Baskil, sadece Baskil değil
Alişan HAYIRLI
· Baskil nereye bağlı?
Okullarda Baskil’in Elazığ’a bağlı olduğu anlatılır.
Doğrudur.
Baskil Elazığ’ın bir ilçesidir.
Fakat okul kitaplarında yazılan her bilgi doğru değildir.
Tıpkı Çelikhan gibi Baskil de Malatya’nın bir ilçesidir. Ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda Baskil tamamen Malatya’ya bağlıdır. Baskil’in Elazığ ile bağlantısı sadece resmiyetten öteye geçmez… Nitekim Elazığlılar da bu fiili durumu yıllar öncesinden kabullenmiş olmalılar ki Baskil’i kendi kazalarından saymazlar. Hatta bu durumdan dolayı Baskilliler’i iter kakar, hakir görürler. “Siz Malatyalısınız” diye…
Ancak öte yandan bir kısım Malatyalılar da Baskilliler’i kabullenmekte zorlanırlar. “Siz Elazığlısınız” diye…
İki ara bir derede kalmak işte böyle bir şey… Bu yüzden Baskiller uzun süre resmiyette de Malatya’ya bağlanmak için çaba sarf ettiler ancak başarılı olamadılar.
Malatya ile Elazığ arasında binlerce yıl akıp duran Fırat nehrinin üzerine ne zaman ki Karakaya Baraj’ı yapıldı işte o zaman bu iki güzide şehir arasındaki fiili uzaklık daha da kesinleşti. Karakaya Baraj Gölü yüzlerce kilometre mesafeye yayıldı ve her iki şehirde de onlarca köyü, yerleşim birimini sular altına aldı. Baraj Gölü iki şehrin coğrafyasını, iklimini, sosyo-kültürel hayatını, tarımını ve haritasını değiştirdi. (Daha geçen yıl 29 Mart’ı 30 Mart’a bağlayan gece meydana gelen don başta kayısı olmak üzere bütün meyveleri kasıp kavururken, sadece başta Baskil olmak üzere baraj gölü sınırındaki arazilerde meyveler donmamıştı.)
· Bizi ayıran nehir
Her ne kadar Elazığ ile Malatya arasında eskiden beri devam edip gelen bir “husumet” olmakla birlikte, Karakaya Baraj gölü üzerinde kurulan 3 köprü gösteriyor ki, aslında bizi birbirimizden sadece nehir ayırıyor. Kaderimiz ve kültürümüz aynı mayadan yoğrulmuş…
İki komşu şehir arasında hem deniz, hem karayolu hem de tren yoluyla bağlı kaç tane şehir görebilirsiniz ki…
Bir de buna tarihten gelen kopmaz gönül bağını eklerseniz Elazığ-Malatya kardeşliğinin ne kadar sağlam bir temele oturduğunu anlarsınız.
Aslında Elazığ ile Malatya arasındaki sorunlar suni yaratılmış sorunlardır. Bunlar; spor, kamu kuruluşların bölge müdürlükleri ve Baskil’in durumu… Elazığ ile Malatya arasında bölgede lider olma rekabeti uzun yıllardır sürüp gitmektedir. Bu rekabet iyi yönetilebilseydi her iki şehre de faydası olabilirdi. Çünkü “komşuda pişer bize de düşer.” deyimi boşuna söylenmemiştir. Zengin her komşunun beraber yaşadığı komşusuna faydası dokudur.
Her neyse, uzatmayalım…
Konumuz: Baskil
Coğrafik konumu itibariyle Baskil’in göbeği Malatya ile bağlıdır. Baskil ile Malatya arasında kilometrelerce uzunluktaki Karakaya Baraj gölü bulunuyor. Fakat hem karayolu (Kömürhan Köprüsü), hem tren yolu (Karakaya Demiryolu Köprüsü) hem de deniz yolu (Feribot seferleri) ile bağlı olduğu için Baskillilerin Malatya ile teması kaçınılmaz olmuştur. Elazığ merkeze çok uzak oldukları için anavatanları olarak Malatya’yı görmüşlerdir.
Mesela, Baskilliler’in iddiasına göre en güzel kayısı Baskil’de yetişmektedir ve Malatya’nın kayısı rekoltesinin yüzde 20’sini karşılamaktadır. Baskil’de üretilen ve yetişen bütün ürünler Malatya üzerinden piyasaya sürülmektedir.
İşte ekonomik olarak böylesine derin bir ilişki kurulmuştur Baskil ile Malatya arasında… Yani Baskil’in Malatya ekonomisine doğrudan katkısı bulunmaktadır.
· Baskil neden “Kutsal?”
Öte yandan Baskil nüfusunun yüzde 60’ı fiilen Malatya’da yaşamaktadır.
Baskil deyince akla “imam ve müezzin” gelmektedir. Malatya’daki camilerde görevli imam ve müezzinlerin büyük bir kısmı Baskilli’dir… Baskilliler olmasaydı camilerde imam müezzin bulamazdık.
Baskil’e “kutsal topraklar” denilmesinin altında belki de bu gerçek yatıyordu. Baskilliler, yarı şaka yarı ciddi kendi memleketlerine “kutsal topraklar” sıfatı uygun görmekte bunu her vesileyle söylemektedir. Kutsal yerleri sayarken Mekke, Medine, Baskil ve Kudüs derler… Baskil’i Kudüs’ten önce sayarlar. Abdestsiz girilmemesini, ihram giyerek gidilmesini isterler.
Böylece bu “kutsallık” söylemi uzayıp gider…
Peki, gerçekten Baskil “kutsal” bir yer mi, yoksa sadece “latife” den öteye geçmeyen bir söylem mi?
Madem kutsal o zaman biz neden şimdiye kadar bu toprakları ziyarete gitmemiştik? Dünyanın öteki ucuna giderken, Türkiye’de gitmedik şehir bırakmazken, burnumuzun dibindeki bir ilçeye şimdiye kadar gitmemiş olmak bende de gizli bir eksiklik duyguyu yaratmıştı. Uzun zamandan beri fırsat kollayıp duruyordum.
Baskil’in en yüksek tepesinde bulunan ve Malatya’nın her yerinden görünen tepedeki kiliseyi hep merak etmiş, bir gün oraya çıkmayı çok arzu etmiştim.
Nihayet bu arzum, sevgili dostum Baskilli Yeminli Mali Müşavir Mustafa Altunkaya sayesinde gerçekleşti. Mustafa’nın iki yeğeni Kenan ve Enver ile birlikte iki günlük hafta sonu ziyareti planladık ve sabahın erken saatinde yola düştük.
· Ve “kutsal topraklara” yolculuk başladı.
Saat 08.00’i gösterdiğinde, Eskimalatya’ya bağlı Atabey köyü sınırlarındaki Feribot İskelesi’ne ulaştık. Karakaya Baraj Gölü bir gelin gibi süzülüyor, masmavi rengi ve duvağıyla İstanbul Boğazı’nı andırıyordu. Karşımızda bizi bekleyen Baskil’in köyleri ise sanki Üsküdar’ı, Kadıköy’ü, Beykoz’u andırıydı.
Allah sizi inandırsın, kendimi sanki İstanbul’da, Avrupa yakasından Asya yakasına giden bir yolcu gibi hissettim. Eminönü iskelesinden hareket eden vapura binecekmiş gibi heyecanlandım.
Baskil ile Malatya arasında karşılıklı iki feribot hizmet veriyor. Feribotlar özel şahıslar tarafından işletiliyor. Fakat karada devlet tarafından yaptırılan iki gemi daha vardı ve biri bitmek üzereydi. Yapımı tamamlanan geminin Salı günü suya indirileceği haber verildi. Feribot işletmecileri bu durumdan şikâyetçi, buna ne gerek vardı, üstelik bu gemiler yük gemileri değil ve ihtiyaca cevap veremezdi.
Fakat beni Baskil seyahatinin heyecanı sardığı için şu anda bu tür sorunlara ve haberlere ilgi duymuyordum. Tamamen Baskil’e odaklanmıştım. Feribot işletmecisinin sözleri bir kulağımdan giriyor öteki kulağımdan çıkıyordu.
(Bu noktada 30 Ağustos 2002 yılında meydana gelen feribot faciasını hatırlamamak mümkün değil… Malatya ve Baskil tarihinin en trajik kazalarından biri meydana gelmiş, Baskil’den Malatya’ya yolcu taşıyan feribot batmış ve 14 kişi hayatını kaybetmişti. Kaza kurbanlarına Allah’tan rahmet, sahiplerine sabır diliyorum.)
Feribot hareket etti. Yanımda oturan Mustafa Baskil ile ilgili bir şeyler anlatıyor. Fakat ben başka bir alemdeyim. Malatya’yı ilk defa karşı taraftan, gemiden görüyorum. Her şeyin ilki makbuldür. İlk tadılan zevkin yerini hiçbir şey tutamaz. Malatya’yı ilk defa Baskil sahilinden görecektim. Baskil’i de ilk defa yerinde görecektim.
Çifte heyecan, çifte mutluluk…
Sekiz kilometrelik seyahat ne kadar sürdü anlayamadım. Mustafa söyledi sonradan, 35 dakika sürmüş…
· Altınuşağı köyü
Ve “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek gemiden indim, Baskilliler’in hiç dillerinden düşürmedikleri “kutsal topraklara” ilk defa ayakbastım. Baskil tarafındaki feribot iskelesinin bulunduğu köyün ismi İmikuşağı imiş…
İmikuşağı demişken, Baskil’in köy isimlerine temas etmeden geçmeyelim… Baskil’in 60’ın üzerinde köyü var. Bu köylerin çoğunun ismi “uşağı” ile bitiyor. Altınuşağı, Bilaluşağı, İmikuşağı, Akuşağı, Aşağıkuluşağı, Habibuşağı, Hacıuşağı, Kızıluşağı, Şituşağı, Sultanuşağı, Tavşanuşağı, Topaluşağı diye böyle gidiyor…
İşte ben de “uşağı” ile biten bir köye, Altınuşağı köyüne misafir olacağım… Bizim Mustafa’nın köyü… İskelenin hemen 3 kilometre uzağında… Eniştesi Aslan Altunkaya’nın evine yerleştik. Köye varır varmaz, evin küçük oğlu Enver derhal bahçeye daldı, kayısıları kontrol etti. Kayısılar yandı mı yanmadı mı diye… Evin tek bekâr çocuğu ve bu sene kayısılar olunca evlenecekti.
Fakat umutları söndü.
Evlilik bir başka bahara kaldı.
Mevsim normallerinin üzerinde yağan yağmur, kayısılarla birlikte Enver’in de evlilik umutlarını yaktı.
Fakat hayat devam ediyor.
Sabah kahvaltısı için mükemmel bir köy sofrası hazırlanmış, her şey doğal… (Ev sahibi ablamın ellerine sağlık. Daha sonra bize lezzetli bir bulgur pilavı da yaptı.) Kuvvetli bir kahvaltıya ihtiyacımız olduğunu, gün içinde yaşayacağımız maceradan sonra daha iyi anladık.
· Domalanı da öğrendik
Baskilli olup da, çoğu kimsenin çıkmadığı, hatta yerini dahi bilmediği Mar Ahron Kilisesi’nin bulunduğu Muşar Dağı’nın en tepesine çıkacaktık. Başımıza gelecek olanlardan habersiz, ertesi günü kımıldayacak gücümüzün dahi kalmayacağını bilmeden yola, keşfe koyulduk…
Yönümüzü Batı’ya çevirip, Elazığ’ı arkamıza alarak, Karakaya Baraj gölü sahili boyunca ilk durak yerimiz olan “Hızır Tepesi” ne doğru yola çıktık. Rengârenk çiçeklerin süslediği, sarı otların kapattığı tepecikleri bir bir geride bırakarak, tertemiz havayı soluyarak ilerliyoruz.
Şoförümüz Enver aniden durdu. Kenan ile birlikte arabadan inip sarı çiçeklerin, beyaz papatyaların, kırmızı gelinciklerin dans ettiği dağın eteklerinden tırmanmaya başladılar ve ellerinde detektörü andıran sopalarla yeri incelemeye başladılar.
Bir şey arıyorlardı.
Mustafa’ya sordum, “Ne arıyorlar?”
-“Domalan arıyorlar”
-“Domalan nedir?”
-“Abi gerçekten bilmiyor musun?”
-“Gerçekten bilmiyorum.”
Meğer Baskil’in dağlarında yetişen, patates şeklinde, bir çeşit yer mantarıymış… Türkçe Domalan olan bitkinin ismi Kürtçe Kummi imiş… Her yerde bulunmazmış… Toprağın altında gizliymiş… Nasıl görüyorlar, nasıl buluyorlar aklım şaştı. Baskil dağlarında bolca bulunan Domalan piyasada 30 lira civarında satılıyormuş. Hayatımda ilk defa Domalan’ı orada gördüm ve orada tattım. Ekibimiz birkaç saat içinde o gün yerin altından iki kilo civarında Domalan topladı. Dedim ki, “Hepsini burada yemeyelim, iki tanesini bana verin ki anneme götüreyim”
Sağ olsunlar onlar da hepsini bana verdiler. Dönüşte iki kilo Domalan’ı eve getirdim. Bakalım annem yemeğini yapabilecek mi acaba?
Daha şimdiden anladım ki, Baskil gerçekten kutsalmış… Toprağından Kummi fışkırıyor mübarek. Allah’tan tam da mevsimiymiş… Hava da güzel, soğuk kış günlerinden sonra güneş ilk defa bu kadar parlak ve canlı, Allah yüzümüze baktı, harikulade bir gün, her şey istediğimiz gibi inşallah günün sonu da güzel olur!
Böylece bir yaşıma daha bastım, “Domalan denilen organik bir besin maddesinin varlığından” haberdar oldum. Demek ki neymiş, çok okuyan değil çok gezen bilirmiş…
Zaman dar, gezecek yer çok, vaktimizi Domalan toplamayla geçiremeyiz, bu iş için hususi bir günümüzü ayırmamız lazım, diyerek yola koyulduk.
· Baskil: Ziyaretler ilçesi
Birazdan eski adıyla Şeyh Hasan (Tabanbükü) köyüne varacağız… Burada halk tarafından kutsal sayılan Hızır Tepesi’ne çıkacağız. Yeri gelmişken Baskil ile ilgili yapılan bir araştırmadan küçük bir pasaj sunalım:
“Baskil ilçesi ziyaret mekânları bakımından oldukça zengindir. Özellikle Tabanbükü(Şeyh Hasan) köyü, ziyaret inancının en yoğun olarak yaşandığı yerlerdendir. Bu köy Baskil ilçesine 65 kilometre uzaklıkta, Fırat kenarında yer almaktadır. Ancak köy, Karakaya Barajı göl sahasına girmesi nedeniyle iki kilometre Kuzeydoğuya taşınmıştır. Burada bulunan ziyaretler de yeni köye nakledilmiştir. Bu ziyaretler özellikle Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Yesevi dervişlerinin kabirleri olup, yöre halkı tarafından yoğun olarak ziyarete konu olmaktadır.” (Kaynak: “Halk Dindarlığı Bağlamında Kutsal Mekân Anlayışı-Baskil Örneği” Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir Kıyak)
· Hızır Baba Nişangâhı
Babamın adını (Şeyh Hasan) taşıyan bu köyü çok sevdim… Verimli ve geniş bir ovaya kurulmuş köyü Hızır Tepesi’nden seyretmek ayrı bir zevk…
“Hızır Baba Nişangâhı Tabanbükü (Şeyh Hasan) köyünün ortalama 5 km. güneybatısında Hızır Dağı adı verilen yüksek bir tepede yer alır. Türbede Hızır Baba’ya ait bir kabir mevcut olmamakla beraber temsili bir sanduka vardır ki “şengah” adı verilir. Buranın Hz. Hızır’ın makamı olduğu kabul edilir. Ziyaretçiler türbe kapısına ve türbenin hemen yanındaki ağaçlara dilek dileyip bez bağlanmaktadırlar. Ayrıca türbeye, gelen ziyaretçilerin şifa amacıyla yemesi için “lokma” adı altında meyve, şeker vb. yiyecek bırakılır. Ziyarete herhangi bir hastalıktan mustarip olanlar şifa ümidiyle gitmektedir. Türbenin üzerinde bulunan şifa taşları vücudun ağrıyan yerlerine “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali” denilerek sürülüp şifa ümit edilir. Ziyaret mekânında ziyaretçiler tarafından mum yakılmaktadır. Adağı bulunanlar burada kurban kesip etlerini dağıtmaktadırlar.”
(Kaynak: “Halk Dindarlığı Bağlamında Kutsal Mekân Anlayışı-Baskil Örneği” Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir Kıyak)
Domalan toplaya toplaya Hızır Tepesi’nden aşağı inip yolumuza devam ettik. Tamamı kerpiç evlerden kurulu Acemler köyüne uğradık. Burada Halil amca ile hoş sohbet ettikten sonra, dönüşte çaylarını içeceğimize söz verip Kale köyüne doğru yol aldık. İstikamet: Abdulvahap Gazi türbesi…
· Sıdkı Bütün Zeynep
Ve nihayet Abdulvahap Türbesi’nin bulunduğu kayalıklara vardık… Yolun hemen sağında, dik bir yamacın tepesinde, büyük kayalıkların bulunduğu bir alana kurulmuş…
Fakat ondan önce yolun altında kutsal bir mekân daha varmış… Sıdkı Bütün Zeynep Türbesi… Dedim ya, Baskil’in taşı toprağı altın… Mecburen ayıp olmasın diye bir göz atıp selam verdik. Bizim selamımız taşa toprağa, kurda kuşa… Yerine ulaşır inşallah!
“Sıdkı Bütün Zeynep’in türbesi, Abdulvehhab Gazi türbesinin bulunduğu dağın yamacında ve yolun altında yer alır. Hakkındaki bilgiler sözlü rivayetlere dayanmaktadır. Rivayete göre, Abdulvehhab Gazi, Kale köyünün doğusundaki dağa sırtını vermiş düşmanla çarpışmaktadır. Bizanslılar dağın susuz olduğunu bildikleri için suyollarını kesip Abdulvehhab Gazi’yi teslim olmaya zorlamaktadırlar. O, aradan birkaç gün geçmesine rağmen teslim olmaz. Bizanslılar gece geç vakitlerde Abdulvehhab Gazi’ye su taşıyan bir kız görürler. Abdulvehhab Gazi ile Kral Kızı’nı orada şehit ederler. İslamiyet adına şehit edildikleri için Kral Kızı’na sonradan “Sıdkı Bütün Zeynep Ana” adını verirler. Yöre halkı tarafından “Sitti Zeynep” de denilir.
Türbe Abdulvehhab Gazi türbesine yakın olduğundan yoğun olarak ziyaret edilir. Edindiğimiz bilgilere göre bu türbeyi daha çok psikolojik bozuklukları olanlar, korkmuş olanlar ve çocuğu olmayanlar ziyaret etmektedir. Adağı olan ziyaretçiler kurban kesmekte ve etlerini pişirip ikram etmektedirler.
Mezarın ayak tarafında bir ufak mağara yer alır. O mağaranın içinde kesilen kurbanların “omaca” ve “kaburga” kemikleri bulunmaktadır. Kadın: “Bismillah” der ve elini uzatarak mağaradan bir kemik alır. Omaca kemiği gelirse kadının oğlu, kaburga kemiği gelirse kızı olacağına inanılır. Doğacak çocuk erkek olursa adını Abdulvehhap, kız olursa Zeynep adını verirler.” (Kaynak: “Halk Dindarlığı Bağlamında Kutsal Mekân Anlayışı-Baskil Örneği” Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir Kıyak”
· Abdulvehhab Gazi
Halkın inanışları… Ne diyebiliriz ki… İnanan inanır, inanmayan inanmaz… Allah ıslah ede!
Neyse biz çıkalım Abdulvahap Gazi abimizin yanına… Ya Allah bismillah deyip elimizdeki eşyalarla başladık tırmanmaya… Çok yakın gibi görünüyor ama gittikçe gidiyor, zaman geçtikçe sanki mesafe daha da uzuyor. Kim bilir belki de yorulduğumuzdan… Tam bir saat sürdü.
Nefes nefese vardık türbeye… Bir soluk aldık, üzerimizi çıkarıp terleyen iç çamaşırlarımızı kuruttuk. Ter sıklam içinde kalmıştık.
Gözümüzü bir açtık ki ne açalım, aman Allahım bu ne muhteşem bir manzara! Her şeye değerdi, gördüğümüz manzara bütün yorgunluğumuzu alıp götürdü. Hafiften esen rüzgâr gölün yüzeyini hareketlendiriyor, güneş ışınları gölde aksiseda oluşturuyor, böylece ortaya doyumsuz bir güzellik çıkıyor.
Çaput bağlamak, adak adamak, kurban kesmek, dilek dilemek, mezara yüzümüzü sürmek… Hayır! Bunun yerine manzarayı seyredip dua etmek! Af dilemek! Başta Abdulvahap Gazi, Hz. Hızır ve Sıdkı Bütün Zeynep olmak üzere bütün faniler için dua etmek, onların da günahlarının bağışlanması için Allah’a yalvarmak!
Şimdi bu türbe ile ilgili yine aynı kaynaktan kısa bir bilgi sunalım:
“Abdulvehhab Gazi türbesi, Baskil ilçesinin batı sınırında bulunan Aydınlar bucağına bağlı Kale köyünde yer alan ve ismini de bu ziyaretten alan Abdulvehhab Gazi dağında bulunmaktadır. Abdulvehhab Gazi Peygamber Efendimize sancaktarlık yapmıştır. Abdulvehhab Gazi’ye ait belirli bir mezar yeri mevcut değildir. Onun türbesi açıkladığımız üzere Elazığ’ın Baskil ilçesiyle beraber Sivas, Amasya ve İznik şehirlerinde de yer alır. Ancak Abdulvehhab Gazi’nin Fırat Nehri kıyısında bir ev yaptırdığını ve bu yörede Bizanslılarla sürekli savaştığını ve hatta Malatya şehrini defalarca fethettiğini belirten bilgiler onun bu yörede şehit düşme ihtimalini kuvvetli kılmaktadır.
Taberi, Battalgazi’nin bulunduğu muharebelerden bahsederken miladi 731 yılında yapılan muharebede Abdulvehhab Gazi’nin şehit edildiğini bildirmektedir. İbn Kesir de bu tarihi doğrulamaktadır.
Bu ziyarete daha çok çocuğu olmayan kadınlar gitmektedir. Kadınlar burada bir tören icra edip, kendilerini ziyarete satmakta ve bunun neticesinde çocuk sahibi olmayı ummaktadırlar. Ayrıca trafik kazalarından sağ kurtulanlar, askerden sağ salim dönenler vb. burayı şükür amacıyla ziyaret etmektedir. Ziyaretçilerden adağı olanlar kurban kesmekte ve etlerini pişirip ikram etmektedirler. Ziyaretçilerden bir kısmı burada dilek dileyip türbe içinde mum yakmakta ve çevredeki ağaçlara bez bağlamaktadırlar.”
· Türbe bahane, manzara şahane
Baskil’e neden “kutsal topraklar” denildiğini, çıktığımız her tepeden sonra daha iyi anlayabiliyoruz. Kutsal mekân icat etmede Baskilliler’in üzerine yoktur. Mübarekler, neredeyse mezar koydukları her tepeyi kutsal ilan etmişler. Yapılan bir araştırmaya göre sadece Baskil topraklarında 40’ya yakın kutsal mekân varmış!
Neyse kutsallık var mı yok mu o ayrı mesele ama benim için bu tepeler ve zirveler Allah’ın yarattığı tabiatı seyretmek ve tefekkür etmek için birer araç, birer vesile… Mezarlara sırtımı dönüp nazlı nazlı süzülen Fırat Nehri’ni, masmavi gölü, Baskil’in köylerinin büyüleyici güzelliğini ve Beydağlarının eteğinde kurulmuş Malatya şehrini seyrediyorum.
“Allahım sen bu güzellikleri boşuna yaratmadın! Sana ne kadar hamd etsek azdır. Eğer fani olan dünya bu kadar güzelse acaba baki olan cennet ne kadar güzeldir. Günahlarımızı bağışla, bizi rahmetinle yargıla! Bize acı, merhamet et! Sen teksin ve yücesin!”
Bundan daha güzel ibadet mi olur?
· Mar Ahron Kilisesi
Türbe için yapılan makam bizim işimize yaradı. Yemeğimizi yedik, çayımızı içtik, dinlendik, namazımızı kıldık ve enerji toplayıp Mar Ahron Kilisesi’ne doğru tırmanmaya başladık.
Bir yandan tırmanıyor öte yandan her 10 dakikada durup geriye bakıyoruz. İki şehir arasında bir yılan gibi kıvrılıp akan baraj gölünün güzelliği her adımda şekil değiştiriyor sanki… Bakış açımız değiştikçe güzellik de bir başka boyut kazanıyor. İnsan hiçbir saniyesini kaçırmak istemiyor, çünkü bir daha buralara ayak basmayacağını biliyor.
Define için değil de sırf Kilise’yi ve kilisenin kurulduğu zirveden manzarayı seyretmek için bu zahmete katlanan kaç kişi var ki şu dünyada? Bizden başka kaç deli bu zorlu tırmanışa göğüs gerdi ki?
Çiçeklerin kokusu, rüzgârın esintisi, manzaranın güzelliği, kekliklerin sesi, güneşin yüzümüzü yakan ışıkları; kiliseyi birazdan görecek olmamızın heyecanı ile birleşince dünyanın en zengin insanı olduğumuz zehabına kapılıyoruz.
Ve ne kadar özgür olduğumuzun!
Şehir hapishanesinden kaçan mahkûmlar gibi hissediyoruz kendimizi… Şehrin gürültüsü, dedikodusu, pisliği ve seçim otobüslerinin hoparlöründen yayılan çirkin anonslarından kurtulmuş mahkûmlar gibiyiz…
Zirveye yaklaştıkça nefesimiz daralıyor, ayaklarımızdaki derman tükeniyor. Zorlu ve zahmetli tırmanıştan sonra nihayet bir kale gibi yükselen kilisenin duvarlarını gördük.
Az kaldı…
Yıllardır hayalini kurduğum, “Bir gün mutlaka bu zirveye çıkacağım” diye söz verdiğim yere az kaldı.
Malatya’dan bakınca gözümüzün gördüğü en yüksek zirvedeyiz şimdi… Ve hep uzaktan seyrettiğim kilise şimdi karşımda bütün heybetiyle ve ihtişamıyla dikilmiş duruyor. Tavanı çökmüş, duvarı yıkılmış, içi oyulmuş olsa da… Hazine avcılarının acımasızca harap ettiği bu tarihi eser, sanki “Ne olur beni kurtarın” der gibi ağlayarak bakıyor.
Osmanlı’nın 600 yıl gözü gibi koruduğu, yıkmayı aklının ucundan dahi geçirmediği bu kilise maalesef son 90 yılda definecilerin insafına terk edilmiş. Zirveye çıkar çıkmaz, bir yorgunluk çayı demledik. Bir yandan demli çayımızı içerken bir yandan da bu ihtişamlı eseri seyrediyoruz.
Zirveden bütün bir Malatya’yı (Eskimalatya, İzollu, Çırmıhtı, Akçadağ, Yazıhan, Hekimhan, Arguvan, Arapgir’in bir kısmını) ve Baskil’i görebiliyorduk.
Bulunduğumuz tepe, Muşar Dağı’nın zirvesi değil “Mutluluğun zirvesiydi”…
Akşam güneşin batmasına az bir zaman kaldı. Zirvede vaktin nasıl geçtiğini anlayamadık. Güneş yavaş yavaş Beydağılarının tepesine doğru yaklaşıyor, birazdan batacak. Eğer elimizi çabuk tutup dönüş için harekete geçmez isek yolumuzu kaybedebilirdik.
Zirveye tırmanalar bilir, iniş, dağa çıkmaktan daha zordur. Bizi zorlu bir iniş süreci bekliyor. Heyecandan ve sevinçten ne kadar yorulduğumuzun farkında değiliz. Tırmanışımız tam 3,5 saat sürdü, inişimiz ise 1 saat… Fakat iniş sırasında sarf ettiğimiz enerji, iki üç gün ayağa kalkamayacak kadar bizi bitirdi. Sanki felç geçirmiş gibi hâlâ yatakta yatıyoruz.
Bana sorsanız, bir daha Muşar dağına tırmanır mısınız? Hiç düşünmeden evet derim.
Eve geldiğimizde ne konuşacak takat ne de yemek yiyecek güç kalmıştı bizde… Bitkin, sarhoş ve felç bir şekilde kendimizi yatağa attık.
Ertesi günü kalktığımızda bütün vücudumuz tahta gibiydi… Hiçbir uzvumuz yerinde değildi. Böylece ikinci gün gezimizin planı alt üst oldu. Ne diğer köyler, ne diğer tarihi kutsal mekânlar, ne Baskil merkezi ne de Keban kaldı. Bütün bir günümüz evde ah vah’larla, sızlanarak geçti.
Öğleden sonra Gemici ve Kadıköy üzerinden Kömürhan Köprüsünü geçip Malatya’ya, kendimizi evimize zor attık. O kadar yorgunduk ki, Kömürhan’da kavurma yiyecek kadar bile takatimiz kalmamıştı.
Teşekkürler Mustafa Altunkaya… Teşekkürler Kenan-Enver Altunkaya kardeşler. Ve teşekkürler Altunkaya ailesi…
Unutulmaz bir Baskil gezisi yaşattığınız için…
Dillere destan Baskil misafirperverliğiniz için…
*******************
· Mar Ahron kilisesi hakkında bilgi
Kömürhan’ın 60 km. kuzeydoğusunda bulunan Mar Ahron Manastırına, sahil yolu takip edilerek gidilir. Muşar’a bağlı Kale Mezrası mıntıkasında yaklaşık 1000 m. yükseklikteki dağın eteklerindedir.
Çok sarp ve kayalık bir dağın zirvesindeki balıksırtını andıran bir taşın üzerine inşa edilen manastır; hem mabet, hem de gözetleme görevi yapmıştır.
Batı tarafındaki yıkıntılara, kuzey ve güney taraftaki sarnıçlara bakıldığında burasının ne kadar büyük bir yerleşim yeri olduğu hemen anlaşılır.
Manastırın böylesi inip çıkılmayacak bir yere yapılması, burada bir kalenin olduğuna işaret eder.
Urartu’ların Muşar’da bir kale yaptırdıkları bilinir. Zaten aşağıdaki köyün adı da Kale Köydür. Kale Köyü şimdi Suyatağı köyünün bir mezrası konumundadır.
İki saatlik dik bir yokuşa tırmandıktan sonra ulaşılan manastır, bir anlamda kale görünümündedir.
Kilisenin bu gün için temelleri görünmese de bir kalenin içinde inşa edildiği muhakkaktır. Bu savunma sistemine bakılırsa sur duvarlarının zayıf olduğu ve zaman içinde de yok olup gittiği anlaşılır.
Kilise bu gün için hiçbir koruma önlemi alınmadığından doğanın ve define avcılarının açık tahribatına terk edilmiş bir vaziyette beklemektedir.
Manastırın yapım özellikleri yapıtın Roma dönemine ait olduğuna işaret etmektedir. Yörede yaşayan Hristiyan toplulukları ve Ermeniler tarafından manastır olarak kullanılmış ve Ermeniler tarafından Roma dönemine ait bu kiliseye Mar Ahron Manastırı ismi verilmiştir. Manastır Baskil ilçesi Suyatağı köyü kilise dağı(Mukaddes Dağı) olarak bilinen dağ üzerinde bulunmakta olup, eşsiz bir seyir yerine sahiptir. Kilisenin etrafında bulunan tarihi kalıntılardan ve mezarlık alanlarından, buranın yerleşim yeri olarak kullanıldığını göstermektedir.
Suyatağı Köyü; ilk tunç çağına uzanan yerleşim izlerine rastlanmıştır. Karakaya baraj çalışmaları sırasında çıkan kalıntılar, özellikle Fırat havzasına birçok kavimlerin yerleştiğini göstermektedir. Elde edilen bilgilere göre Hititler burada uzun süreli hakimiyet kurmuşlardır. Daha sonra Asur ve Makedon istilası başlamıştır. En son Romalılar ve Bizanslılar hakim olmuşlardır.
Fotoğraflar:
Baskil’e hareket: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6142656106632330961
Baskil’e varış: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6142663270314738321
Sıdkı Bütün Zeyneb https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6142669121481169601
Hızır Tepesi: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6142668787214205457
Domalan: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6142666005974095073
Abdulvehhap Gazi: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6142668971477468161
Acemler Köyü: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6142669479227822049
Altınuşağı Köyü: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6142665799561378401
Çoban: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6143031707697856513
Muşar Dağı’na tırmanış: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6143041727613283889
Mar Ahron Kilisesi: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6143143014822323025
Muşar dağı Zirvesinde çay keyfi: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6143202706741873409
Muşar Dağı’ndan iniş: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6143205868447499089
Dağlar ve Çiçekler: https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6143207692647647521
Kadıköy (Eve dönüş): https://plus.google.com/photos/106706711984552926813/albums/6143206476782016161