği gibi… Etrafa dehşet saçan soğukluğu sevgi sıcağına dönüştürmek için…
Savaş filmlerini seyrettiniz mi hiç? Hani şu kılıç kalkanlı çağları anlatan filmleri… İki ordu karşı karşıya gelir, önce saf tutarlar, yüzler gerilir, alınlar kırışır, bakışlar sertleşir… Sonra meydana bir atlı çıkar. Ortalığı kızıştırıcı birkaç cümle söyler. Ve avazı çıktığı kadar bağırarak motive eder askerlerini. Hatırlarsınız canım, son zamanların moda filmleri bunlar.
Cesur Yürek, Gladyatör, Son Şövalye, Truva gibi… Bu filmlerde dikkat etmenizi istediğim bir sahne var. Çok önemli… Ayrıntı ama önemli! Zaten hayat ve başarı detaylarda gizli değil mi?
İki ordu karşı karşıya dizilince önce bir taraf oklarını çıkarır, yaylarını gerer ve salar. Binlerce ok gökyüzünde karşı tarafın askerlerinin üzerine doğru yaklaşır. Ve işte söylemek istediğim şey burada gizli. Karşı taraf buna mukabil kalkanlarını çıkarır, başlarının üstüne kor ve eğilir.
Taarruzun geçmesini bekler. Okların bitmesini… Binlerce ok kendisine doğru gelirken, yayını çıkarıp karşı ok atan bir asker göremezsiniz. Önce ok yağmurundan kurtulmak gerek. Sessizce ve en az zayiatla…
İş stresi, hayatın yorgunluğu derken etrafta esen rüzgârlar bazen üzerimizde istemeden de olsa bir buz kütlesi oluşturur. Soğuk mesajlar veririz sağa sola. Girdiğimiz odada serinlik oluşur; ama biraz fazlaca… Ve istenmeyen sözler, küçük dargınlıklar… Sadece evliliklerde mi? Hayır! Hayatın her aşamasında; evde, sınıfta, iş yerinde, manavda, markette… Karı-koca, baba-oğul, amir-memur arasında…
İlişkilerde bazen ateş olmak gerek; sıcak, sevimli ve faydalı… İnsanı yakan değil ısıtan, ortamı yumuşatan… Tartışmalarda her iki taraf da buz kütlesi gibi olur. Ya da karşılıklı atılan oklar vardır. Malum iki buz kütlesi çarpışınca kırılır. Bir daha düzelmesi zor yaralar açılır. Karşılıklı tarafların biri buz kütlesiyken, diğeri ateş olursa olay biter. Onu kendine çeker, yumuşatır. Gelen buz kütlesini eritir. İçine alır ve problemi yok eder. Bir olurlar ve bütün…
Bazen ateş olmak lazım, bazen toprak… Ama her an berrak. Problem üreten değil, çözen, olaylara çok yönlü bakabilen, huzuru ve mutluluğu kendisi üreten…
Stresi Yönetmek ve Bardağı Taşıyabilmek
Bir gün bir profesör, öğrencilerine “stres yönetimi” ile ilgili ders veriyordu. Su dolu bir bardağı kaldırıp öğrencilerine sordu: “Sizce, bu su dolu bardağın ağırlığı ne kadardır?” Cevaplar, 200 gr ile 400 gr arasında değişti. Bunun üzerine profesör şöyle dedi: “Gerçek ağırlık fark etmez; fakat durum bardağı elinizde ne kadar tuttuğunuza göre değişir. Eğer, bardağı bir dakikalığına elimde tutarsam problem yok. Ama bir saatliğine tutarsam, muhtemelen kolumda bir ağrı oluşur. Eğer bardağı bir gün boyunca elimde ve havada tutarsam ambulans çağırmak zorunda kalırsınız.
Aslında ağırlık aynıdır; fakat ne kadar uzun süre tutarsanız size o kadar ağır gelir. Eğer, sıkıntılarımızı her zaman taşırsak, er ya da geç taşıyamaz duruma geliriz. Yükler gittikçe artarak daha da ağır gelmeye başlar. Yapmamız gereken, bardağı yere bırakıp bir süre dinlenmek ve daha sonra tutup tekrar kaldırmaktır. Yükümüzü ara sıra bırakmalı, dinlendikten sonra tekrar yolumuza devam etmeliyiz…”
İşten eve döndüğünüzde iş sıkıntınızı dışarıda bırakın, nasıl olsa yarın tekrar alıp taşıyabilirsiniz. Ve hatta… Yarın sabah almaya gittiğinizde bir kısmını geceleyin esen sıcak bir rüzgârın götürdüğünü göreceksiniz.
bu yazılarda ilginizi çekebilir:
Erkeklerin Beden Dili Farklı Anlamlar Taşıyabilir
MUTLULUĞUN YOL HARİTASI: Düşüncenin Gücü
Cool Görünmenin 10 Altın Kuralı
SEVGİLİNİZLE NE KADAR UYUMLUSUNUZ ? TESTİ ÇÖZÜN, ÖĞRENİN