Yerçekimine Kapılmayın

0
887

Babacığım, seninle çok önemli bir konuyu görüşmek istiyorum. Uygun musun?Bu söz, Muhsin Bey’in lise son sınıfta okuyan Zeynep Sude’ye aitti. Muhsin Bey, okuduğu gazeteyi kapatıp kızına döndü. Biricik kızının, babasıyla paylaşmak istediği çok önemli konu neydi …

 

 

 

 

Yazar :Yusuf YEŞİLKAYA
yusufyesilkaya@gmail.com www.yusufyesilkaya.com

—Babacığım, seninle çok önemli bir konuyu görüşmek istiyorum. Uygun musun?
Bu söz, Muhsin Bey’in lise son sınıfta okuyan Zeynep Sude’ye aitti. Muhsin Bey, okuduğu gazeteyi kapatıp kızına döndü. Biricik kızının, babasıyla paylaşmak istediği çok önemli konu neydi acaba? O anda aklında öyle düşünceler oluştu ki, nasıl tepki vereceğini bilemedi. Ne de olsa Zeynep Sude, yetişkin bir kızdı artık. Zihnini dolduran, yoğun düşünce akımından güçlükle sıyrıldı. Paniklediğini kızına belli etmemeye çalışarak:
—Söyle kızım. Senin için her zaman uygunum.
—Teşekkür ederim babacığım. Bugün deneme sınavında çuvalladım. Sene başındaki denemeden daha düşük net yaptım, puanım çok düşük gelecek. Her geçen gün daha kötüye gidiyorum baba!
Muhsin Bey, biraz daha rahatlamış bir ses tonuyla ve müşfik bir edayla sordu:
—Sakin ol prensesim. Sence bunun bir nedeni var mı? Daha doğrusu bu kötüye gidişin nedeni sence ne olabilir?
—Korkuyorum babacığım, korkuyorum! Sınav günü yaklaştıkça, yapamayacağımı düşünüyorum. Deneme sınavına girdiğim anda, kalbim yerinden fışkıracak gibi oluyor. Avuçlarımın içi terliyor, parmaklarım titriyor. Yapabileceğim sorularda bile şıklar birbirine karışıyor. Çok kolay sorular, içinden çıkılmaz hale geliyor. Doğru işaretlediğim sorulardan dahi endişe ediyorum ve doğru cevabı silip yanlış seçeneği işaretliyorum. Başaramayacağım diye korkuyorum, öğretmenlerimin güvenini kaybedeceğim diye korkuyorum. Ailemin emeklerini boşa çıkaracağım diye korkuyorum. Kahretsin işte… Korkuyorum, korkuyorum, korkuyorum!
Zeynep Sude’nin ağzından bir çırpıda ve heyecanla dökülen sözcükler adeta boğazını kilitlemişti. Daha fazla konuşamadı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Oturduğu kanepenin köşesinde dizlerini karnına çekerek büzüldü ve ellerini ağzına götürerek parmakları ile ağzını kapatmaya çalıştı. Adeta öfkesini parmaklarından ve tırnaklarından çıkarıyordu.
Muhsin Bey, oturduğu koltuktan kalktı ve kızının olduğu kanepeye oturdu. Bir Eliyle kızının saçlarını okşadı diğer eliyle gözyaşlarını sildi. Zeynep Sude, şefkatli tavırlarından cesaret alarak babasına sarıldı. Baba kız bir süre öylece kaldılar. Kızının ağladığını duyan Nazlı Hanım, mutfaktaki işini bırakıp salona geldiğinde baba kızı o şekilde görünce panikledi. Zeynep Sude, babasına sarılmış olduğu için annesini göremiyordu. Muhsin Bey, eşi Nazlı Hanım’a gözleriyle, “sakin ol, sorun yok” der gibi imada bulundu. Nazlı Hanım, ses çıkarmadan koltuğun köşesine ilişti.
Zeynep Sude’nin iç çekişleri bittikten sonra Muhsin Bey, kızının ellerini avuçlarının içine aldı ve gözlerinin içine bakarak, sakin ama babacan bir tavırla konuşmaya başladı:
—Korku, yerçekimi gibidir prensesim. Korku, insanı daima aşağıya çeker. Lütfen korkma! Çünkü sen korkacak bir şey yapmadın.
Zeynep Sude, başını önüne eğmekten vazgeçerek babasının gözlerine odaklandı. Çünkü babasının söylediği sözler, babacan ifadelerden ziyade bilgece söylemlerdi. Lakin babasının sözleri kendisini rahatlatmaya yetmemişti:
—İyi de babacığım, bu durumu nasıl düzelteceğim? Bu korkuyu nasıl yeneceğim?
—Bak Zeynebim, dinle Sudem! Zeynep Sudem! Yüreğimin köşesi, ciğer parem, ilk göz ağrım… Sen doğduğunda, annen seni kundaklayıp benim kucağıma verdiğinde ne yapacağımı bilemedim, nasıl seveceğimi, ne söyleyeceğimi bilemedim. Masmavi gözlerin vardı, gözlerine baktım. Sen de gözlerini gözlerimden ayırmıyordun. “Bu bir mucize!” dedim. Minnacık bir bebek, üç kilogramlık bir et parçası. Ama insanın yüreğini ta derinden hoplatmaya yetiyor. Annenle biz birbirimizi hep sevdik ama sen doğduğunda hayatımız ayrı bir değer kazandı. Evimiz renklendi, şenlendi. Anneni ve beni uyutmadığın çok gecelerimiz oldu. Ateşlendiğinde, ağladığında başında nöbetleşe bekledik, çok sabahladık. Ama hiç şikâyet etmedik. Ağladığında, hastalandığında çok üzüldük. Ama küçücük bir gülümsemende dünyalar bizim oldu. Başında sabahladığımız gecelerin sabahında bize bir gülücük verdiysen tüm yorgunluğumuz gitmiş oldu.
—Sen bize Yaradan’ın yüce katından en özel armağansın. Biz seni, güzel ya da çirkin olduğun için değil, çalışkan ya da tembel olduğun için de değil, başarılı ya da başarısız olduğun için hiç değil… Biz seni, sadece sen olduğun için, kızımız olduğun için, canımız olduğun için sevdik. Bu zamana kadar böyle oldu, bundan sonra da böyle olacak. Biz senin sorumluluğunun farkında bir öğrenci olduğunu biliyoruz. Elinden gelenin en iyisini yaptığına inanıyoruz. Başaracağına yürekten inanıyoruz. Hem ayrıca unutma güzelim, başaramazsan bu işin sonunda ölüm yok ki!
—Babacığım çok teşekkür ederim. Biliyor musun? Sen çok harika bir babasın! Ve çok özel bir dostsun. Babam olduğun için, arkadaşlığın için, dostluğun için çok teşekkür ederim.
—Asıl biz sana teşekkür ederiz prenses. Sen de çok iyi bir kızsın, harika bir evlatsın!
Nazlı Hanım, daha fazla dayanamadı:
—Yeter artık canım! Baba kız bir oldunuz, beni sürekli ağlatıyorsunuz. Hem ayrıca bu samimiyetinizi kıskanıyorum, haberiniz olsun.
Muhsin Bey, ortamı neşelendirmek istedi:
—Kıskanma aşkım, bizim gönlümüzde senin yerin her zaman çok özeldir.
—Hadi hadi, lafı değiştirme. Biz nerde olduğumuzu gördük. Neyse sohbetinize çay içerken devam edersiniz artık. Hadi Zeynep, bir çay servisi yap da kendine gel.
İster ilköğretim ister lise öğrencileri olsun, sınava hazırlanan gençlerimizde benzer problemlerle karşılaşıyoruz. Öğrencilerimizden duyduğumuz şikâyetler de birbirine çok benziyor. Tıpkı, öykümüzün kahramanı Zeynep Sude gibi. Başaramamam korkusu her geçen gün çığ gibi büyüyor ve büyüyen korku, adeta yer çekimi gibi dibe çekiyor.
Sınava giren öğrenci sayısı arttıkça, rekabet koşulları güçleşiyor. Ve öğrenciler, nefes almadan ders çalışmaya, sürekli test çözmeye başlıyorlar. Bu durum zorlu yarışın, doğal seyri haline geliyor. Aslında bir tercih meselesine dönüşüyor. Öğrenci ya sesini çıkarmadan zorlu yarışın içerisinde tüm hızıyla devam edecek. Ya da yarıştan kopacak. Arada bir yerde olmak, çok da bir şey ifade etmiyor. Arada bir yerde olmak, boşa kürek sallamak gibi bir şey oluyor. Çünkü gerçek anlamda bir başarıya ulaşabilmek için gerçek anlamda bir çaba ve emek gerekiyor.
Öğrencilerimize yönelik verdiğim, “Başarı ve Motivasyon” seminerlerinde, başarıya ulaşan dünyaca ünlü liderlerin, sanat ve bilim insanlarını başarıya ulaştıran yönlerini inceliyoruz. Örneğin, Cumhuriyetimizin kurucusu, Mustafa Kemal’i başarıya ulaştıran neydi. Bir ulusun tarih sayfaları arasında yok olmakla yüz yüze geldiği noktada kaderini değiştiren sadece liderlik karizması mıydı? Sadece zeki olması mıydı? İleri görüşlülüğü müydü? Cesareti miydi? Evet bunlar başarıya ulaşmasında birer etkendi ama bütün bunlar kadar önemli olan çok çalışmasıydı, planlı çalışmasıydı. Çok okumasıydı. Kurtuluş Savaşı’nın en şiddetli günlerinde bile elinden hiç kitap eksik olmamıştı. Kendisine savaşın çok şiddetli günlerinde kitap okumanın çok gerekli olmadığını ima eden dostlarına verdiği cevap çok anlamlıdır: “Benim çocukluğum yoksulluk içinde geçti. İki liram olduğu zaman bir lirası ile mutlaka kitap alırdım ve çok okurdum. Bugünkü başarımı okumama borçluyum” diyor.
İstanbul’un fethi ile bir çağın kapanıp bir çağın açılmasına sebep olan Fatih Sultan Mehmet de çok zeki bir devlet adamıydı, çağının en kaliteli hocalarından eğitimler almıştı. Ama sabahlara kadar hayalinde İstanbul’u fethetti. Surlarda derin yaralar açan topların projesini bizzat kendisi çizdi ve Macar Urban’a yaptırdı.
Dünyaca ünlü bilim insanı Pastör, aşıyı geliştirirken çok sayıda deney yaptı, çok çalıştı. Ama daha çocukken sütü yere döktüğünde annesinden kötü söz işitmedi, dayak yemedi. Yere döktüğü süt ile oyun oynadı, desenler yaptı, şekiller oluşturdu. Annesi bu eğlencesini bozmadı ama oyunu bitince kirlettiği yerleri kendisine temizletti. Yani ailesinden bilinçli bir destek gördü.
Thomas Edison örneği, çok bilinen bir örnektir. Ampulü icat ederken yaptığı deneylerin sayısını kesin olarak bilen yok. Bazı rivayetlere göre bin defa kimilerine göre üç bin defa deney yapmıştır. Önemli olan kesin sayı değildir aslında. Önemli olan hedefine odaklanarak binlerce deney yapabilme sabrını ve sebatını gösterebilmesidir. Başarısız olduğu her deneyin sonucunda asla korkuya kapılmamış, kendisini başarıya ulaştırmayacak bir seçeneği daha elediğini düşünerek sabırla ve azimle yoluna devam etmiştir. Hatta bir rivayete göre sekiz yüz otuz dördüncü deneyinde laboratuarı yanmış; asistanları, bu yangının deneyleri bitirme yönünde bir işaret olduğunu ifade etmişler. Edison ise onlara tarihi bir cevap vererek çalışmaya devam etmiştir. “Bütün hatalarımız yandı, sonuca daha çok yaklaştık. Çalışmaya devam” demiştir. Bu bir azim ve kararlılık göstergesidir.
Öğrencilerimize korkuya kapılmadan sürekli ve kararlı bir çalışma temposu içine girmeleri gerektiğini vurgularken; öğretmenlerimize ve velilerimize de çocukları yüreklendirmeleri gerektiğini tekrar ediyoruz.
Sadece gençlerimiz için geçerli değil, hepimiz için geçerli olan bir kuralı hatırlatmak istiyorum. Yüreklendirildiğimiz zamanlar, aslında başarıya en yakın olduğumuz zamanlardır. Başarı ise en büyük motivasyon kaynağıdır. Başardıkça çalışma isteğimiz artar, çalıştıkça başarırız. Oysa başarısız olduğumuz yerlerde çok fazla gezmeyiz. Hatta başarısız olduğumuz işlerin adını anmak dahi istemeyiz. Başarısız her adım, başaramama korkusunu tetikler. Ve korku yerçekimi gibidir. Daima aşağıya çeker. Lütfen adı, başarısızlık ve korku olan yerçekimine kapılmayın.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız