Eski Mısırlıların kendileri kutsal saymalarının bilinmeyen nedenleri, kedilerin önemli insanlar gibi mumyalanmış olmasında saklı kalmış ki niçin kutsal sayıldıkları ortaya çıkmamış. Güneş Tanrıları “Ra”nın bir kedi olması bile olayın nedenlerini açığa vurmamış. Çinlilerin kedilerin belli bir dönemden sonra başka canlıya dönüştükleri inancının temelleri henüz bilimsel olarak ortaya çıkmamıştır. Ortaya çıkmayan başka bir kendi inancıda Japonların, kendiler on yaşından sonra konuşabilir inancıdır. Gerçi kedilerin miyavlama şekilleri, kuyrukları, bakışları hep ayrı ayrı anlamsal taşıyor olsa da, Udi Yavuz Bey’in kuşu Barni’si gibi konuşan kediye rastlanmamıştır. Kendinin Kara Cin’in davranış biçimlerini öğrendiği bazı çıkarımlar olmuştu.
– Kara Cin kızım, dediğinde gözlerini kapatıp yavaşça yeniden açması, “çok iyiyim teşekkür ederim” anlamına geliyordu. Tek sesle, bir çırpıda miyavlaması her şeyin yolunda gittiği anlamına geliyordu. Israrlı miyavlaması ise karnının acıktığının işaretiydi. Bunları, Karaböcük de biliyordu. Karaböcüğün kediler hakkında bilgisi kendisinden çok daha fazla idi. Karaböcüğün dediğine göre, kedilerin köpek görünce, kamburlaşmaları korkunun işaretiymiş. Kuyruğunun aşağı yukarı, sağa sola hareketleri değişik anlamlara geliyormuş. Kuyruğunun aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya doğru sallıyorsa her şey yolunda demekmiş. Yani halinden memnun olduğunu anlatıyormuş. Kuyruğunu sağdan sola, soldan sağa, hızlı hızlı, oynattığı zaman, stres içine girdiğini, durumdan memnun olmadığını söylermiş. Yine karaböcüğün söylediğine göre, mırıldanması mutluluğun ifadesi, kederli kederli mırıldanması mutsuzluğunun ifadesiymiş. Yine Karaböcük;
– Annem derdi ki kedinin yemediği şeyi yemeyin. Et suyu verdim, dönüp bakmadılar bile, bir daha onlardan alır mıyım? Annem kasaptan et alırdı. Önce kediye verirdi. Kedi yiyorsa biz de yerdik. Kedi yemiyorsa, yallah, geldiği gibi kasaba geri gönderirdi.
Kara Cin’in küçük bir kertenkeleyi iştahla yediğini, fakat örümceği kokladıktan sonra yemediğini görmüştü. Örümceği yemeyişinin nedeni belki de onun taşıdığı zehirdir. Kedi bunu bir şekilde biliyordu.
Ölümün eşiğinden dönenlerin gördükleri, çok parlak ışıklar, parıltılar ya da zifiri karanlıklar dışında bir şeylerin söylenmesi gerekir, ölüm eşiğinin bu denli kısa ve ince olması, eşiğin öteki yanlarının iyice incelenmesine mani oluyor. Mısırlı Ramseslerin bedenlerini mumyalatması, önemli kimselerin ve kutsal saydıkları kedilerin mumyalanması onların ve onlar gibi düşünenlerin güçlerini değil, güçsüzlüklerini anlatmaktadır. Amerikalı kedilerin İran kedilerine benzemesi ile Amerikalıların, Mezopotamya, Pers topraklarına göz koymasının, Avrupalı kedilerin Ankara kedisine benzemesinin ve Avrupalıların Anadolu topraklarından gözlerini ayırmamalarının nedeni aynı olmasın? Demek ki insanlık tarihi, kediler tarihinin tarihsel nedenleri üzerine kurulmaktadır. Tibet ve Moğolistan kedilerinin kedilerin atası olur gibi durması medeniyetin beşiğinin Orta Asya ve Uzakdoğu olduğuna işaret ediyor olabilir.
Orta Asyalı bir Türkün Anadolu Türkü için “Çekik gözlü gittiniz, çakır gözlü geldiniz. Kağnı ile gittiniz, metal kuşla döndünüz” demesinin kediler dünyasında benzeri çoktur. Bembeyaz tüylerle kaplı olan masmavi gözleri olan Ankara kedileri Avrupa’da değişime uğrayacak her çeşit renk ve tonda tüylere ve gözlere sahip olmuşlardır. Sarıgözlü kediler, bakır rengi gözlü kediler, çakır gözlü kediler değişime uğramış kedilerdir. Kediler genelde etçil hayvanlar oldukları halde otçul beslenen kedi türlerinin her çeşit ortam ve koşullara uyum sağlayabileceğini gösteriyordu. Kara Cin sudan çok korkuyordu. Bahçeyi sulamak için hortumu eline alığı zaman Kara Cin yanındaysa hemen ortalıktan toz oluyordu. Karaböcüğün söylediğine göre kulaklarına su kaçan kediler ölürmüş. Kedilerin kulak kepçeleri daha doğuştan büyüktür. Şans, Kader ve Talih’in kulakları neredeyse vücutlarının yarısı kadardı. Bir de tırnakları büyüktü. Hırladıkları zaman gözbebekleri büyüyor, tırnaklarını dışarı çıkarıyor ve dişlerini gösteriyordu. İnsanların dişlerini göstermesinin kaba kuvvet taşıdığı anlamı, kedilerin savunma içgüdüleri ya da bilgileri doğrultusunda ortaklık gösteriyor. Isıracak köpek dişini göstermez kavramı, sinsi davranışların ifadesidir. Kedilerin sinsi davranışları var mıdır? Emin değildi. İnsanların insanlara sinsice davrandıklarına çok şahit olmuştu. “Allah dağına göre kar verir” atasözü her canlının beslenme, barınma ve yaşama koşullarını ayrı ayrı verir anlamına ve benzer anlamlara geliyordu. Kedilerin kulaklarının büyük olması duyu yoluyla algılamalarının yaşamlarında büyük önemi olduğunun işaretidir. Bıyıkları iç bölgesinde duyu sinirlerine bağlıdır. Karanlıktaki hareketlerini bu sinirlere bağlı bıyıklar sayesinde yapar. Yakın radar görevi görür bıyıkları. O nedenle kedilerin bıyıkları hiç dökülmez. Tüyleri bir yılda iki defa, bahar mevsimlerinde dökülür.
O sabah, mutat gazete alışverişi için bakkala gitti. Bakkal:
– Bey, günaydın, dedi ilave etti, beni duygulandırdın. Zafir ve Osman’ı yazmışsın. Osman öldü. Zafir, bugünlerde ne yapacağını şaşırmış vaziyette. İkide bir evden kaçıyor. Bazen gelmiyor. Hiç böyle yapmazdı. Galiba gidici, hayvan öleceğini hissetti. Bizi de alıştırıyor herhalde.
………. Beylerin kendisi Osman’ın öldüğünü daha önce duymuştu. Onun yerine yeni bir kedi almışlar
ve üç tanede yavrusu vardı. Gözleri daha yeni açılmıştı. Onları görür görmez fotoğraflarını çekmek istedi. Bahçedeki çiçeklerin fotoğraflarını çekmişti. Bu merakına karşılık Sabahat Hanım, bu bitkinin tohumlarını vermiş, o da bahçenin bir kaç yerine ekmişti.
Sekuraltı Felsefe biraz ağır geldi, öteki Semiloji kitabını rahat okudum. Yıllardır içimde bir dert vardı.
Onu çok güzel dile getirmişsin. Bizi, yıllar boyu Allah’tan korkuttular. Yahu Allah niye korkutucu olsun. Tebrik ederim seni söylenecek çok şey var. Kısaca işin zor. Çok farklısın, kutlarım.
Yedi Haziran ikibinaltı Çarşamba sabahı, Sabah Gazetesi’nin arka sayfasında “Turner’in suluboya resim 8.4 milyon Euro’ya satıldı” haberi, kendi “Yaratılış” isimli tablosunun değerini bir milyar dolara yükseltti. “Yaratılış” isimli yağlı boya, yetmiş çarpı elli santimetre ölçüleri içinde kâinatın yaratılış felsefesini içeriyordu. Yokluğun varlığa dönüşümü rahatlıkla okunabiliyordu. Bu tablo asla bilerek ve isteyerek yapılmamıştı. Bu tablo bir manzara yapmak için yola çıkılmıştı. Yolculuk sırasında içsel özgürlük ve bilinmez yardımla ortaya çıkmış ve “İşte tamam!” diyerek öylece bırakmıştı. Bir yıl hiç ama hiç dokunmadı. İkinci yıl boya olmayan yerlere boya koydu imzaladı ve adını yaratılış koydu. Ona göre yaratılış tablosu kâinatın eşsiz bir eseriydi. Birçok yağlıboya tablosu vardı. Ama hiçbiri onun yerini tutamazdı. O tabloya sahip olan neslin başka bir şeye sahip olmasına gerek yoktu. Kısaca o resim ona yaptırılmıştı.
Geçmişin hayalini taşır gibi, geleceği taşıma başarısını gösterme gayreti içine girmişti. Gayretin ne olup olmadığının farkına varabilmek henüz güçlükler taşıyordu. İmkânsız değildi. Var olduğunu düşündüğü şeyin geçmiş ya da gelecek gibi zamansal kavramla donatılmış olması insana, terk edilmesi güç bir alışkanlık kazandırıyor. Geçmişin yaşanan ana zamansal olarak taşınması, alışkanlıkların ve yapılanların izleri olarak uygun frekanslarda yapılabiliyor. Geleceğin iz ve alışkanlık bırakmamış olması onun taşınmasını ve tekrarını zorlaştırıyor. Bir bireyin düşünce eyleminin zamansal geçmişi ve geleceği için düşünmek zorunda kaldığı o an ve anlık kavramı rölatif bir süreçtir. Bu sürecin var olma şansı kadar yok olma şansıda vardır.
Sanat fotoğrafı çekmek isteyen birinin aklında tutması gerekenlerden biri makinenin insan gözü gibi göremediği ve fotoğrafın iki boyutlu gözün üç boyutlu olduğudur. Fotoğraftaki üçüncü boyutluluğu derinliği ışıkla sağlamak ve öyle olduğu izlenimini fanlarda çekim yapılmalı fotoğrafın içindeki objeler üst üste binmemelidir. Gözün alışık olduğu, geometrik şekillerden se, ve, le, ze, iks gibi yapılar oluşturmak fotoğrafta iskelet görevi görür. Bu kavram resim sanatında da sık sık kullanılmaktadır. Elde edilen bu iskelet üzerinde, objeler, renk ışık dağıtılmalıdır. Objeler merkezden uzaklaştıkça ağırlıkları artar. Bu durum fotoğrafın dengeli olmasını sağlar. Tahterevallideki fiziksel denge gibi işlev görür.
Bir fotoğrafın belirginliğini artıran özelliklerin başında ışığın doğru kullanılması gelir. Fotoğrafta ışık, başlı başına bir olaydır. Doku fotoğrafın yapısı hakkında bilgi verir. Doku fotoğrafları yanan ışıkta çekilirse iyi netice verir. Ritim, yani, aynı ya da benzer şekillerin tekrarı fotoğrafa estetik ve güzellik katar. Ritim fotoğrafın müziğidir. Kara Cin’in ısrarlı miyavlama ritmi onun, açlığının ifadesidir. Yemeğini yiyince miyavlama ritmi sona erer. Fotoğraftaki objelerin ritmi ilave ilgi merkezleriyle güçlenmiş olur. Kara Cin’in miyavlamasındaki armoniyi fotoğrafta armoni olarak aramak yerinde olur. Fotoğrafta armoni, yani uyum, ana özelliklerden biridir. Bir başka ana özellikte uyumun tersi uyumsuzluktur, kontrasttır.
Kontrastı, renkte, biçimde, şekilde, doğrultuda içerikte aramak onun önemini bir kat daha artırır. Fotoğrafın ilgi merkezinin net, yardımcı merkezlerin sönük ve diğer alanların şu olması dikkat edilmesi gereken önemli özelliklerdendir. Fotoğrafın orta noktaları ilgi merkezi, ağırlık merkezi olma yönünden iyi değildir. Altın kesim kuralı ilgi merkezinin odaklanması için uygulanır. Bir fotoğraf karesi dokuz eşit kareye bölünürse bir bölü üçü ağırlık merkezi kabul edilir. Alttan, üstten, sağdan, soldan olmak üzere geçerlidir. Ufuk çizgileri alttan ve üstten bir bölü üçlük bölümlerde olmalıdır. Geriye kalan iki bölü üçlük alana yardımcı unsurlar doldurulmalıdır. Simetri fotoğraflarında bu özelliği aramak yerinde olmaz.
Dünya saniyesinin yüzyirmibeşte biri kadar bir süre, ya da an, zaman açısından önemsiz olabilir. Fakat saniyenin yüzyirmibeşte biri kadar bir anda kaydedilen bir fotoğraf karesi çok şey anlatabilir. Bu çok şeylerin içinde özel bir an, özel bir anlam o fotoğrafın sanatsal öğeleri çok sayıda aynı anda ve yerde olması onu eser olma noktasına taşır.
Şahin Deresi’nde çektiği fotoğraflardan birinde dört ördek yansımalarıyla güzel bir kompozisyon oluşturmuştu. Hoşuna giden bu pozu resme dönüştürmek istedi. Fakat ilk defa ördek resmi yapacaktı. Önce eskizler çizdi. Benzetmeler yaptı. Yapabileceğine inandı ve yağlıboya ördekler tablosunu tamamladı. Yansımalarda ve renklerde başarı sağlamıştı. İçine sinmeyen bir şeyler olduğunun farkındaydı. Derenin renklerini canlandırdı. Yeni kontrast durum dalga anlamına dönüştü. Ördeklerin pozisyonu dalga ile tam bir uyum içindeydi. Bu özelliği görünce hissettiği tuhaflıkta sona ermişti. Tuhaflığın sona ermesi, kendinden, ruhundan, duygularından, fikrinden bir şeyleri, resme aktarmış olmasıydı. Sanat eserini eser yapan şeyde buydu kendi inancına göre.
Yaz yağmurlarının özelliği kafasına göre bazen hızlı, bazen yavaş, bazen çiseleme şeklinde bazen de aniden, durma şeklinde olur. Dokuz Haziran Cuma sabahı saat altı ile yedi arası böyle bir yaz yağmurunun altında yürüyüş yaptılar. Yağmur altında yürümenin güzelliğini hissedip toprağın kokusunu aldılar. Elinin kokusunu, Şans, Talih ve Kader elinden peynir yedi. Onları birer birer balkonun dışından içine aldı. Bundan sonraki denemede yavruların davranışlarına dikkat edecekti. Elini uzattığı zaman, eskiden olduğu gibi tir tir titreyecekler miydi?
yazan: Hüseyin Ergül kaynak: akis kitap