Dünyasal yaşam düzeninde, günlük hayatımızda tek başına yaşamıyoruz. Hep birileri ile ilişki ve iletişim halindeyiz. Eşimiz, sevgilimiz, çocuklarımız, kardeşlerimiz, anne-babalarımız, arkadaşlarımız, komşularımız, patronumuz, müdürümüz, müşterilerimiz vs.
En yakın ilişkide bulunduklarımız ise aile fertlerimizdir. Ailemizde bulunan her fert ile bir arada bulunmamız ise rastlantısal değildir. Aynı enerjide bulunanlar, birbirlerine aynalık görevi olanlar, geçmişten getirdikleri enerjileri paylaşanlar aynı aile düzeni içinde toplanırlar. Özellikle kadın-erkek ilişkilerinde, ebeveyn-evlat ilişkilerinde ise çok yoğun enerjiler ve bağlılıklar söz konusudur.
Belki de bu sebeple en sıkıntı duyduğumuz ikili ilişkiler bahsi geçen bu ilişkilerdir. Her iki durumda da birbirini sahiplenme, bir olma ve tek bir kişiymiş gibi yaşama arzuları bulunmaktadır. En çok gözümüzden kaçan ise eş de olsalar, sevgili de olsalar, anne-çocuk da olsalar her bireyin ayrı ayrı bir enerji olduğu ve herkesin özde aynı olduğudur. Sadece roller, zihinler ve üzerine aldıkları oyun enerjileri farklıdır. Özümüzü göremediğimiz ve her şeyin kararını dışsal özelliklere göre verdiğimiz için de sıkıntılar başlar.
Daha ilk flört döneminden itibaren partnerler birbirlerini sahiplenmeye, birbirlerini değiştirmeye yeltenirler. Sözde bunun adı aşktır, sevgidir. Sevdiği için kıskanıyordur. Sevdiği için sürekli kontrol ediyordur. Sevdiği için telefonla günde yüz defa mesaj atıyordur. Aslında bunun adı aşk ve sevgi değil, BAĞIMLILIKTIR.
Hâkim enerjiler ise kıskançlık, güvensizlik, yetersizlik, eksiklik, sevilmeme, istenmeme gibi duygulardır. İster kadın olsun, ister erkek bu enerjilerle ilişkisini yaşamaya devam ettiği sürece bunun adına aşk ve sevgi diyemeyiz. “Seven insan, kıskanır…” sözü ise tamamen klişeleşmiş bir bilinçaltı kaydıdır o kadar. Bu söz artık herkesin zihninde o kadar kayıtlıdır ki; kıskanmazsa sevmediği zannedilecek zannedilir. Hatta kıskanıyormuş numaraları bile yapılır.
On üç yıllık evlilik hayatımda ve daha önce yaşadığım flört dönemlerimdeki deneyimlerimi, yaptığım çalışmalar esnasında defalarca gözden geçirdim. Bağımlılık ve korku enerjilerimi keşfettim. Birçoğunu tamamen bıraktım, bazıları hala devam ediyor. Ancak kesin olarak kadın gözüyle söyleyebileceğim tek şey şu ki; Biz kadınlar her nasıl olursak olalım kendimize asla güvenmiyoruz. Ben evlilik deneyimlerim üzerinden geçerken ilk keşfettiğim korku GÜVENSİZLİK korkusu idi. Ve deyim yerindeyse “Hadi ya oradan…” demiştim. Çünkü dışarıdan bakıldığında üniversite mezunu, kendi adına bir şirketi olan ve yönetimde söz sahibi olan, fiziksel olarak yeterli, bilgili, kültürlü, kendi ayakları üzerinde durabilen bir iş kadını profili çiziyordum. Kendine güvensizlik de ne demekti. İşin aslını geçmişten ve çocukluktan getirdiğim, ailemden aldığım enerjileri ve büyüklüklerini fark ettikçe anladım. Günlerce ve hatta aylarca bu korku üzerine çalıştım.
Biz kadınlar ne olursa olsun eşlerimizi, sevgililerimizi dizimizin dibinde isteriz. Ne yaparsa yapsın, yeterki yanımızda olsun. Bir şey paylaşmamıza gerek yok. Maksat aynı çatı altında olmak.
Ben evliyken hafta sonları dışarı çıkmak istemediğimde eşim, “Ben o zaman arkadaşlarımla çıkayım veya maça gideyim” gibi önerilerde bulunurdu. Deli olurdum. Ben evde iş yaparken kendinde böyle bir hakkı nasıl bulurdu. Evde elimin altında bulunsun belki ihtiyacım olurdu. Maksat tabii ki bu değildi. Yeterki o kendine vakit ayırmasın. O içinin istediğini yapmasın. Kıskaçlık, güvensizlik ve daha birçok korku yüklü duygular. Bazen alışverişe gitmemiz gerekirdi, kızıma ve kendime bir şeyler almak için. Kesinlikle onu da zorla alışveriş merkezlerine sürüklerdim. Genellikle istemezdi. İstemeye istemeye geldiği içinde dışarıya çıktığımızda tartışır, mutsuz ve keyifsiz bir şekilde eve dönerdik. Ne gereksiz şeylermiş. Bunu ancak son iki yıldır anlıyorum.
O yıllarda yaşadığım bunun gibi olayları kimi zaman acıyla kimi zaman gülümseyerek hatırlıyor ve dengemi, yeni duruşumu buluyorum. Şimdi tüm alışverişlerime istediğim zaman keyifle ve heyecanla tek başıma çıkabiliyorum. İstediğim zaman kızımla, ablamla, arkadaşlarımla… Üzerinde enerji olmadıktan sonra nasıl olduğu önemli değil. Hepsi de çok keyifle geçiyor.
Kısaca şunu söylemek isterim ki; biz kadınlar her ne kadar itiraz edersek edelim duygusal zekâmızla hareket ederiz. Her şeyi çok karışık ve detaylı düşünürüz. Didik didik ederiz, ilişkilerimizde tutucuyuzdur. Tuttuk mu, bırakmayız, nefes almayız ve aldırmayız da… Erkekler ise, daha basit düşünür. Düz mantıktır. Bizler gibi detaycı değildirler. Çabuk karar verirler, ne düşünüyorlarsa söylerler, ifade etmekte zorlanmazlar, bizler gibi lafı evirip çevirmez, ima etmezler. Bizler sürekli şüpheleniriz, kurgularız, senaryolar yazarız. Kendi kendimize planlar yaparız. Karşımızdakinin fikrini almadan, her şeyi zihnimizde hallederiz, ona inanır ve yaşarız. Oysa karşı tarafın bambaşka planları olabilir. Ona sorduk mu ne düşünüyorsun diye.
Örneğin; belli bir flört döneminden sonra hemen hayaller kurarız. Evlilik, ev, düğün, hatta gelinliğimizi bile seçeriz. Kendi hayalimize kendimizi kaptırıp yaşamaya başlarız. Belki de daha karşı taraftan evlilik teklifi bile gelmemiştir. Gelmedikçe sinirleniriz. Öfkemizi dışa vururuz. Gerisi klasik Türk filmi tadında. Burada kadınlara çok yükleniyormuşum izlenimi yaratmak istemem. Ben kendimden ve etrafımdan bildiklerimi yazıyorum. Mutlaka tam tersi kadınlar olabileceği gibi bu yaklaşımda erkekler de vardır. Herkes kendi tarafından alıp, farkına varabilir. Ancak evlilik ve erkek-kadın ilişkileri irdelemek çok da eğlencelidir. Dışarıdan bir gözle bakıldığında çoğu hareketleri çocukların bile yapmayacağını görürüz. Ben şimdi bu gözle bakarak çok eğleniyorum. Ancak şakasını bir tarafa bırakacak olursak ilişkilerimizin de aynı bizler gibi nefes almaya ihtiyaçları vardır.
Nasıl çalışmalarımızda derin derin nefesler alıp veriyor, içimize dönüp kendi merkezimizi buluyor ve dinginleşiyorsak aynısını ilişkilerimiz içinde uygulayabiliriz. Sıkıştığınız, artık olmuyor, burayı da geçemiyorum dediğiniz zamanlarda ilişkinize nefes aldırın. Serbest bırakın. Relaks olun. Bırakın… Birbiriniz üzerindeki baskıları kaldırın, güvensizlikleri, kıskançlıkları, öfkeleri, sıkıntıları aynı bireysel çalışma yapar gibi bırakın. Olacak olana ve olması gereken izin verin. Üzerine gidip olayı derinleştirmeyin. İnanın ilişkilerimizin ve bizlerin buna ihtiyacı var.
İlişkinizi ve sevginizi, koşulsuz, karşılık beklemeden, ihtiyaçsızlık içinde yaşayın. Tıpkı lisedeki aşklarımız gibi. Denemeye değer diyorum…Hepimize kolay gelsin. Mutluluklar hepimizle olsun…
Yazan: Songül Atikara