İstanbul’un tarihsel hikayesi, M.Ö. 658 yılında kurulmasıyla başlar. Rivayete göre Megaryalı Byzas ve taraftarları, yeni şehrin mevkisi hakkında Delf adlı bir kâhinin fikirlerine müracat ederler.
Kâhinin “bu şehri körlerin memleketi karşısına kurun” cevabını vermesi üzerine Megaryalılar, yurtları olan Korent’ten kalkarak uzun mesafeleri aşarak bugünkü Sarayburnu’na gelmişlerdi. Sarayburnu’ndan etrafı seyredip incelerlerken, karşı yakadaki o zamanlar Finikelilerin bir sömürgesi olan Kadıköy’ü görürler ve çıktıkları noktada şehir kurmayıp Kadıköy’ü seçenlere şaşmışlar. Böylece “işte kâhinin haber verdiği körler memleketi orasıdır” diyerek yeni şehirlerini Haliç ile Ligos burnu üzerinde kurmuşlardır.
Kurdukları bu şehre, topluluğun en üst idarecisinin ismini layık görerek Bizans demişler. Daha sonra da göçebe yaşayan Argos’lular da Bizans’a yerleştiler. Bizans, küçük bir kasaba halindeyken coğrafi konumunun öneminden dolayı kısa zamanda ticaret merkezi haline gelmiştir. Şehrin bu önemi çok defa savaşlara sebep olmuştur. Met muharebeleri sırasında İraniler tarafından istilaya uğramış ve M.Ö. 479’da Plate muharebesinden sonra Isparta kralı Pozatyas tarafından geri alınır. Bundan sonra Bizans, bir taraftan Atina bir taraftan Isparta’nın mücadeleleri ve bu şehre sahip olma arzularından kendini kurtarmak için daima kuvvetli tarafla anlaşma siyasetini benimsemiştir.
Bizans için diğer büyük bir tehlike de Makedonyalı Filip’in bu şehri M.Ö.340’daki kuşatması olmuştur. Kuşatma sırasında fırtınalı hava bir anda yerini ay ve yıldızlara bırakır. Filip’in şehri düşürmesi an meselesiyken Bizanslılar havanın bu ani değişimini kendileri için bir hayır alameti sayar ve bütün güçlerini bu savaşa uğruna harcarlar. Böylece Makedonyalıların gece kuşatmaları geri püskürtülür. Fakat Makedonyalıların bu kuşatmasıyla şehir selameti tam olarak yakalayamaz. Bu kuşatmayı Gotların kuşatması takip eder. Bizans bu kuşatmadan yıllık vergi ödemek şartıyla kurtulur.
Romalıların doğuya ilerlemeleri esnasında Bizans’ın varlığı bir zaman tanınmış fakat Roma imparatorlarından Vespasier şehri işgal ederek bir Roma eyaleti haline getirmişti. Bizanslılar, Roma imparatorlarından Septim Sever ile Sevenius Nijer arasındaki ayrılıkta, Sevenius Nijer’in yanında olmuşlar. Bu davranışlarının cezası olarak Septim Sever kuvvetlerinin üç yıl devam eden bir kuşatmaya maruz kalmışlardır. Açlık ve sefalet içindeki bu kuşatmanın sonunu büyük bir katliam izlemiş ve Septim Sever, Bizans’ta taş üstünde taş bırakmayacak şekilde şehri yerle bir etmiştir. Bir zaman sonra Septim Sever’in vicdanı sızlamış olacak ki yaptığından pişman olmuş. Septim Sever’in oğlu Karakollu’nun ricasıyla şehri yeniden imara karar vermiştir. Yeni şehir bu hükümdarın ismiyle anılan surlarla çevrilmiş, tiyatro, at meydanı, saraylarla süslemiştir. Eski Bizans, Roma imparatorunun oğluna izafetle Antoniana ismiyle anılmaya başlanır. Bizans artık Roma’nın bir şehri olur. Bir süre sonra da Seytbes Elures’lerin istilasıyla karşılaşır ve Üsküdarla beraber talan edilir. Bizansın kaderini, Edirne civarında Roma İmparatoru Büyük Kostantin ile kayınbiraderi Licinius arasında yapılan bir savaş değiştirir. Licinius mağlup olmuş ve Bizans’a sığınır. Arkasından yetişen Kostantin, Bizansı kuşatır ve şehirden kaçan kayınbiraderini Üsküdar civarında yakalar.
Kostantin, bu zaferi üzerine kendisine boyun eğen Bizans şehrinin önemini takdir eder ve başkenti buraya taşımaya karar verir. Yeni doğan Hristiyan dinini burada yaymak isteyen Kostantin, eski Bizans üzerinde Roma İmparatorluğunun başkenti kurmak üzere Roma’dan ve İtalya’dan uzaklaşır.
Kostantin, Bizans ile Roma arasında bazı benzerlikler bulur. Varoluşlarıyla beraber bu şehir de yedi tepe üzerinde kurulmuştu. Ve keza on dört bölgeye taksim edilmişti. Mevki ve vaziyeti de gerek askerlik gerekse hükümet idaresi bakımından takdire şayandı. Kostantin ilk önce yeni şehrin sur yerlerini gösterişli bir topluluğun önünde şöyle belirler. Elinde bir kılıçla yaya yürüyerek yapılacak surun yerini tayin ve bunu çok geniş bir ölçüde olduğunu tesbit eder. Onu takip eden danışmanları yeniden kurulacak şehrin büyüklüğüne şaşıp daha nereye kadar gideceklerini kendisine sorunca, Kostantin “Önümde bulunan duruncaya kadar” cevabını verir. M.S. 330’da mayısın 11. günü (Yeni Roma) şehrinin kuruluşu başlangıç kabul edilmişse de daha sonra şehir Kostantin adını almıştır.
Kostantin’in uğurlu saydığı yedi rakamına itimadı pek kuvvetliydi. Bu işi o kadar abartmıştı ki; kendini, güneşin etrafında belli bir eğri çizerek dolaşan yıldızların yedi tanesinin, çevresinde dolaştığı güneş gibi görüyor, kendisine böyle bakılmasını istiyordu. Kostantin, Çemberlitaş dediğimiz yanık sütun üzerine bu sebeple ve kendisini ima eder bir şekilde “Soli İnvicto” yani “mağlup olmayan güneş” ibaresini yazdırmıştı. Bu ütopyacı düşüncesiyle ile yaşayan Kostantin, şehrin kara kısmına yaptırdığı surda yedi kapı açmış ve Roma’nın devlet adamlarından yedi kişiyi İstanbul’a getirtmiş ve yedi kandil denilen divanhanesinde yedi bölüklük bir hassa kuvveti kurmuştu.
Yedi tepe üzerinde Kostantin muazzam ve mamur bir şehir oluşturmuştu. Şehrin ilk meydanı İstanbul’un ikinci tepesi olan bugünkü Çemberlitaş’taştır. Bu meydan oval şeklindeydi ve ismine “Forum Kostantin” yani Kostantin Meydanı deniliyordu. Meydana takızaferler, revaklar, heykeller yapılmış ve bugünde mevcut olan Çemberlitaş dikilmişti. İmparator ikinci meydanı Ayasofya yanında yaptırtmıştır. Bunun adı Augustee deniliyordu. Şehir ve meydanlar, Yunanistan’dan, Anadolu’dan getirilen sütunlar, mabudlar adına dikilmiş heykellerle süsleniyor ve Roma’nın ileri gelen soylu aileleri başkente naklediliyordu. Halktan birçok aile Roma’dan İstanbul’a göç ediyor ve buraya yerleşiyorlardı. Böylece Kostantin, gittikçe kalabalıklaşan bu şehrin surlarını karada Haliçten Marmaraya doğru genişletmek zorunda kalmıştı.
*
Genç Gelişim
www.gencgelisim.com
*
Bu yazılarımızı da okumak isteyebilirsiniz:
Yenile Yenile Yenmeyi Öğrenmek! |