Sabretmek ne büyük bir insani faaliyettir böyle. Ne büyük bir irfanın çocuğudur sabır.
Acılara, kederlere en onulmaz dertlere, kezzap gibi içinizi yakan sırlara, hayatın döngüsü içinde sizi saran kayıplara, hem öyle kayıplar ki kendi hayatınızı kaybedilenin uğrunda vereceğiniz kayıplara dayanmak, tahammül etmek…
Önce kalkmak bir yerlere gelmek, bir hedef için sabretmek ilmek ilmek dokumak, çaba sarfetmek ve beklemek. Hedefe duyulan şiddetli arzu karşısında onu kavrayamamanın verdiği dayanılmaz acılara katlanmak ne de zordur, beklemek hele beklemek zamanı daraltan zaman içinde bekleyip durmak.
Ya arzuladığınız şey sizin uzağınızdadır yada siz ona yaklaşıyor iken o uzaklaşmaktadır. Yada o size doğru koşarken ve siz de ona doğru hamleler yapıyor lakin aradaki maniler bir türlü bitmiyor ve kavuşmak bir türlü nasip olmuyordur. Yine hissenize yalnızca sabır düşmüş ve çaresiz sabrın kanatları altında ümidi taze tutmanın yolunu seçmişinizdir. Üstelik her bir şey yakınınızda ve hemen yanı başınızdadır hatta bir göz mesafesindedir lakin siz ona bakar iken onu görüyorken dokunamamak ne acıklı bir şeydir.
Siz dursanızda hayat durmamakta hızlı bir şekilde akan nehrin misali hayatın içinde barındırdığı meseleler ile sizi yüz yüze bırakmaktadır. İsteseniz de kaçamazsınız. Hayat insana sığınacak bir alan bırakmamıştır dünya dediğimiz küre içinde. Nefese olan ihtiyacınız her yerde, ekmeğe suya olan ihtiyacınız her zaman, sevgiye, konuşmaya dinlemeye olan ihtiyacınız insan olduğunuz müddetçe devam edegelen talepler değil midir?
Belki bir tek sığınacak liman vardır o da kişinin kendi iç dünyasında bitip tükenmeyen hırçın dalgaların sukuna erdiğinde beliren limanıdır.
Sabretmekte niye sabretmek?
Kendi sağlımız için mi? menfatimiz, ticaretimiz, kesada uğramasından korktuğumuz geleceğimiz için mi?
Şayet sabretmek kesada uğramasından korktuğumuz maddi unsurlar ise yine kökeninde kişinin menfaat duyguları yatmakta, yine aklın gelecekle ilgili korkuları izale etme talebine dönüşmekte değil midir?
Yada çaresizliğin bir sonucu olarak başka bir çıkış yolu olmadığı için dişleri sıkmak ve daralan ve sıkışan yüreğin içinde olacak olaylara karşı siperde beklemek midir sabır?
Yada sebep sonuç ilişkileri içinde nerede hata yaptım hesabı ile yüzleşmek ve geçmişin hesabını yapıp hatalarını bularak tashihe mi girişmek ve elde edilen tecrübelerle oluşacak risk alanlarında daha tedbirli olmaya mı evrilmektir sabır?
Ariflerin dediği gibi acıyı yüzünü ekşitmeden içebilmek midir sabır?
Ne de zordur katlanmak, acının dozu ne olursa olsun ister içeriden isterse dışarıdan olsun farketmez. Acının sebebine ve sonuçlarına bakmadan katlanmak ve razı olmak halidir sabır.
Sabır acı lakin meyvesı tatlıdır diyenlere inat meyvenın tadına bile değer vermeden yada önemsemeden daha şiddetli acılara kapı aralasa da, daha şedid acıların kucağına bıraksada aldırmama halidir dersem duyguları alınmış, mazoşist mi dersiniz acaba?
Sabrın zıddı acelecilik değil midir?
İnsan, neden bir şeyin hemen olmasını ister ve istediği şeye hemen kavuşmak için acele eder ki?
K.Kerimde insanın aceleci olduğunu olumsuz bir şekilde söyler.
Acele davranma isteğinin arkasında kişinin istediği şeye kavuşmasının elinden kaçacağı düşüncesi var mıdır acaba? Yani fırsatın kaçacağı endişesi? Yada o fırsatları ortaya çıkartan sebep sonuç ilşkilerinin zebunu olmuş ve bu fırsatın bir daha kolay ele geçmeyeceği kaygısı ile kestirmeden, ucuz bir şekilde, zahmetsiz ve kolay bir şekilde elde etme isteğinin de rolü olabilir mi acaba?
Acelecilikte fırsatçılık olduğu için mi, umulan ve ya elde edilecek işin acele yapılması karşısında hakkının verilemeyipte arızalı ve eksik kalmasından dolayı mıdır yada acelecilikte dikkatten kaçan hususların olmasından dolayı mıdır?
Her ne ise sabrın yavaşlığı ve sukuneti aceleciliğin getireceği fırsat beklentilerine ve aceleciğin çıkarcağı işe tercih edilmiştir.
Çocuk Anne karnında zorunlu sabreder. Anne ise çocuğuna bir an evvel kavuşma isteğindedir lakin çocuk kemale ancak dokuz ayda erer. Annenin eline bırakılsa idi çocuk olma süreci bütün çocuklar eksik dünya ya gelirlerdi.
Bütün hayırlı sonuçlar yavaş yavaş işleyen lakin sağlam, düzenli ve güzel eserlerin ortaya çıkmasını sağlamışlardır.
Aceleci olmak neden şeytani bir vasıf olarak adlandırılmıştır da Sabır Rahmanın bir özelliği olarak kabul görmüştür?
Sabreden dervişler muradına erer de aceleci olan kullar muradına eremez mi denmek istenmiştir?
Yada muradına erenler dervişler ise aceleci olanlar aceleci olduklarından dolayı farkına varmadan belalarını mı satın almışlardır?
Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendin Marifetnamesindeki bir hikaye ile devam edelim;
Bir bakırcı ustası müthiş bir ilim arzusuyla elindeki tencereleri ve eşyayı tamamen dağıtmış ve evindeki hamile karısına bütün masraflarını karşılayacak bir miktar bırakıp onun iznini ve rızasını da alarak ilim tahsil etmek için bir başka ülkeye yola çıkmış. Yirmi sene boyunca Arabî ve dînî ilimler üzerine tahsilini tamamlamış, sonra vatanına dönmek üzere yola çıkmış. Yolda erenlerden birine misafir olmuş ve ona durumunu anlatmş. O da ona: “İlimlerin ve amellerin aslı nedir?”
Diye sormuş. Bu soruya cevap veremeyip yine o kâmil zatın cevap vermesini istemiş. O zat da:
“Eğer bize bir müddet hizmet edersen ilmin aslını öğrenip evine dönersin” demiş. Bunun üzerine o alim, o mübarek zatın hizmetini kabul etmiş, onun yanında iki yıl kalmış. Sonra o yetkin insan, o alime şefkat edip şöyle demiş:
“Oğlum gel sana bunun cevabını vereyim de evine, zevcene dön ve ömrün oldukça bize hayırla dua et. Şunu kesinlikle bil ki, bütün ilim ve amellerin, her mârifet ve kemâlin aslı sabırdır, bunlar ancak sabırla kazanılır. Tahammül ve teenni de sabra dahildir. Eğer her işte sabırlı olursan her türlü pişmanlıktan kurtulur ve iki alemde de her yönden saadete kavuşursun. Bu nefis cevheri sana öğretmek için seni bir müddet alıkoydumsa, bunun kıymetini bilesin ve bunu kulağından çıkarmayıp, bu öğüdü çok iyi muhafaza edesin ve asla unutmayasın diyedir.”
Bunun üzerine, o âlim bu cevheri aldığından dolayı o zâta dua edip rızasını almış ve ülkesinin yolunu tutmuş. Nihayet yatsıdan sonra evinin kapısına ulaşmış. O anda: “yirmi iki yıldan beri haber alamadığım evin kapısını vurmadan önce pencereden şöyle bir bakayım, bunca zaman bu evde kim kalmış” diye düşünerek gizlice evin penceresinden içeriyi gözetlemiş. Bir de ne görsün, kendi karısıyla genç bir erkek yanyana oturmuş mutlu bir şekilde sohbet ediyorlar. O an aklı başından gitmiş ve kendinden geçip pencereden bir okla tam o genci öldürecekken, son anda aklına sabır gelmiş. “İki yıl bekleyip de kazandığım cevheri acele edip kaybetmeyeyim, kapıya gideyim de o herifi öyle öldüreyim” diye düşünmüş. Nihayet kendini tutup kapıyı çalmış. İçerden o genç, “Kimsin?” diye sormuş, o da, “Bu evin eski sahibiyim” diye cevap vermiş. Karısı sesinden hemen onu tanıyıp sevinçle, “Aç oğlum kapıyı aç, sen doğmadan önce gurbete giden pederin geldi” diye bağırmış. Öfkesini yenip sabreden o alim, bu sözden o gencin kendi oğlu olduğunu anlamış. Böylece sabrın kerametini görmüş ve büyük bir pişmanlıktan kurtulmuş. Sevincinden ona sabrı ihsan eden Mevlâ’ya hamdedip övgüler yükseltmiş…..
Efendimizin buyurdukları gibi sabır, kişiye meselenin tosladığı anda kişinin gösterdiği tavrın adıdır..
Yani sorunla karşılaştığınız ilk anki durumunuz ve tepkinizdir sabır.
Yoksa sorun olup bitince zaten olup bitenlere zoraki katlanıyorsunuzdur.
Sorunla insanın ilk yüzleştiği an kişinin aklının ve muvazenesinin de alt üst olduğu andır.
Kişinin bütün hesapları bozulmuş meseleye hazırlıksız yakalanmıştır
yada bin bir türlü emekten sonra istenilen şey kuşatılamamış yada ele geçirilememiştir.
Sabır, Fiilleri ve hadiseleri elinde bulunduran iradeyi belkide en baştan görüp teslim olmak değil midir?
Olayların ve hadiselerin arkasındaki iradeyi bilmek ve sonuçlarla yüzleşildiğinde sonuçları irade buyuranın emrine itaat etmek midir?
“Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!” (K.Kerim)
*
Ahmet Gürbüz
http://ahmetgurbuzblog.blogspot.com.tr/