En büyük servet: Hayal gücü ve yaratıcılık

0
813

Servet yaratmanın sermaye sahibi olmaktan geçtiği günlerin artık çok uzağındayız. Artık en büyük servet hayal gücü ve yaratıcılık! Başarılı olmak ve kalmak için önce tanımlanmış sınırların dışına çıkmak gerekiyor…

SINIRLARIN DIŞINA ÇIKMAK!

Eskiden servet yaratmak için sermaye gerekliydi; bugün ise hayal gücü ve yaratıcılık. Bugünün markaları ancak yaratıcı oldukları takdirde rekabet gücüne sahip olabiliyorlar. (Günümüzün En Büyük Sermayesi Yaratıcılıktır.)
Yaratıcılık en temel haliyle sınırların dışında (out of the box) düşünebilme yeteneğidir. Yaratıcı olmak, soruları hiç sorulmamış bir şekilde sormak, mevcut sınırların dışına çıkmayı bilmek demektir. (Hiç Gidilmemiş Yoldan Gitmek)

Karşımıza çıkan her sorunu mevcut bilgilerimizin ışığında görmek, bunları “bildiğimiz gibi” çözmeye çalışmak bize yeni yolların kapılarını kapalı tutar. Bildiklerimiz ne kadar fazlaysa “ön yargılarımız” da ister istemez o kadar fazla olur.

İnsan zihni belli bir kalıba göre koşullandığında yaratıcılığı körleşir.
Harvard üniversitesi hocalarından Gautam Mukunda deneyimin genelde ortalama bir performansın göstergesi olduğunu ve yaratıcılık söz konusu olduğunda deneyimin pek öneminin kalmadığını söyler. En yaratıcı olanlar en deneyimliler arasından değil, aksine yapılan işe farklı bir gözle bakabilenler arasından çıkar. Şirket dışından gelenlerin ön yargıları şirkette yıllarını vermiş olanlara kıyasla çok daha azdır.
“İşletme körlüğü” özellikle çok deneyimli yöneticilere musallat olan bir hastalıktır. Kendisini yenilemeden dış dünyadan beslenmeden uzun süre aynı işi yapan yöneticiler belli bir süre sonra karşılaştıkları sorunlarını kanıksamaya hatta kabullenmeye başlar. Bu körlük sadece hatalar ve sorunlar için değil, fırsatlar için de geçerlidir; aynı işi uzun süre yapanlar fırsatları da göremez olurlar.

Deneyimli liderler, değişimin yavaşladığı ve her şeyin belirlenmiş olduğu dönemlerde çok büyük başarılar gösterip şirket performansını kat be kat artırabilirler. Ancak şurası da bir gerçek ki bugün, Gary Hamel’in da vurguladığı gibi, 80’li yıllarda çok önemsediğimiz “daha iyisini hatta mükemmelini yapma” çabaları artık eskisi kadar önemli görülmüyor; çünkü her işletmenin üretimi standardın çok üzerinde bir kaliteye ulaşmış durumda. Bugünün koşullarında rekabet üstünlüğü yakalayabilmek için ihtiyacımız olan şey “daha iyi” değil, “daha farklı” olanı bulabilmektir. Daha farklı olanı bulmak için ise rakiplerden daha iyi olma adına onlarla aynı yarışta koşarak nefes tüketmek değil, “kimsenin henüz koşmadığı yeni bir kulvar açmakla” mümkün olabilir.
İçinde rekabet ettiği pazarı yeniden tarif etmeyi, yeni ve rakipsiz bir değer yaratmayı hedefleyen her şirket önce tanımlanmış sınırların dışına çıkmak zorundadır; çünkü olgunlaşmış pazarlarda hem sınırların içinde kalıp hem de “yeni bir oyun düzeni” kurmak mümkün değildir.

“Mavi okyanus stratejisi” bir şirketin mevcut kalıpların dışına çıkarak rakibi olmayan bir değer sunması üzerine kuruludur. Göze göz, dişe diş rekabet etmek yerine kendisine farklı ve yeni “mavi okyanuslar” açmayı başarmış olan markalar çoğunlukla kendileriyle hiç alakası olmayan endüstrilerden ilham almış olan markalardır. Cirque du Soleil mevcut sirklerden değil, opera ve gösteri sanatlarından ilham almıştır. Cirque du Soleil’in yaptığı gerçek anlamda bir “out of the box” düşünme tekniğidir. Rakip sirklerden daha iyi akrobatlar, daha iyi hayvan terbiyecileri alarak onlardan “daha iyi” olmak yerine mevcut kalıpların dışına çıkarak sirk dendiğinde hiç kimsenin aklına gelmemiş alanlardan ilham alarak değer yaratmış bir markadır.

Bugün birçok yenilikçi ve yaratıcı şirket tepe yönetimlerine kendi bünyelerinden birisini getirmek yerine kendi alanlarında hiç deneyimi olmayan, farklı endüstrilerde deneyim kazanmış yöneticileri transfer ediyor. Başka bir endüstriden gelen liderler, var olan kalıpların sınırlarına takılmadan, mevcut yapıları “mükemmelleştirmeye” çalışmak yerine bambaşka bir bakış açısıyla çok daha “yenilikçi” olabiliyorlar.
Yenilik yapmak için bazen “bilmiyor olmak” bir avantajdır. Deneyimsiz olmak yaratıcı ve cesur çözümlerin potansiyelini de kendi içinde taşır. Yeni çözüm yolları, deneyimlerimize dört elle sarıldığımızda değil, bildiklerimizi unutup yeniden öğrenmeye hazır olduğumuzda ortaya çıkar.

Bu nedenle kendi alanında deneyimli ama şirkete yabancı olan liderler, “içerdekilere” kıyasla daha “taze” bir bakış açısına sahip olarak herkesin kanıksadığı, kimsenin fark etmediği ayrıntıları daha çabuk yakalayabilirler. Bu liderler hiç şüphesiz daha yenilikçi bir bakış açısını hayata geçirmede daha avantajlı olurlar.

Danışmanların da sağladıkları fayda benzer bir temel üzerine kuruludur. Danışmanların sağladıkları en önemli avantaj bir sektörde elde ettikleri deneyimi farklı bir sektörde çözüm olarak kullanmalarından kaynaklanır. Ayrıca danışmanlar şirkette birikmiş ön yargıları taşımadıkları için hep “başlangıç zihnine” sahiptirler.

Büyük şirketler “işletme körlüğüyle” mücadele etmek için danışmanlardan yararlanırlar. Danışmanlar şirketlerin “kör noktalarını” aydınlatırlar.
Jiddu Krishnamurti “zihnin yaratıcı olmak için, var olan deneyimlerin üzerine çıkması ve kısıtlayıcı birikimlerden, bilgilerden arınması gerektiğini” söyler.
Deneyimler elbette hayatı kolaylaştırıp hızlandırır ama yenilikçi olmak için “bilinenin” dışına çıkmak gerekir. “Kanlı rekabet” ortamında sadece deneyimlere dayanarak mücadele etmek başarı getirmeyebilir.

Bugünün iş dünyasının en çok ihtiyaç duyduğu özellikler “yaratıcılık ve değişime açık olmaktır”. Kapalı yerde hareketsiz duran suyun yosun tutması gibi, şirketler de taze bakış açılarını şirketin içine dahil etmedikleri zaman yosun tutarlar.

Şirketlerimizi ileriye götürecek, inovatif çözümler yaratmak için “taze bakışlardan” yararlanmasını bilmek zorundayız.

 

Yazan : Temel Aksoy Kaynak : www.temelaksoy.com

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız