BEN BİR RÜYA GÖRÜYORUM!

0
1033

BEN BİR RÜYA GÖRÜYORUM!

 

Martin Luther King, 1928 yılında Atlanta’da dünyaya geldi. 1968’de 39 yaşındayken bir suikastte hayatını kaybetti. O, bir hatip, eylemci ve sivil haklar hareketi lideri olarak Amerika’yı değiştirdi.. Çocukluğundan itibaren siyah Amerikalıların maruz kaldığı adaletsizliklerin farkında olan King, tüm Amerikalılar’ın eşit haklara kavuşması için mücadele etmeye karar verdi ama bunu şiddete başvurmadan yapacaktı.

Şiddete başvurulmayan yöntemler kullanarak, ırkçılığa ve önyargıya karşı savaştı. ABD hükümetini âdil olmayan ayrımcılık politikalarından dolayı eleştirdi. Yürüyüşler, toplantılar ve gösterilere öncülük etti. King, hayatı boyunca tehdit edildi, dövüldü ve hapsedildi.

Martin Luther King, 28 Ağustos 1963’te Washington Yürüyüşü sırasında 200.000 kişiye hitaben şu konuşmayı yaptı:

Milletimizin tarihine hürriyet uğrunda en büyük gösteri diye geçecek bugün sizlerle birlikte olmaktan mutluyum.

Yüz sene önce, şimdi sembolik gölgesinde durduğumuz büyük bir Amerikalı (Cumhurbaşkanı Abraham Lincoln) Kurtuluş Bildirisi’ni imzaladı. Bu tarihî belge, adaletsizliğin solgun alevinde yanıp kurumuş milyonlarca Siyahî köle için büyük bir ümit ışığı idi. Bu ışık, kölelikle geçen uzun bir gecenin sevinçli bir şafağı halinde göründü.

Fakat aradan yüz sene geçmesine rağmen, Siyahî’nin hâlâ hür olmadığı trajik gerçeği kabul etmeye mecburuz. Aradan yüz sene geçmesine rağmen, Siyahî’nin hayatı, ırk ayırımının kelepçe­leri ve ikinci sınıf vatandaş olmanın zincirleri ile kötürümleşmiş durumda. Aradan yüz sene geçmesine rağmen, Siyahî, vâsi bir maddi refah okyanusunun ortasında ıssız bir sefalet adasında tek başına yaşıyor. Aradan yüz sene geçmesine rağmen, Siyahî, Amerikan cemiyetinin köşe ve bucağında takattan düşüyor ve kendi vatanında kendisini sürgün olarak görüyor.

Ve bundan böyle, bugün buraya utandırıcı bir durumu dramatize etmek için geldik. Bir bakıma, ülkemizin merkezine bir çeki bozdurmak için geldik. Cumhuriyetimizin mimarları Anayasa’daki ve İstiklâl Beyannamesi’ndeki şaheser kelimeler altına imzalarını atarlarken, her Amerikalı’nın vârisi olacağı bir bonoyu imzalıyorlardı.

Bu bono, herkesin -evet, beyaz insanların olduğu kadar, siyah insanların da- hayat, hürriyet ve mutluluk peşinde gitme haklarının dokunulmazlığının garantisi idi.

Gayet aşikâr ki, Amerika, siyah vatandaşlarına bu bononun karşılığını ödemedi. Bu kutsal vaadini yerine getireceği yerde, Amerika, Siyahî halka “karşılığı yok” diye yazılarak iâde edilen kötü bir çek verdi.

Fakat biz adalet bankasının iflâs ettiğine inanmıyoruz. Bu ülkedeki büyük fırsat kasalarında ye­terince fon bulunmadığına inanmıyoruz. Ve bunun içindir ki bu çeki, istediğimiz zaman bize hürriyetin zenginliklerini ve adaletin güvenliğini verecek çeki bozmaya geldik.

Yine bu kutsal yere durumun şiddetli âciliyetini hatırlatmak için de geldik. Serinlemenin lüksünde vakit geçirmek veya tedriciliğin yatıştırıcı eczasını almak için vakit geçti.

Şimdi demokrasi vaadlerini gerçekleştirmenin zamanı. Şimdi ırk ayırımının karanlık ve viran vadisinden ırkî adaletin güneşli yoluna yükselmenin zamanı. Şimdi milletimizi ırkî adaletsizliğin bataklığından kardeşliğin sağlam kayasına çıkarmanın zamanı. Şimdi Allah’ın bütün çocukları için adaleti bir gerçek haline getirmenin zamanı.

Bu ânın âciliyetini görmemek millet için büyük felâket olur.

Siyahî’nin meşru huzursuzluğunun bu pişirici yazı, hürriyet ve eşitliğin canlandırıcı sonbaha­rına kadar bitmeyecek; 1963 bir son değil, sadece bir başlangıç. Siyahî’nin içindekileri dışarı dökmek ihtiyacında olduğunu ve artık halinden memnun olacağını ümit edenler, millet, işlerin yolunda gittiği eski yıllara döndüğü takdirde büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaklar.

Siyahî’ye vatandaşlık hakları bahşedilene kadar Amerika’da ne istirahat ne de huzur olacak. Adaletin parlak günü görünene kadar isyan kasırgası milletimizin temellerini sarsacak.

Adalet sarayına çıkan ılık eşikte duran halkıma söyleyeceğim bir şey var. Hak ettiğimiz yeri ele geçirirken, bizi suçlandıracak kötü hareketlere başvurmayalım. Hürriyete olan susamışlığımızı acılık ve nefret kabından içmekle tatmin etmeyelim. Mücadelemizi sonuna kadar ağırbaşlılık ve disiplinin en yüce basamaklarında yürütelim. Yaratıcı protestolarımızın fizikî şiddete soysuzlaş­masına müsaade etmeyelim.

Tekrar ve tekrar, fizikî kuvvete ruh kuvveti ile karşı çıkacağımız şaşaalı zirvelere yükselelim. Siyahî topluluğu kaplayan fevkalâde yeni militanlık bizde bütün beyazlara güvenilemeyeceği düşüncesini yerleştirmemeli; zira, bugün bizimle beraber onların da buraya gelmelerinden anlaşıl­dığı üzere, pek çok beyaz kardeşimiz kendi hürriyetlerinin ayrılamazcasına bizim hürriyetimize bağlı olduğunu anladı. Bu yolda yalnız yürüyemeyiz.

Yürürken de, daima ileriye doğru yürüyeceğimize yemin etmeliyiz. Geri dönemeyiz. Vatan­daşlık haklarına kendilerini adamışlara soranlar var: “Ne zaman tatmin olacaksınız?”

Siyahî, polis vahşetinin ağza alınamaz dehşetinin kurbanı olduğu müddetçe biz hiç bir zaman tatmin olamayız. Seyahatin yorgunluğundan bîtab düşmüş vücutlarımızı yollardaki motellerde ve şehirlerdeki otellerde dinlendiremediğimiz müddetçe biz hiç bir zaman tatmin olmayacağız.

Mississippi’deki Siyahî oy veremediği müddetçe ve New York’taki Siyahî de oy kullanıp kullanamamasının neticeyi değiştiremeyeceğini düşündüğü müddetçe biz hiç bir zaman tatmin olamayacağız.

Hayır, hayır, adalet bir su gibi, doğruluk da muazzam bir nehir gibi akmadığı müddetçe biz tatmin olunmayız ve tatmin olmayacağız.

Bazılarınızın buraya büyük tecrübeler ve zorluklardan sonra geldiğinizi bilmiyor değilim. Bazılarınız buraya cezaevlerinin dar hücrelerinden, bir diğerleriniz hürriyet isteğinizin aleyhinize açılan davalar fırtınası ile vücutlarınız dövülmüş ve polis vahşetinin fırtınasının sersemletmiş hali ile geldiniz. Sizler yaratıcı ızdırabın gazilerisiniz. O inançla gayretlerinize devam ediniz, zira sizi kurtaracak olan şey bu hak etmediğiniz ızdıraptır.

Eninde sonunda bu durumun mutlaka değişeceğine inanarak Mississippi’ye dönün, Alabama’’ya dönün, Louisiana’ya dönün, kuzey şehirlerinin harap mahallelerine ve getto’larına dönün, çamur içinde yuvarlanarak ağnamayın.

Arkadaşlarım, günümüzün ve yarının güçlükleriyle becelleşmemiz gerekmesine rağmen, hâlâ bir rüya gördüğümü söyleyeceğim. Bu, Amerikan rüyasında kökleşmiş derin köklü bir rüya.

Ben, bu milletin bir gün ayağa kalkarak inancının gerçek manasına göre yaşayacağının rüyasını görüyorum: “Biz bu hakikatlerin kendiliklerinden belli olduklarına, bütün insanların eşit yaratıldıklarına inanıyoruz.” (Amerikan İstiklâl Beyannâmesi’nden bir cümle.)

Bir gün Georgia’nın kızıl tepelerindeki önceki köle sahiplerinin kardeşlik masasında beraberce oturacakları günün rüyasını görüyorum.

Bir gün adaletsizlik ve baskı sıcağının bayılttığı çöl eyaleti Missisippi’nin bile hürriyet ve adalet vahasına dönüşeceğinin rüyasını görüyorum.

Bir gün, dört küçük çocuğumun, ciltlerinin rengi ile değil de, karakterlerinin muhteviyatı ile değerlendirilecekleri bir ülkede yaşayacaklarının rüyasını görüyorum. Ben, bugün bir rüya görüyorum.

Bir gün, valisinin dudaklarından müdahale ve kanunların hükümsüzlüğü kelimeleri dökülen Alabama eyaletinin bile küçük siyahî erkek ve kız çocuklarının küçük beyaz erkek ve kız çocukları ile el ele tutuşarak erkek ve kız kardeşler olarak yürüyecekleri bir duruma dönüşeceğinin rüyasını görüyorum.

Ben, bugün bir rüya görüyorum.

Bir gün, her vâdinin yüceltildiği, her tepe ve dağın alçaltıldığı, her kaba ve pürüzlü yerin düzeltildiği ve eğri yerlerin düzleştirildiği bir ülkede Allah’ın bütün şaşaasının, hepimizin bera­berce görmesi için ifşa edileceği günlerin rüyasını görüyorum.

Biz bunları ümit ediyoruz. Güneye bu inançla dönüyorum. Bu ümitle, biz, ümitsizlik dağını bir ümit kayası haline getireceğiz. Bu ümitle, biz, milletimizin ahenksiz seslerini kardeşliğin güzel bir senfonisine dönüştüreceğiz. Bu ümitle biz, bir gün hürriyetimize kavuşacağımızı bilerek beraberce çalışacağız, beraberce dua edeceğiz, beraberce cezaevine gideceğiz, hürriyet uğrunda beraberce ayakta duracağız.

O zaman Allah’ın bütün çocukları yeni bir mana ile şarkı söyleyecekler; “Benim ülkem budur, hürriyetin tatlı ülkesi, ben onun şarkısını söylüyorum. Babalarımızın öldüğü, ilk yerleşenlerin gurur duydukları ülkesi, hürriyetin çanı her dağda çalsın.”

Eğer Amerika büyük bir millet olacaksa, bu gerçekleşmeli. Şu halde hürriyetin çanı New Hampshire’nin yüksek tepelerinde çalsın. Hürriyetin çanı New York’un muazzam dağlarında çalsın. Hürriyetin çanı Pennsylvania’nın Allegheny yüksekliklerinde çalsın!

Hürriyetin çanı Colorado’nun karla kaplı kayalık dağlarında çalsın!

Hürriyetin çanı Califorrnia’nın göz alıcı tepelerinde çalsın!

Ama hürriyetin çanı Georgia’daki Taş Dağı’nda da çalsın!

Hürriyetin çanı Tennessee’nin Gözetleme Dağı’nda da çalsın!

Hürriyetin çanı, Missisippi’deki her tepe ve köstebek tepeciğinde de çalsın! Her dağda hürriye­tin çanı çalsın!

Hürriyetin çanı çaldığı zaman, her köy, her kasaba, her eyalet ve her şehirde çaldığı zaman, Allah’ın bütün çocuklarının, siyah insanların ve beyaz insanların, Yahudiler’in, Protestanlar’ın, Katolikler’in el ele tutuşarak eski bir Siyahî ilâhisini söyleyecekleri günü daha çabuk getireceğiz: “Artık hürüz! Artık hürüz! Büyük Allah’a şükürler olsun, biz artık hürüz!” (Nejat Muallimoğlu, Bütün Yönleri İle Hitabet, İstanbul 1991. 551-553 ss.)

Mehmet Bicik

bgdergisi@gmail.com

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız