Onun gözünde, bilgi ve teknoloji konusu işin olmazsa olmazıydı ama bizim insanımızın o özellikleri kazanması zor değildi. Pazar ve finans şartları oluştuktan sonra üretim yapmak kolaydı.
Finansman konusu çok önemlidir. Özkaynakların az olduğu yerde, tek çare dış kaynaklardan yararlanmaktır. Bunun yolu da kredi almaktan geçer. O zaman da finansman konusu ön plana çıkar. Çünkü, bu nedenle ortaya çıkacak ek maliyetleri uygun şekilde fiyatlarına yansıtmayı beceremeyen veya finans sorununu verimli bir şekilde çözemeyen kuruluşlar küçülmeye, hatta batmaya mahkûmdur.
Finansman denilince yıllar önce tanık olduğum bir olay geldi aklıma: Ben o zaman bir taahhüt firmasında çalışıyordum. Çeşitli şantiyelerde işlerimiz vardı. Bazılarını tek başıma götürürken, bazılarında şirket ortaklarının nezaretinde iş görüyorduk. .O işlerden biri de Kenter Tiyatrosu’ydu.
Bütçeleri gerçekten çok kısıtlıydı. Biraz da o nedenle elimizden geldiğince özen gösteriyor ve her şeyi mühendisçe çözmeye çaba sarf ediyorduk. Yani, “en iyiyi en ucuza” mal etmeye çalışıyorduk. O güne kadar özel tiyatroların böylesine büyük bir projeye giriştikleri pek görülmemişti. Aslına bakılırsa yine de başarmaları çok zor olacaktı ama kimin fikriydi bilmiyorum; çok değişik bir uygulama başlattılar. Tiyatronun koltuklarını sattılar. Hem de, Özal’ın sansasyon yaratan benzer girişiminden çok önce gündeme getirdiler bu çözümü. Koltuk fiyatı 5.000 TL.idi. O zaman benim maaşım da net 2.500 TL. olduğuna göre fena bir rakam olmadığını düşünebilirsiniz. Kısa zamanda salonun bütün koltukları satıldı. Satıldı dediysem, aynen rahmetli Özal döneminde köprülerin satışına benzer bir düşünceydi bu. Bağış olarak 5.000 TL. veren, sanıyorum on yıllık süre için, bir koltuk sahibi oluyor ve o koltuğun arkasına adı yazılıyordu. Sonra her oyunun galasında o koltukta, sahibi kim ise o oturuyordu. Kimler yoktu ki koltuk sahipleri arasında. İstanbul’un kalburüstü tüm şahsiyetleri tiyatronun yapımına büyük katkıda bulundular. Balkon koltukları bu satışın dışında tutulmuştu. Onu da neden yaptıklarını anlamakta zorluk çekmedik. Çünkü özellikle galalarda kendilerine de yer kalması gerekiyordu.
İlk açılışı Hamlet oyunu ile yaptılar. Galaların da galası sayılabilecek ilk oyun için bana da gönderilen, daha önceki dönemlerin tiyatrolarını başlangıçtan itibaren temsil eden motiflerle bezenmiş davetiyelerin üzerinde “Şeref Misafirleri Gecesi” yazıyordu. Eşimle beraber o muhteşem geceye katılmanın heyecanını uzun süre yaşadık. Davetiyelerimizi de uzun süre sakladık. Kimler yoktu ki o gece. Ünlü işadamları, sanatçılar, bürokratlar, tanıdık tanımadık kalburüstü simalar, Zeki Müren bile gelmişti.
Hayatım boyunca çeşitli işler yaptım. Değişik insanlarla tanışma fırsatı buldum. Sayın Yıldız Kenter ve Rahmetli eşi Şükran Güngör gibi olgun insanlara çok az rastladım. Onlar çeşitli rolleri en kolay şekilde oynayabilen yetenekli insanlardı. Ama onları tanıyınca bir şeyi fark ettim; gerçek hayatları için seçtikleri rol, sadece ve sadece iyilik, güzellik ve doğruluk üzerineydi. Ve o rolü bıkmadan, aksatmadan öyle güzel oynuyorlardı ki hayranlık duymamak elde değildi.
Bugünün modern girişimcileri, bir işe başlamadan önce, o konuyla ilgili olarak bütün olasılıkları kapsayan ve adına “fizibilite” ya da “yapılabilirlik araştırması” denilen bir dosya hazırlıyorlar. O dosyanın ilk sayfalarının, öz kaynak ve finansman konuları olduğunu rahatça ifade edebiliriz.
Gazanfer Sanlıtop
www.gencgelisim.com