İstanbul Modern’in yeni sergisi doğanın değerini ve sürdürülebilirlik kavramını vurguluyor
“YOK OLMADAN”
İstanbul Modern, 2016 yılındaki ilk ana sergisi “YOK OLMADAN: Doğa ve Sürdürülebilirlik Üzerine Bir Sergi” ile doğa ve ekolojiyi konu alırken sürdürülebilirlik kavramına da değinen sanatçıları bir araya getiriyor. Eczacıbaşı Topluluğu ve Şekerbank sponsorluğunda, TAV Havalimanları Holding’in katkılarıyla, 13 Ocak – 5 Haziran 2016 tarihleri arasında dünyanın farklı köşelerinden yirmi sanatçı ve sanat grubunu ağırlayan sergi, doğa algımıza dair farklı bakış açıları ve ekosistemle ilişkimize dair yeni farkındalıklar öneren çalışmalara yer veriyor. Serginin basın toplantısına İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Topluluğu CEO’su Dr Erdal Karamercan, Şekerbank Genel Müdürü Halit Yıldız, sergi küratörleri Çelenk Bafra ve Paolo Colombo, sanatçılar Alper Aydın, Bingyi, Jasmin Blasco, Elmas Deniz, Lars Jan ve Annie Saunders, Maro Michalakakos, Camila Rocha, Canan Tolon ve ikonoTV “Art Speaks Out” programı temsilcileri katıldılar.
SERGİDE YER ALAN ÇALIŞMALAR
Çalışmalarında temel mecra olarak doğayı seçen Britanyalı Roger Ackling, hiç
karbon ayak izi bırakmamış bir sanatçı olarak iz bıraktı. Sanatçı 1960’ların
sonlarından ölümüne dek, tek mecrası olan güneş ışığını buluntu tahta artıklarını
büyüteçle yakıp işlemek üzere kullanmıştı.
Bas Jan Ader’ın “Broken Fall (Organic)” [Hızı Kesilmiş Düşüş (Organik), 1971]
videosu yerçekimi kuvvetini bir mecra olarak kullanıyor. Yapıt, doğanın güçleri
karşısında insanın ne kadar kifayetsiz olduğunu, sanatçının gücü tükenene dek bir
ağaç dalına asılı duruşuna ve sonunda çamurlu ırmağa düşüşüne dair bir çekimle
gözler önüne seriyor. Yapıttaki yerçekimi kuvvetinin sanatçıyı bilinmezin içine
düşürmesi, Ader’in gerçek hayatta yelkenliyle çıktığı bir seferde okyanus tarafından
yutulup dünya yüzeyinden silinişini de hatırlatıyor.
Sergideki en genç sanatçı Alper Aydın, “YOK OLMADAN”da yeni bir üretimle,
Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki topladıklarıyla inşa ettiği “Taş Kütüphanesi” ile yer
alıyor. Arazi sanatının ve çevreci sanatın takipçisi olan Aydın sanat yapıtlarını
doğada; varoluş, dönüşüm ve yıkım gibi doğal süreçlere odaklanarak meydana
getiriyor. Karadeniz kıyısında çekilmiş tamamlayıcı fotoğrafları, sanatçının kayalardan
yararlanarak yaptığı müdahaleleri belgeliyor. Kayaların gerçek ağırlığını hesaplayıp
üzerlerine yazan Aydın, bu hayli kavramsal seride bir taşı da “okkalı” bir oto-portreye
dönüştürüyor.
Çinli sanatçı ve araştırmacı Bingyi, sergideki heybetli parşömen resminin başlığında
da ifade edildiği üzere kıyamet kavramına eğiliyor ve afetler üzerine çalışıyor. Yapıt,
sanatçının 2008 tarihli Siçuan deprem ve selinden etkilenmiş alanlarda yaşadığı,
incelikle süzülmüş deneyimlerin sanatsal alanda ifadesi. Bingyi’nin yapıtındaki
manzaralar ve diğer sahneler bir afetin şiddetli yıkımı ile doğanın yaşamsallığını ve
iyileştirme gücünü bir araya getiriyor.
Sergide gelecek senaryolarına kafa yormak üzere teknolojik araştırma ve gelişmelere
eğilen bir yapıt ise, Jasmin Blasco’nun Los Angeleslı sanatçı ekibi Pico Studio ile
birlikte hazırladığı “First Human Born in Space” (Uzayda Doğmuş İlk İnsan). Sekiz
kısa bölümden oluşan yapıtta uzayda doğan ilk insanın tahmini yaşamı ve Dünya’ya
gelişinden önceki eğitimi, arzuları ve umutları anlatılıyor.
20. yüzyıl başlarında, uzay kolonilerinden oluşan parlak bir gelecek tasavvur eden
Charles A. A. Dellschau’nun umut dolu suluboyalarında gezegenler arası yolculuk
arzusuyla, devre özgü keşiflerden beslenen bir hikaye anlatılıyor. Kendi kendini
yetiştirmiş sanatçı Dellschau’nun renkli kompozisyonları yalnızca sanatçının yaşadığı
devir için değil, günümüz açısından da şaşırtıcı seviyede bir hayal gücü ve yenilikçilik
arz ediyor.
Elmas Deniz, Güney Kafkasya’nın olağanüstü doğasındaki insansız bir hava
aracına ait buluntu görüntülere sanatsal müdahalede bulunuyor. “Güzel” ve “el
değmemiş” doğa görüntüleri ve deneyimi talebinin gitgide artışını sorgulayan
“İnsansız” ve ona eşlik eden drone-kuş melezi heykel ile, teknolojileri durmaksızın
ilerleyen tüketim odaklı günümüz toplumundaki görsellik politikaları ve doğa
temsilleri üzerine alternatif bir yorum öne sürüyor.
Mark Dion’un bir araya getirdiği 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarına ait yaklaşık yüz
adet kutup ayısı baskısı, hayvan türlerinin tükenişine ve küresel ısınmaya, bilhassa
da kutuplardaki buz tabakalarında yaşanan şiddetli erimeye gönderme yapıyor. Dion,
ayıları artık var olmayan bir doğa tarihi müzesi ilginçliği halinde sunuyor.
Doğayı ve zamanın akışını süreç ve deneyim üzerinden ele alan Hamish Fulton,
sanatının “zaman öğesini, ömrün zamanını güneş, ay ve yıldızlara göre” idrak ettiğini
söylüyor. Doğayı yürüyüşleriyle belgeleyen ve tecrübe eden sanatçı, mevcut
koşullara dair yeni yorumlar önermek üzere, doğayla ilişkili nesne ve malzemeleri
toplanmaya, muhafaza etmeye, kategorilere ayırmaya ve hatırda tutmaya
odaklanıyor.
Sergideki en eski tarihli yapıt, İtalya’nın Piedmont bölgesinde yetişen tüm meyveleri
yerel bir fidanlık için kayıt altına almış, az bilinen Torinolu 19. yüzyıl zanaatkarı
Francesco Garnier Valletti’ye ait. Garnier Valletti’nin modellerini çıkardığı
meyvelerin çoğu günümüzde yetiştirilmiyor, mevcut olanlarsa artık yalnızca tohum
bankalarında bulunabiliyor.
Rodney Graham imzalı, halüsinasyon etkisi yaratan büyük ağaç fotoğrafları
kapsamlı bir belgeleme ve temsil revizyonu öne sürüyor. Meşe ağaçları ve
dalları bize doğanın görsel temsilinin sürekli yeniden üretildiğini ve çoğaltıldığını
anımsatmak üzere hem mekânda hem de izleyicilerinin zihninde asılı duruyor.
Görüntülerin ters çevrilmesi, ufuk ve yerin nerede olduğuna, hatta bir ağacın kök
ve dallarının neye benzediğine dair algılarımızı yoldan çıkarıyor.
Sergide çevreci temalara eğilen güncel videolardan bir araya geldiği kapsamlı bir
video seçkisi de yer alıyor. 2015 Paris İklim Konferansı (COP21) vesilesiyle ikonoTV
tarafından tasarlanan “Art Speaks Out” (Sanat Sözünü Sakınmıyor) 57 uluslararası
katılımcının videolarına beş bölümde yer vererek çevresel çözümlere dair farklı
seviyede öncelikler ve bunlara karşılık gelen düşünme, ilgi, kaygı, korku ve umut gibi
hisler içinde bir gezintiye çıkarıyor izleyiciyi.
Lars Jan imzalı “Holoscenes”, bir akvaryum içinde kimi günlük faaliyetleri
gerçekleştiren çeşitli oyuncuları tepeden gösteren, üç kanallı bir video yerleştirmesi.
Akvaryumdaki suların birden akın edip çekilmesi ve yeniden taşması kapalı tank
alanlarındaki bir dizi olay koreografisinin de önünü açıyor. 2011’den beri süregiden bu
canlı performans serisi, iklim değişikliği ile doğal afet meselelerini ve günlük
yaşantılarımız üzerindeki etkilerini ele alıyor.
1960 ve 1970’lerdeki Arte Povera hareketinin başlıca figürlerinden Mario Merz
sergide doğa kavramını, Fibonacci dizisiyle sürekli büyüyen, kuvvetli ve bereketli bir
güç olarak keşfe çıkan büyük bir spiral masayla yer alıyor. 12. yüzyılda İtalyan
matematikçi Leonardo Fibonacci, doğadaki büyüme örüntülerini incelemiş ve tavşan
nüfusundaki artışa dair bir problemi Batı dünyasında Fibonacci dizisi adıyla bilinir hale
gelen, her bir sayısı önceki iki sayının toplamından oluşan seri aracılığıyla çözmüştü.
Dizinin görsel açıdan en iyi anlatımı olan spiral, Merz’in yapıtlarında tekrarlayan bir
motif.
Serginin de ana görseli olan, Maro Michalakakos imzalı, boynu bacağına dolanmış
“İsimsiz” flamingo, kendi kendimizi uğrattığımız yıkımın bir metaforu. Maro
Michalakakos’un sergide yer alan suluboya resimleri, üslubuyla 19. yüzyıldaki bilimsel
kuş tasvirlerini çağrıştırıyor.
Sergiye adını veren müzik parçası “Big Yellow Taxi”nin de sahibi sanatçı Joni
Mitchell, “YOK OLMADAN”da yakın tarihli bir çalışmasıyla, koreograf Jean Grand-
Maître ve Alberta Bale Topluluğu’yla ortaklaşa hazırlanan The Fiddle and the Drum
(2007) balesiyle yer alıyor. Mitchell’ın dairesel fotoğraflarıyla döşenmiş, boş bir
sahnede geçen bale, her biri sanatçının bir şarkısına karşılık gelen bölümlere
ayrılmış; bazıları ekolojik felaketlerin önemli bir nedeni olan savaşı, bazıları da insan
ilişkilerini konu alıyor. Yapıt, “Big Yellow Taxi” koreografisiyle sona eriyor.
Yoko Ono’nun tabutlardan ve canlı zeytin ağaçlarından oluşan “Ex It” adlı
yerleştirmesi yalnızca ölüme dair fikirler değil, insan varlıklarını başına geleceklere
dair iyimserlik de aşılayan, lirik bir ortam sunuyor. Müze koleksiyonundan alınan ve
canlı kuş sesleri ile sanatçının kendi sesinin eşlik ettiği bu yapıt, Ono’nun ifadesiyle
“bir süreklilik olarak yaşamın ta kendisini”, ölümün gerçekliğine rağmen, içinden
daima hayatın da serpildiğini gözler önüne seriyor. Yoko Ono’nun çalışması 20 Mart
2016’ya dek görülebilir.
Camila Rocha’nın projesi müzenin fuaye kısmını ortak deneyime açık yeni bir ortama
dönüştürüyor. Memleketi Brezilya’nın zengin görselliğinden ve doğa felsefesinden
esinlenen sanatçı canlı, yapay ve özel üretim bitkiler, sesler, yansıma yüzeyler ve
hatta bir salıncak içeren bambaşka bir “sefa” alemi yarattı. “Sefatoryum” kişisel
ifadeler, birlikte düşünme ve sohbete açık, konuksever bir platform da sunuyor.
Canan Tolon, 1980’lerden bu yana taze çimen ve paslanmış yüzeyler gibi çeşitli
organik malzeme kullanarak “işlenmiş peyzajlar” yaratıyor. Sergide sanatçının on
yıllardır “soluk alıp veren” ve değişim geçiren erken tarihli iki yapıtı yer alıyor.
Tolon’un derinlikli yapıtları doğa, zaman ile yaşamın; süregitme ve yok oluş, geri
çevrilmezlik ve dönüşüm, serpilme ve çürüme gibi karşıt fakat tamamlayıcı yönlerini
meydana çıkarıyor.
Pae White “YOK OLMADAN” için, bir neon yapıt dizisi olan
“<L3U~.>C≈K¥◊CH∆RMS‡” projesini mevsimsel duygudurum bozukluğunu telafi
edecek bir tür ışık terapisi halinde yeniden uyarladı. Tünel benzeri bir ortam içinde
bulunan, alana özgü bu yerleştirme, galerinin iki ana kapısından birine uzanan bir
kanal görevi görüyor. Yapıtta farklı neonların ışığı gündüz etkileri yaratıyor, oyunbaz
formlar da izleyicilerin keyfini sürebileceği bir “ışık odası” meydana getiriyor.