Sağlıklı bir toplum, sağlıklı bireylerle mümkündür. Özgüven ancak öz saygısı yüksek bireylerin sahip olduğu bir özelliktir. Öz saygı ise, kişinin kendisini nasıl gördüğü, nasıl tanımladığı ve kendisine yönelik gerçek düşünceleridir. Çocuğunuzun kendisi ile ilgili düşünceleri; seçeceği arkadaşlarını, başkaları ile nasıl iletişim kuracağını, yapısını, üretkenliğini nasıl kullanacağını belirleyecektir. Anne baba olmak; çocuğun dürüst ve değerleri ile yaşayan bir insan olup, yeteneklerinin farkında olan bir birey olmasında çok önemli bir sorumluluktur. Aynı zamanda çocuğun kendisi hakkında sağlıklı benlik algısı geliştirmesi için çocuğa sürekli değerli olduğu mesajının verilmesi ise gerekliliktir. Çocuğun, olduğu hâli ile koşulsuz kabulü ve sevilmesi, değer verilmesi, ebeveyn olmanın en büyük gereklilikleridir.
Öz saygının temeli, 0-6 yaşları arasında atılır. Öz saygının gelişmesi “ben, ben olduğum için değerliyim ve sevilmeye değerim, yaşamda karşılaşacağım sorunların üstesinden gelmede yeterliyim” mesajları ile olur. Çocuk, bu mesajları 0-6 yaş arasında öncelikle anne ve babasından ve onunla en çok vakit geçiren çevresindeki büyüklerin sözlerinden, davranışlarından ve duygusal yaklaşımlarından alır. Öz saygı; öz sevgi, öz değer kavramlarının tümüdür. Çocuğunuzun kendisine saygısının gelişmesinin tüm sorumluluğu, yetişkinlere aittir. Öz saygısı yeterince gelişmeyen çocuk, büyüdüğünde, imajlara sığınarak saygınlık kazanmaya çalışır. Para, konum, unvan, şöhret ya da bir grubun seçilmiş bir üyesi olmak gibi bir şeyin üyesi olmaya çalışarak kendini kandırmaya dönüşür saygınlık ihtiyacı. Kişinin öz değeri yeterince gelişmediğinde ya ukala olur ya da kendini diğer insanlardan üstün görür veya aşağılık duygusu içinde âciz kalır, sorumlulukları ile baş edemez. Özgüven gelişmeyince ya çok kibirli olur ya da başkalarının taleplerine kolayca boyun eğer.
Çocukları, eğitimi için her yere gönderiyoruz ancak, biz, düzgün anne babalar olmak için yeterince eğitim alıp, kendimizi geliştiriyor muyuz? Annelerin de babaların da farkındalıkları için eğitim almaları gerçekten çok nadir rastlanan bir durum. Çocuklarımızın temel ihtiyaçlarını karşılamayı yeterli buluyor ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için çaba sarf etmiyoruz. Onların duygusal ihtiyaçlarını karşılamak konusunda, anne babalarımızın bize yaptıklarını yapıyoruz. Onları değersizleştirecek tepkiler veriyoruz, sevgimizi hissettirmeyi çok görüyoruz. Yetersiz hissettirecek her türlü zorlamayı yapıyoruz, yeteneklerinden, ilgilerinden fazlasını istiyoruz, olmayınca ise, sanki çocuk hatalıymış gibi davranıyoruz.
Çocuğumuzun algılarına saygı göstermiyoruz, zor olsa da çocuğun algısının doğru olduğunu göstermek, en doğru tutum olacaktır. Örneğin; annenin, ağladığını gören çocuğa, sırf üzülmesin diye “ağlamıyorum” demesinin, ileride çok daha büyük sorunlara yol açtığının bilinmemesi de önemli bir sorundur. Çocuk, kendi algılarından şüphe etmektedir. Eğer kendi algılarına güvenmeyi öğrenemezse çocuk, kararlarına güvenmekte, öğretilenleri algılamakta zorlanır, başkalarının fikirlerine önem verir. Çocuğun algılama gücünü geliştirmek için algılarına saygı göstermek gerekir, o an için zor olsa bile. Kendi çıkarlarımız için çocuklarımızın gelecekleri ile oynarız. Hiçbir durum, çocukların algılarını yanlış yönlendirmekten daha kötü olamaz. Kendi kararlarına güvenemeyecek bir bireyin yetişmesinin temelini atmış oluruz. Olayları doğru değerlendiremediği için yanlış seçimler yapar. Yetişkin olunca yorumlarına güven duyan bir birey olmak için, çocukluğumuzda, yorumlama gücümüze saygı gösterilmesi gerekir. Çocuğumuzun yanında ağlarken, çocuğumuz niye ağladığımızı sorduğunda, “ağlamıyorum, nereden çıkarıyorsun, soğan doğradığım için gözüm yaşardı” demek, yorumlama ve algılama gücünü inkâr etmektir. Yorumlarına her seferinde daha az güvenir.
Ayrıca, çocukların öz saygısı yüksek bireyler olması, onların hislerine saygı duymakla çok fazla ilgilidir. Erkek çocuk ağlıyorsa, “erkekler ağlamaz, erkek korkmaz” gibi cinsiyetçi yasaklar… Kız çocuklarına da gülmek yasaktır, gülerlerse hafif olurlar… Çocuklarımızın duygularını örselemelerine sebep oluyor ve duygularını dolu dolu yaşamalarına izin vermiyoruz. Çocuk, duygularını ifade edemezse bastırmayı öğrenir. Bastırılmış duygular tehlikelidir. Tüm hastalıkların da nedenidir. Hissetme güçlerini geliştirmek için; her duygunun bir işlevi oluğunu hatırlayalım, hoşumuza gitse de gitmese de duygularını engellemeyelim, neden böyle hissettiklerini sorgulayalım, bize olumsuz gelen duyguları yaşıyorlarsa empati kurularak bu sorunu çözmesi için nasıl yardımcı olacağımızı sorgulamamız lazımdır. Tam bu noktada koçluk becerilerini kullanmak, çocuğun duygularını hissetmesine, fark etmesine ve öz saygısı gelişen bir birey olmasına yardımcı olacaktır.
Özlem Aktaş İnci Aktaş
Çocuğunuzun Koçu Olun kitabından