Fırsatşarı Değerlendirmek Nasıl Olur?

0
841

FIRSATLARI DEĞERLENDİREBİLMEK

 

Adamın biri, halinden yakınır dururmuş:

‘’Çalışıyorum, didiniyorum sonunda ancak geçinebiliyorum. Üstelik tek başımayım, kimsem yok.’’

Böyle mutsuz mutsuz sızlanıp dururken, bir karar vermiş: Yollara düşüp bir melek bulacak, halini anlatıp bu halksızlığı düzeltmesini isteyecekmiş.

Yola koyulmuş. Dağda giderken bir kurtla karşılaşmış. Ayakta zor durabilen, bir deri bir kemik kalmış kurt, adama yaklaşmış, nereye gittiğini sormuş. Adam derdini anlatmış, ‘’Bir melek arıyorum. Onu bupup ban ayapılan haksızlığı düzeltmesini isteyeceğim.’’

Bunun üzerine kurt, ‘’Bana da bir iyiylik yaparmısın?’’ demiş, ‘’Ben de gece gündüz dolaşıyorum, bir lokma yemek zor buluyorum. O meleğe benden söz et, böyle açlıktan ölen kurt olur muymuş diye sor.’’

Adam tekrar yola koyulmuş. Çok geçmeden karşısına güzel bir kız çıkmış. Kız da ona nereye gittiğini sormuş. Hhikayesini dinledikten sonra adamın ellerine sarılmış: ‘’ Yalvarırım, o meleğe benim durumumu anlat. Gencim, güzelim, zenğinim, her şeyim var ama mutsuzum. Mutluluğa ulaşabilmek için ne yapmam lazım, ne olur o meleğe sor.’’

Adam, melekle kız için de konuşacağına söz vermiş ve yola devam etmiş. Yorulduğu bir sırada dinlenmek için bir ağacın altına uzanmış. Fakat, çevresi yem yeşil olan bu ağacın neredeyse tek bir yaprağı bile yokmuş. Tabii ağaç, bu duruma çok üzülüyormuş. Adamın meleğe gittiğini anlayınca, ‘’Ne olur o meleğe benim durumumu da sor,’’ demiş.

Adam, ağaca da ‘’Peki’’ dedilten sonra yola koyulmuş. Nihayet bulmaktan ümidini kestiği sırada melek karşısına çıkvermiş. Adam derdini anlatmış:

Gece gündüz demeden çalışıyorum. Dünyanın hiçbir nimetinden yararlanamıyorum. Acınacak bir hayatım var. Benden çok daha az çalışıp çok daha fazla sefa süren birçok insan var. Söyler misin; eşitlik, hak, adalet bunun neresinde?’’

Adamı dinleyen melek, ‘’Tamam, tamam’’ demiş. ‘’Zengin ve mutlu olabilmen için sana bir şans veriyorum. Şimdi geldiğin yoldan evine dön’’

Meleğin bu sözleri üzerine rahatlamış olan adam ve kurdun, kızın ve ağacın ricalarını da meleğe söylemiş. Melek onlar içinde bir şeyler söylemiş. Adam bunları dikkatle dinlemiş ve dönüş yoluna koyulmuş. Uzun bir yolculuğun ardından ağacın yanına gelmiş ve meleğin söylediklerini anlatmış:

‘’Köklerinin tam yanında gömülü altın dolu bir sandık varmış. Bu yüzden beslenemiyormuşsun. Beslenemediğin için yaprağın ve meymen yokmuş. Sandık çıkarılırsa senin de meyven ve yaprağın olacakmış.’’

‘’Yaşasın’’ demiş ağaç. ‘’çabuk orasını kaz ve sandığı çıkar.’’

‘’Hayır’’ demiş adam, ‘’Melek bana kendi şansımı verdi. Evime dönmem lazım.’’

Yoluna devam etmiş. Genç kız bıraktığı yerde onu beklemekteymiş. Ona, ‘’Sevinçlerini ve acılarını paylaşabileceğin birini bulup da evlenirsen bütüb dertlerin hallolacak, mutlu olucaksın’’ demiş. O zaman kız, ‘’Hadi seninle evlenelim, mutlu olmaya çalışalım.’’ Diye atılmı.

Adam,’’Hayır, olmaz. Buna zamanım yok. Melek benim şansımı verdi, bir an önce evime gitmeliyim. Sen de artık kendine bir koca bul.’’ Demiş.

Çok geçmeden o zayıf, bir deri bir kemik kalmış kurt çıkmış karşısına… Adam olanı biteni ona da anlatmış. Kendi şansımı bulmak için evine gittiğini, acelesi olduğunu söylemiş. ‘’Peki, ya ben?’’ demiş kurt, ‘’Benim için ne dedi?’’

‘’Senin için ne dediğini ben de anlamadım’’ demiş adam; ‘’Melek dedi ki, o kurt yiyecek bir aptal bulamazsa aç ve susuz dalaşmaya mahkûmdur.’’

Kurt, ‘’Ben çok iyi anladım’’ demiş ve aptalı yemiş.

 

PES ETMEMEK

Bir adam, bahçesinde toprağın üzerinde bir kuş yuvası gördü. Fırtına sonucu, ağacın dallarında bulunması gereken yuva, darmadağın olmuş ve yere düşmüştü.

Adam yerdeki yuvaya bakıp üzüntülü bir şekilde derin derin düşüncelere daldı. Bir süre sonra, ağacın dalları arasından gelen kuş cıvıltıları onu kendine getirdi. Başını kaldırdığında kuşların yeni bir yuva yapmaya çoktan başladıklarını fark etti.

 

 

Fırtınanın yuvalarını yıkıp, onları endişe ve ümitsizliğe sürüklemesine izin vermemişlerdi. Ne olursa olsun, kaç kere olursa olsun, her şeye yeniden başlama cesaret ve güvenine sahip olduklarını göstermişlerdi.

 

 

ASKER

 

Bir ülkede bir kadın oğlunu askere göndermek üzereydi. İki gözü iki çeşme ağlıyordu. Komşusu geldi ve başladı teselliye: ‘’Canım, bu ne telaş? Daha ortada fol yok yumurta yok, ne yapıyorsun?’’

‘Askere gidince bakalım oğlunu geri hizmete mi verecekler, yoksa muharip sınıfına mı ayıracaklar? Geri hizmete verirlerse mesele yok. Ama muharip sınıfına ayırırlarsa iki şık var; Savaş ya çıkar, ya çıkmaz. Çıkmazsa mesele yok. Ama çıkarsa iki şık var; Ya cepeye gönderirler, ya geri hatlarda kalır. Geri hatlarda kalırsa mesele yok. Ama cepheye gönderirlerse iki şık var; Ya yaralanır, ya yaralanmaz. Yaralanmazsa mesele yok. Ama yaralanırsa iki şık var; Yarası ya ağır, ya hafif olur. Hafif olursa mesele yok. Geri gönderirler. Hiç askere gitmemiş olur. Ama ağırsa iki şık var; Ya iyileşir, ya iyileşmez. İyileşirse mesele yok. Yaralanmamış bile sayılır. Üstelik bir daha da cepeye göndermezler. Ama iyileşmezse iki şık var; Ya ölür, ya kalır. Ölmezse kendisine kavuşursun. Ama ölürse iki şık var; Ya cennete gider, ya cehenneme. Cennete giderse hiç üzülüp gözyaşı dökmene lüzum yok. Cehenneme giderse de cehennemlik bir evlat için ağlamaya değmez.’

Elbette düşünmek, şıkları ve ihtimalleri hesaba katmak çok güzel ama bu kadar da ölçüyü kaçırarak değil. Çünkü olumsuz bir gidişat varsa, bunda doğrudan veya dalaylı yoldan bizim de payımız vardır.

 

 

KAYAYI KIMILDATMAK

Dağa tırmanan bir adamın karşısına büyük bir kaya çıkar; yolu tamamen kapamış… Ne sağında, ne solunda küçük bir geçit kalmamış.

Yüksekten kayıp düşen bu kaya yüzünden yoluna devam edemeyeceğini görünce, adam bir geçit açmak üzere onu kımıldatmaya uğraşır. Çok yorulur. Bütün uğraşmaları boşa gider.

Ümitsizliğe düşen adam oturur ve:

“Gece basıp bu ıssız yerde yemeksiz, sığınaksız, avlarını aramaya çıkan vahşi hayvanlara karşı savunmasız kaldığımda ne olacak?” diye düşünür.

Fikri buna dalmışken, başka bir yolcu gelir. Birincinin yaptığını aynen yapar; kayayı kımıldatmak imkânını bulamayınca o da başını eğer ve sessizce oturur.

Bundan sonra, daha birçokları gelir; hiçbiri kayayı kımıldatamaz. Hepsinin endişesi çok büyüktür.

Nihayet biri, ötekilere:

“Rabbimize dua edelim, belki bu perişan halimize acır” der. “Bu söz dinlenir, bütün kalpler O’na çevrilir.”

Az sonra, “Dua edelim” diyen adam:

“Kardeşlerim! Hiçbirimizin yalnız başına başaramadığı şeyi hep birden yapamaz mıyız?” düşüncesini ileri sürer.

Kalkar, kayayı hep birden iter ve yuvarlar, yollarına da rahatla devam ederler.

Yolcu insandır, seyahat hayattır, kaya ise her adımda yolunda rastladığı zorluklardır.

Hiçbir insan yalnız başına bu kayayı kaldıramaz. Fakat Allah, kayanın ağırlığını, beraber seyahat edenleri durduramayacak surette hesaplamıştır.

 

BAŞARININ SIRRI

Bir gazeteci, kariyerinin zirvesine çıkmış bir yöneticiyle görüşüyordu. Söyleşinin bir yerinde, gazeteci:

“Başarının sırrı nedir sizce?” diye sordu.

Cevap çok kısaydı:

“İki kelimedir.”

“Peki o iki kelime nedir efendim?”

“Doğru kararlar.”

“Peki, doğru kararlar nasıl alınır?”

“Bir kelimeyle.”

“O nedir peki?”

“Tecrübe.”

“Peki, bu tecrübe nasıl elde edilebilir?”

“İki kelime ile.”

“O iki kelime nedir?”

“Yanlış kararlar.”

 

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız