BAKİ (1526- 1600)

0
34

1526 yılında İstanbul’da doğan Baki’nin asıl ismi Mahmud Abdülbâki’dir. Fakir bir ailenin çocuğu olan Baki’nin, babası müezzinlik yapıyordu. Çocukluğunda saraç çıraklığı yaptı. Eğitime, ilme olan büyük tutkusu fark edilmeye başlanınca ailesi medreseye devam etmesine izin verdi. Kendi gayretiyle iyi bir eğitim gördü, dönemin ünlü müderrislerinden ders aldı. Eğitimi boyunca şiire olan ilgisi giderek arttı ve güçlü kaleminin ünü de yavaşça yayılmaya başladı. Eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. Hayatı boyunca çeşitli dönemlerde kadılık, kazaskerlik gibi makamlarda devlet hizmetinde bulundu, yaşlılığında Şeyhülislam olmak istese de bu göreve getirilmemiştir. 1600 yılında, İstanbul’da vefat etti. Baki, 16. yüzyılda şairler sultanı olarak anılan şairimizdir.

Bâki, Osmanlı’nın en güçlü devirlerinden birinde yaşadı, bu da pekâla onun şiirlerine ve şiirlerinde kullandığı temalara yansıdı. Aşk, yaşamanın zevki ve doğa şiirlerinin başlıca konularıdır. Her ne kadar şiirlerinde tasavvuf etkisi veya tema olarak tasavvuf bulunmasa da, tasavvufta da özel bir mahiyeti olan aşk mefhumunu sık sık konu alması itibariyle, divanı mutasavvıflar tarafından çok sevilir. Tekniği güçlüdür, şiirlerinde yakaladığı ahenk ve akıcılık fark yaratır. Dil kullanımında çok yeteneklidir. Şiirlerinin oluşturduğu tını, musiki de şiirlerinin farklı bir özelliğidir.

Baki’nin, Türk Divan şiirinin dönemin ünlü akımları ve eserleri seviyesine ulaşmasında çok büyük katkısı vardır. Eserlerinden biri de Kanunî Sultan Süleyman’ın vefatı üzerine yazdığı “Mersiye-i Hazret-i Süleyman Han” isimli mersiyedir. Şiirlerinde İstanbul Türkçesini başarıyla kullandı. Ahenk ve musikiye önem veren Baki, söz seçiminde titiz davrandı ve genellikle din dışı konuları işledi. Baki’nin gazellerinden; “Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.” sözü dilimize yerleşmiştir.

Eserleri: Divan, Fazâ’ilü’l-Cihad, Fazâil’i-Mekke, Hadîs-i Erbain Tercümesi, Kanuni Mersiyesi

Yârdan cevr ü cefâ lûtf u kerem gibi gelür
Gayrdan mihr ü vefâ derd ü elem gibi gelür

Firkat-ı yâr katı zâr u zebun itdi beni
Döymeyem mihnet-i hicrâna ölem gibi gelür

Uydurup leşker-i uşşâkını ol şâh-ı cihân
Nâz ile salını salını alem gibi gelür

Dil-i pür-hûn elem-i aşkun ile cûş ideli
Çeşme-i çeşmün akan suları dem gibi gelür

Bâkıyâ hangi gönül şehrine gelse şeh-i aşk
Bile endûh u belâ hayl ü haşem gibi gelür”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız