Birebir yaşadığımız somut kaçınılmaz sonuçları ile iç içe olduğumuz sosyal ve fiziksel yaşantımızda niyet edilmiş, arzu edilen toplumsal düzenimizin, yani hareket alanlarımızın, sorumluluklarımızın belirlendiği bir sistem içinde yaşantımızı sürdürmekteyiz. Toplumların gelişmişlik derecelerine göre, bireylerinin yaşam standartlarının yükselmesinin yanında hak ve özgürlüklerinin de belli normlara sıkı sıkıya oturduğunu görmekteyiz. Bu ilerleme süreçlerine baktığımızda, bireylerin özgürlüklerini, birbirlerine engel olmadan ön planda tutarak, insan odaklı hareket etmeye çalışan toplumlar, yüksek refah seviyesi ile birlikte fertlerinin mutlu olabileceği, daha yaşanabilir ortamlar elde etmişlerdir.
Tüm bu aşamalardan geçerken, devrim niteliğindeki yapısal değişimlerin yanında zaman zaman bulanık bir ortamda fikirlerin çarpıştığı, bir taraftan ilerlemeye çalışırken, bir taraftan temel değerlerin sorgulandığı, yeniden yapılandırılmaya çalışıldığı, karşıtlığın kutuplaşmanın arttığı dönemler yaşanabilmektedir. Bu aşamaların sonucunda daha mutlu, müreffeh, yaşanası bir toplum ortamında yaşamak arzusu varsa, öncelikli yaklaşım tarzı insan odaklı olmalıdır.
Sadece birilerinin kurguladığı, somut sonuçları olan, fakat bizim için sanal, yani bir anlam taşımayan, çoğunluğun bu yaşam biçimini benimsemekten başka bir seçeneği olmadığı bir şekilde değil de, katılımın üst düzeyde olduğu, özgürlükçü, tartışmaya açık, fikirleri, dolayısıyla insanları birbirine yaklaştıran bir yapıyı tesis etme zorunluluğu vardır.
Düşünmeye başlamak, karşılaştırma yapabilmek, çıkarımlarda bulunabilmek, bir sağlık alametidir. Körü körüne inanmak, bizi yansıtmayan yabancı fikirlerle hareket etmek ise insanı kendisine yabancı kılar ve mutsuzluğa sürükler.
Bir bütünün içinde kendimizden bir şeyler bulamıyorsak, bizim için kurgulanmışı yaşıyor olmuyor muyuz?
Bireylerinin fikirlerine önem verilen, potansiyel bir değer olarak kabul edilen toplumlarda, insanlar kendilerini gerçekleştirebilir ve kendisi ile birlikte çevresine de faydalı olmak arzusu içinde birbirlerine yaklaşabilirler. Ancak bu şartlar altında insanını bir detay olarak değil de, bir zenginlik olarak gören, katkı yapmaya teşvik eden bir toplumda, sanal kelimesi bir bilgisayar terimi olarak kalabilir.
İnsan odaklı hareket eden, toplumsal konularda uzlaşmanın sağlanabildiği, hoşgörünün egemen olduğu özgürlükçü bir ortam, hayatımızın renklerinin de daha canlı bir şekilde hissedilmeye başlanacağı huzurlu bir ortam haline gelir ve toplumların ilerlemesine ivme kazandırabilir…
Ahmet Fevzi Üçer
www.gencgelisim.com