Uzun Hikaye’nin Kısa Hikayesi

0
1139

Bugün güzel birşey yapın: Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikayesi’ni okuyun, Osman Sınav’ın Uzun Hikayesi’ni izleyin ve en önemlisi kendi uzun hikayenizi yaşayın.Bir gün birisi de sizin uzun hikayenizin kısa hikayesini anlatılır belki, kim bilir.

Yıllar önce Okuma Günlüğü programına konuk aldığım Mustafa Kutlu’yla o günlerde yeni çıkan Uzun Hikaye’yi uzun uzun konuşmuştuk. O latif anlatımıyla anlattıkça filmin hikayesi kafamda canlanmış ve ‘Bundan ne güzel bir film olur.’ diye düşünmüştüm.
O zaman Mustafa abiyi dinledikçe benim Sosyalist Ali’m olan İsmail eniştem canlanmıştı gözümde. Silahını temizlerken yanlışlıkla küçük kızını vuran, bu yüzden uzun süre İstanbul’da hapishanelerde yatan İsmail eniştem, 12 Mart darbesinin mağduru düşünce suçlularıyla paylaştığı koğuşundan, eşitlikten, adaletten bahseden bir adam olarak geri dönmüştü köye. Bir taraftan eski mahkum kontenjanından girdiği madende ter döken diğer tarafta köydeki ağalık düzenine baş kaldıran İsmail eniştem malasef Bulgaryalı Ali gibi trene atlayıp bir başka diyara gitme şansına sahip değildi.
Her ne kadar aylık izninde Zonguldak’taki madenden köye gelmek için tren kullansa da, onun tren macerası bu kadardı. Her gün ütülettiği beyaz gömleği, bol paçalı pantalonu, düzgün taradığı kızıl saçları ile sanki köye Ankara’dan ziyarete gelmiş mühim bir şahsiyet gibi dolaşırdı köy meydanında.
Ömrümde ik defe Che’yi, Marx’ı, Nazım Hikmet’i ondan duymuştum. O hapishanede dinlediklerinden kendine göre doğru olanları almış, bunları hiçbir zaman din ile çatışan düşünceler olarak görmemişti. Her daim namazında niyazında olan İsmail eniştem 40 yıldır muhtar olan Şahin ağaya birçok konuda kafa tutardı. Özellikle kömür dağıtımı, mahsul paylaşımı, sınır belirleme gibi konularda haksızlığa uğrayanlar hemen İsmail enişteme koşarlar, o da kendi hakkının peşinden koşar gibi köydeki bu garibanların haklarını Şahin ağaya karşı savunurdu.
Daha sonra bir mesele jandarmaya intikal edince zaten adı “namazlı kömüniste” çıkmış İsmail enişte apar topar karakola götürülür. Orada koruyup kolladığı köylü, 3-5 kuruş aldığı Şahin ağayı tutunca epey bir azar işitir, aşağılanır. İtilip kakılmadan sonra da sabaha kadar küçücük bir hücreda ayakta bekler.
O günden sonra İsmail eniştem kendi yalnızlık trenine binip içindeki bir başka istasyona gidip orada yaşamaya başlar. Pek ortalığa çıkmaz, kendi işine gücüne bakardı. Kısa bir süre sonra da traktörüyle yaptığı bir kazada hayatını kaybetti.
Çok büyük bir aşkla birbirlerini seven halam ve eniştemin ayrılıkları fazla uzun sürmedi. Halam da kocasını kaybettikten sonra beyin kanaması geçirip vefat etti. Mezarlarını ziyaret ettiğim bir yaz tatilinde tanımadığım biri yanıma yaklaşıp ‘Dünyadan iyilerin erken gitmesine örnek mi istiyorsun, işte bu adam.’ dediğinde eniştemin bu dünyada yapacağını yaptığını anlamıştım.
Onun hikayesinde önemli bir detay daha vardı. Hapishane günlerindeki, koğuşunda çiçek büyütme, avluda kuş besleme alışkanlığını köyde de sürdürmüştü. Evin 20 basamaklı merdiveninin her basamağında büyük yağ teneke kutularında rengarenk çiçekler, pencerelerin önündeki küçük konserve ve salça kutularındaki sevimli menekşeler ile yarış ederdi. Günün belli saatinde gelen kuşları elleriyle besler, köylüler tüfekle kovaladıkları bu küçücük kuşların İsmail eniştemin ellerine konmasına bir anlam veremezdi. Onun için bir çiçeği sevmekle, bir kuşu sevmekle, bir insan sevmek arasında hiçbir fark yoktu.
Şahin ağa eniştemden çok sonraları 100 yaşını devirmiş ve kaybettiği hafızasıyla dünyaya boş boş bakarak hayata gözlerini yumdu. Ondan geriye kalan ise sararmış sapsarı bıyıklarıyla hiç durmadan içtiği sarma sigaraları ve yörenin en meşhur beyaz atı oldu.
Yıllar sonra ilçedeki bir fotoğrafçının vitrini süsleyen taranmış saçlar, jilet gibi traş ve kahverengi takımla Ayhan Işıkvari bir pozla enştemi gördüğümde saşırmıştım. İçeriye girip ‘Bu benim eniştemin resmi, size kim verdi?’ dediğimde ‘Kimse vermedi, eski resimlerimizin arasında bulduk, çok güzel bir duruşu olduğu için koyduk.’ cevabını almıştım. İsmail eniştenin güzel duruşu yaşarken pek anlaşılamasa da, öldükten on yıllar sonra en azından fotoğrafçı vitrinlerinde gelen geçen herkesçe takdir görmeye başlamıştı.
Kenan İmirzalıoğlu; Uzun Hikaye’deki artist duruşuyla, haksızlığa baş kaldıran çıkışlarıyla, hem cumaya gidip hem de emekçi olmasıyla muhteşem rol yeteneğini konuşturuyor. Lakin İsmail eniştem tüm bunları hiç rol yapmadan doğaçlama yaşayan bir adamdı.
Hepimizin hayatında Bulgaryalı Ali’nin rol kestiği karakteri anımsatan birileri olduğuna eminim. Mustafa Kutlu sadece gördüğünü yazan bir yazar olarak yanıbaşımızdaki insanların hikayelerini içten kelimelerle anlatırken, Osman Sınav da bu kahramanları tüm gerçekliği ve sahiciliği ile sinema salonlarında bizlerle buluşturuyor.
Derim ki; Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikayesi’ni okuyun, Osman Sınav’ın Uzun Hikayesi’ni izleyin ve en önemlisi kendi uzun hikayenizi yaşayın.
Bir gün birisi de sizin uzun hikayenizin kısa hikayesini anlatılır belki, kim bilir…
ADEM ÖZBAY

www.sensizkelimelersozlugu.blogspot.com

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız