Gelişen teknoloji, öğretim tekniklerinde son yüzyılda geliştirilen yeni metotlar, psikoloji biliminin ‘öğrenmenin psikolojisi’ne dair yaptığı faydalı ve yol gösterici çalışmalarla beraber artık okul, “geldik gidiyoruz” denilen bir yer olmaktan uzaklaştı; sistemli ve detaylı bir çalışmanın yürütüldüğü gerçek bir uygulama alanına dönüştü.
Öğretimin ne şekilde yapılması gerektiğine dair o kadar çok yöntem ifade ediliyor ki; öğrencilerin yaş grubuna, algı seviyelerine, alanlarına ve yönelimlerine göre geliştirilen teknikleri takip etmek bile beceri istiyor. Bu umut verici gelişmeler elbette ki her biri kendi içinde değerli ve dikkate değer olan çocuk ve genç nüfusumuzun daha yakından, daha doğru şekilde ve daha ‘onlara özgü’ öğretime tabi tutulmasının kapılarını açıyor.
Bu süreçte asıl önemli olan ise öğreticinin rolüdür. Saymak istesek yüzlercesine ulaşabileceğimiz yenilikçi öğrenme tekniklerini uygulayacak olan öğretmenler, bütün bu geliştirilen yeni yöntemlerin temelinde öğrencinin özgün düşüncesini daha etkili bir şekilde dışarıya vurabilmesinin yattığını unutmamalıdır. Yöntemi, tarzı, uygulanış şekli nasıl olursa olsun; hepsinin merkezinde yatan anahtar nokta, öğrencilere düşünmeyi öğretebilmek ve onların kendi özgün düşüncelerini yaşam alanlarına yansıtabilmelerini sağlamaktır.
Bu sebeple önemli olan teknik uygulamaları öğrenmek değil, bütün bu gelişen yeni yöntemlerin asıl sağlamak istediği kazanımın farkına varabilmektir. Eğer kara tahtadan akıllı tahtaya geçilen sınıfta, bir öğrenci o akıllı tahtaya çizdiği ağaç resminde yaprakları pembeye, gövdesini laciverte boyadığında öğretmeninden uyarı alıyor ve klasik bir gövde kahverengi yaprak yeşil ağaç çizdirmeye yönlendiriliyorsa, ne akıllı tahtalar bir işe yarar ne de akıllı binalar bize katkıda bulunabilir.
Her şeyden önce düşüncenin, yalnızca kişiye ait olduğu için değerli ve önemli olduğunu unutulmamalıdır. Tek tip düşünen, tek tip konuşan, ezberleyen ve papağan gibi aynı şeyleri tekrarlayan bir nesil yetişmesini istemiyorsak, farklılıklara ve özgün düşünceye tahammül edebilmeli ve dahası, buna teşvik edebilmeliyiz.
Öğrencilerin sahip oldukları kuvvetli hayal gücünü açığa çıkartmaları için onları desteklemeliyiz. Onların paylaştıkları düşünceleri; “Saçma” , “Anlamsız” , “Ne işe yarar ki?” , “Mantıklı değil” gibi ifadelerle eleştirirsek, belli bir süre sonra hayal gücü yeteneğini bütünüyle kaybetmiş, sıradan ve siyah-beyaz düşünen, yalnızca söylenileni yapan ve gerisine karışmayan, üretmeyen paylaşmayan bir nesli meydana getirmiş oluruz.
Yaşadığımız yüzyılda artık bilgiye erişmek oldukça kolay. İsteyen herkes, yaşı kaç olursa olsun, bilgisayarının birkaç tuşuna basarak dünyanın her yerine, her bilgiye rahatlıkla ulaşıyor. Bilgiye erişmenin bu denli kolay olduğu bir dönemde, asıl kıymetli hale gelen şey bilgi değil, bilgiyi kullanarak ortaya yeni fikirler, ürünler çıkarabilme becerisidir. Bunu başarabilen insanların bir adım öne geçtiğini gözlemliyoruz. Sadece ezberleyen ve tekrar eden zihinler, yerinde saymaya devam ediyor. Öğrencilere, bilgiyi öğrenmekten daha önemli olan bir şey varsa onun da bilgiyi kullanarak orijinal fikirler üretmekten geçtiğini benimsetmek, bir öğretmenin en hayati görevidir.
Her beyin muhteşemdir, her düşünce saygıdeğer ve paylaşılan her fikir dinlenilmeye lâyıktır. Unutulmamalıdır ki geçmiş yüzyıllarda saçma veya imkânsız diye nitelenen birçok düşünceyi bugün insanoğlu, hayatının ayrılmaz bir parçası olarak kullanmaktadır.
“Dünya düz değil, yuvarlaktır.” diyenlerin idam edildiği bir yerde, tarihin mahcup ettiği insanlık, artık söylenen söze kıymet verilmesi gerektiğini fark edebilmelidir. Öğretimde ilerleme, ancak bu özgün düşünce ortamının tesis edilmesiyle mümkündür.
Mücahit Aköz
www.gencgelisim.com