Dünyaya geldikleri ilk günlerde kendilerine uzanan insan elinin kendilerini ölüme götürdüklerini, aç bîilaç, çaresiz, kimsesiz, otların çalılıkların arasında geçirdikleri zamanlarda anlamış ve hücrelerine kadar hissetmişlerdi. Bir başka insanın, insancıl, dost elinin uzandığını anlamaları için zamana, deneyime ihtiyaçları vardı. İnsan elinin hem dostluğa, hem düşmanlığa uzanması elin suçu değil, eli düşmanlığa uzatan beyinlerin suçudur. Düşmanlıkların ortadan kalkması için, “bir elin nesi var, iki elin sesi var” misali dost ellerin birlikteliği gerekir. Dost eller birlikte ve güçlü olmazlarsa düşman eller üstünlüklerini kötü eller sayesinde yapacaktır. İnsanın doğuştan yamyamlığının yirmibirinci yüzyılda da var olmuş olması evrimin çok uzun süreler sonucunda gerçekleşebileceği gerçeğini ortaya koyar. Daha onbeş günlük eğitim görmemiş, hayatını balkonda sürdüren kedi yavrularının aralarında oynarken vücutlarının aldığı “kopil” şekiller doğuştan getirdikleri özelliklerin yansımasıdır. Genlere genetik şifreler verilmiştir. Genlere genetik şifreleri veren yaratandır. Canlıların evrimine müsaade eden yaratandır. Evrime karşı çıkmak yaratana karşı çıkmaktır. Evrimin işine karışmak yaratanın işine karışmaktır. YARATANI KORUMAK, YARATILMIŞLARIN İŞİ DEĞİLDİR. YARATILMIŞLARIN GÜCÜ YARATANI KORUMAYA YETMEZ.
Dünya üzerindeki varlıklar âlemini daha iyi anlayabilmek için onları gruplandırmak, sınıflandırmak fikri, düşünen beynin yaptığı işlerin en iyilerinden biri olmuştur. Varlık âlemini iki büyük âleme ayırmış, birine CANSIZLAR ÂLEMİ, ötekine CANLILAR ÂLEMİ demiştir. Bu iki âlem, dünya üzerindeki varlıklar için geçerlidir. Ötelerde, diğer âlemlerde ve âlemler için farklı farklı sınıflandırmalar yapılabilir. Yapılmış sınıflandırmanın nasıl olduğuna geçmek istedi. O anda Karaböcük kahvesini getirdi. Saat sabahın dokuzu. Balkondaki kedilere, önce ciğerlerini ve biraz da kek vermiş. “Biz bunlardan nasıl vazgeçeceğiz, kedi alışkanlık yapar. Sayıları giderek artar. Nurten Hanım’ın kedileri gibi sekiz on tane olur. Onlar Bozcaada’ya giderken kendileri yanlarında götürüyorlar. Biz nasıl yaparız?
Nurten Hanım’ın kedilerini kendisi de görmüştü. Sekiz-on kediyi bir evde o şaşkınlığın bozulmasına müsaade etmemişti. Ne zaman ki Dilek’in kendisinin balkon kapısını açtığı görmüş ve kediler âleminin şaşkınlığını üzerinden atmıştı. Dileklerin alt komşusunun oğlu, Dilek’in oğluna evde at besliyorsunuz da kedi besliyoruz mu diyorsunuz? demiş. Ne o öyle güm, güm, güm koşu sesleri. O gerçekten kediüstü bir şeydi. Bakışları korkunçtu. Sizde ona baktığınızda ha saldırdı ha saldıracak diye düşünmeye başlıyorsunuz. Kediler pençelerini direk düşmanın gözüne atarlarmış. Bu söylenti köpekler için ama o kedinin ne yapacağı hiç belli olmaz. Kasları, pençeleri güçlü. Günde bir kâse meyveli yoğurt yiyor. Doktoru bile şaşırmış. Bunu neyle besliyorsunuz, ne kadar güçlü kasları var? Dilek’in kedisinin adı Boncuk. Boncuk kinci bir kedi. Ertan bazen ona bir tekme sallıyor. İki-üç gün sonra Ertan’ın bacaklarına saldırıyor. Hangi ayağıyla tekme atmışsa ona vantuz gibi yapışıyor. Nurten Hanım’ın kedilerinden biri de Boncuk gibi kapı açıyor. Günlerden bir gün Nurten Hanım eve geldiğinde kapıyı açık, kedilerden birini paspasın üzerinde oturuyor bulur. Ötekiler yok firar etmiş. Kadıncağız kedileri kömürlüklerden toplamış. Fakat kapının nasıl açıldığına akıl sır erdirememiş. Yine bir gün paspasın üzerinde bulduğu kediyi, kapıyı açarken görmüş. O kapıyı açıyor diğerleri yallah dışarı; o da güya suçsuzmuş gibi kapıda bekliyor.
Kediler âlemi başlı başına bir âlem, Kediler aslında hayvanlar âleminin memeliler sınıfındandır. Sınıflandırmada en geniş âlemden başlamak üzere şube, alt şube, sınıf, takım, familya cins ve tür sınıfları kullanılır. Bitki ve hayvanları, benzer özelliklerine göre sınıflandırma İsveç’li bilim adamı Linne ile bilimselliğe kavuşur. Filogenatik sistemde, yaratılıştan günümüze kadar geçirdikleri evrim basamakları dikkate alınmıştır. Anatomileri, karşılaştırmalı antogenleri dikkate alınarak doğal sınıflandırma denilen Filogenetik Sistematik sınıflandırma yapılmıştır. Ev kedisi, sokak kedisi, dağ kedisi, yaban kedisi onları türlerini belirler? Tür sınıflandırmada en alt basamak kabul edilir. Türden sonra cins, cinsten sonra familya gelir. Kedilerin bağlı olduğu ailede, aslan, kaplan, puma, çita, leopar vardır. Bunlar kedilerin akrabalarıdır. Familyanın üstünde takımlar, takımların üstünde sınıflar, sınıfların üstünde alt şube ve şubeler vardır. Şubelerin üstü ise en geniş anlamlı âlem vardır. Tüm canlılar âleminin ortak özellikleri vardır. Yani canlı hangi gruptan, türden, cinsten olursa olsun her canlının kendine özgü bir yapısı şekli, şemaili vardır. Her canlı hep kendi kendine benzer. Bu duruma İndualite denir. Canlıların asimilasyon ve desimilasyon özellikleri vardır. Yani her birey dışardan aldığı besin maddesini özümleme yapar, vücudundaki benzer maddeye çevirir. Bu çevrimden sonra da desimile eder. Yani büyük molekülleri küçük moleküllere parçalayarak enerji elde eder. Solunum da denen bu olayda elde edilen enerji yaşamsal faaliyetler için kullanılır. Nedir bu? Kendini dev aynasında gören cücelik hiç değildir. Her canlı hücre denilen mikroskobik yapı taşlarından oluşur. Her hücrenin içinde de değişmeyen yapı taşları vardır. Proteinler, karbonhidratlar, yağlar, su, madensel tuzlar ve vitaminler gibi. Bunların her birinin içine dalıp ne olup ne olmadıklarını anlamak içine epeyce mürekkep yalamak gerekir. Kara Cin’in yavrularını yalayarak temizlemesi, yavruların kendi kendilerini ve birbirlerini temizlemeleri ortak yaşamın birer sembolüdür. Mürekkep yalamak apayrı bir eğitim, öğretim işidir. Canlıların öteki ortak özelliklerinden bazıları da, doğum, üreme, hareket etme ve ölümdür.
Canlıların ölümü, kurtuluştur. Bin Ladin’in adamlarından Zerkavi’nin ölümü hem kendi için bir kurtuluş olmuş, hem de dünya ekonomisinin terörden kaynaklanan belirsizliği petrol fiyatlarının düşmesiyle nefes alır hale gelmişti. Ekonominin nefesi belirsizliğin göbeğine bağlanmış, belirsizliğin göbeği de ne hikmetse ekonomi devlerinin elinde bulunmakta. Hikmeti o ki ekonomi çarkın suyu ve suyun kaynağı ve bunların dalgalanması birilerinin elinde oyuncak haline gelmiştir.
“Sonlunun zorunlu olarak sonsuzu içerdiği ve gerektirdiği bilimsel gerçek” demekle, ilave olarak “sonsuz olmasaydı sonlular olmazdı” demek birini ötekinin nedeni olarak göstermek demektir. Oysa var olmanın nedeni yokluktur, demekle; yokluk var olmanın nedenidir demek aynı kapıya çıkmaz.
Sonsuz olgusu başlı başına, başka hiçbir kavrama ihtiyaç duymaksızın sonsuzluğunu sürdürür durur. Sonlu ise sonluluğunu yaşayarak sonlu olma özelliğini yerine getirir. Sonlu olmanın da sonlu olması için sonsuzluğa ihtiyacı yoktur. Biri ötekinin nedeni değildir. Biri ötekinin sonucu değildir. Olay, kâinatın sonlu, ya da sonsuz olmasına veya ne sonludur ne sonsuzdur hakkında bir şey söylenemez demeye getirmekse o da ayrı bir olgudur. Sonlu kavramını kâinat için kullanmak sonlu bir yapıda olmanın ve çevrede sonlu varlıkların ve örneklerin çok olmasından gelir. Sonlu bir varlığın sonsuzluğu kesintili bir kavramla açıklanabilir. Bu varlık için yeniden olmak, tekrar olmak ve yeniden var olmak sürecinin sonsuzluğu söz konusudur. Bu da üzerinde durulması gereken sonsuzluğun zamansal bir kavrama indirgenmiş olmasıdır. Bu zamansal kavram maddeden, var olmaktan dolayı olan, kavram değildir. Bağımsızdır.
Sonlu varlık olan insan ve olup biteni düşünen, anlamlandıran ve kendi kendini kandıran, aynı zamanda kendi kendini inandıran insan aynı dünya üzerinde yeniden insan olarak dünyaya gelebilir. Yeniden insan olarak geldiği dünya üzerinde yaşadığımız dünyaya benzeyen bir dünya da olabilir. Dahası farklı koşullara ve farklı özelliklere sahip dünyalarda farklı insan yapısı olarak da var olunabilir. Sorun şudur: Kesintili zamanlarda varlık olmanın kayıtlarına ulaşabilir miyiz?
Diyelim ki, bir milyon yıl sonra üzerinde yaşadığımız dünyaya yeniden geldik. Dünya zamanına göre bir milyon yıl önceki bizi nasıl anlayacağız? Sorunun yanıtı bilimsel olmalı. Sorun, sözü edilen dünya zamanının uzun olması değil maddenin taşıdığı özelliklerin, en azından bilinen özelliklerinin sınırlı ve koşullu olmasıdır. Maddeleşme demek sınırlı ve koşullu olma varlığın sonsuzluğa bir etkisi ya da katkısı yoktur. Öyle ise niçin var olunmuştur? Ya da ‘Niçin maddeleşme olmuştur?’ soruları sorulabilir. Sonlu ve kesintili, koşullu var olan bir varlığın kendine verilen akıl, düşünce gibi varlıklarıyla kendine benzer cevaplar üretir. Benzemeyen cevaplar üretmesi imkânsız değildir. Sonsuzluğun varlığı sonlu bir varlığın düşüncesinin sonluluğunun olmasından ötürü ötekini istediği ya da özlediği için değildir. Ayrı bir olgu olduğu içindir.
Sekuraltı Felsefe, varlık olma nedeniyle varlık olmanın tekrarları arasında bir ilişki olduğuna inanır. Bu ilişkinin bilimleri ve hızları bunlara uygun matematik sistemleriyle olasıdır. Çünkü bugünkü dünya zamanı ölçeğinde birkaç milyar yıllık kalıntı ve buluntular yoktur. Bu kalıntı ve buluntular varlığın kendi kendini kanıtlar niteliğine dönüşmelidir. Ulaşılan bu dönüşüm zekânın ve düşüncenin evrimleşmesiyle gerçekleşir. Yeryüzündeki evrimi, Tanrı’yı ve Tanrı’nın yarattığı inkâra götürür gerekçesiyle reddetmek, şu soruyu sormaya engel değildir. Tanrı, varlığı yarattıktan sonra evrimleşmesine niçin müsaade etmesin. Bu bir. İkincisi insanın düşünce tarzı şu ya da bu şekilde kâinatın yaratıcısı Allah’ı korumaya ve kollamaya yeter mi? Bu iki. Üçüncüsü akılları kandırmak için akılların biraz daha tekâmül etmesi gerekir.
İnsanoğlunun sonra öğrendiği ve inandığı matematiksel kavramlar biraz eşelendiğinde aklın alacağı yolun daha henüz başında olduğu kanaatine varılır. Aklın evrimleşmesinin çok uzun süreler alması, aklı taşıyan varlığın sonlu ve koşullu mümkünse hiç koşulsuz varlıklar içinde olmaya yönlendirmek aklın evrimsel sürecini dünya zamanı ölçeğine göre kısaltacaktır. Bu kolay bir iş değildir. İmkansız da değildir. Sekuraltı Felsefe aklın evrim sürecinin kısa olması için gereken yolun dünya ile yeni teğetleşen zekâların gelişimini sosyal koşullardan sıfırlayarak doğal koşullarda özgürce gelişimini test etmeli. Bu zekâyı ilkel bırakmak anlamında değildir. Tam tersi zekânın gelişimi için ilkel sosyal koşullandırmalardan uzak tutmak gerekir. Her şeye rağmen önemli olan şeyin zekâ ve gelişimi olacağı ilkesiyle bu test gerçekleşebilir.
Tanrı, Allah birdir denildiğinde insanların akıllarında bıraktığı iz ve bir kavramının nasıl olup olmadığını her birey için kontrol etme yerine genel bir yol izlenir. Bir olmanın derinliği ve detayı aklı sonsuzluğa ve öncesizliğe kadar götürür. Öncesizlik ve sonsuzluk iki ayrı uç gibi etki yapsa da bu insanın kendi yapısal ve fonksiyonel özelliğinden dolayıdır. O birdir ve sonsuzdur.
Aile olmanın insanlara vereceği mutluluğun derecesini Kara Cin ve çocuklarının yaşamlarını kameraya aldıkça daha iyi algılamaya başladı.
İnsan ailesinin kedi ailesinden üstün yanlarından biri, babanın da ailenin içinde olması, rol üstlenmesi; koruma, kollama ve sevgi paylaşımı konusunda anne gibi gayret göstermesidir. Kedi ailesinde baba yoktur. Erkek kedi yakaladığı yerde yavru kedileri boğarmış. Erkek kedi gibi yavrusunu bırakıp giden babalar ve analar vardır. Onların genetik yapılarında mutlaka ve mutlaka erkek kedinin genlerine benzer anormallikler vardır. İyi bir demokraside toplumsal anomalilerin nedenleri bilinmeli ve sonuçlarının topluma vereceği zararlar önceden görülerek önlem alınmalıdır. Genel anlamda “sokak çocukları” denilen çocukların yaşına, cinsiyetine, cibilliyetine bakılmaksızın koruma altına alınmalı ve eğitilmeli, öğretilmelidir. Eğitim ve öğretimin en büyük açmazlarından biri, zaten iyi bir birey olabilecek insanları daha da fazla eğiterek eğitimsiz bir toplumun içinde yaşamaya zorlamak, adeta onların oyuncağı haline getirmektir.
“Sahiller halkın malıdır.” diyen yasalar var diyerek halkını inandıran bir devletin vatandaşları sahillerin yağmalanmış olduğunu gördüğünde kime ne diyecektir? Russell’ın dediğine mi katılacaktır? “Becerebilirseniz siz de sömürün, beceremezseniz katlanın.”
“Zenginin malı, züğürdün çenesini yorar” atasözünün işlevine bakıldığında sosyal bir problemin çözümünde işe yaradığı görülür. “Adam belediye encümeni oldu. Hiçbir şeyi yoktu, şimdi trilyoner. Malının mülkünün hesabını bilmiyor.” Aynı belediye sınırları içinde her sayfada bu laf edile edile yolsuzluğa katlanmanın sınırları Russell’ın mutluluk sınırlarına dayanır. Orada durur. Tevekkül imdada yetişir.
Kara Cin’in yemeklerden sonra kendini temizlemesi, yavrularını temizlemesi, onları yeniden emzirmesi ve emzirme sırasında onlara sarılması anne sevgisinin ve şefkatinin yavruları için gerçek önemini kavramaya yeterlidir. İnsanın çocuklarına nasıl davranması gerektiğini anlamayan insanlar için, altını çizerek söylemek gerekir, anlamayan insanlar için Kara Cin Belgeseli her akşam televizyonlarda mutlaka gösterilmeli ve seyredilmesi mecbur kılınmalıdır! Kara Cin’in yavrularına aktardığı sevgi ve şefkat ve onları korumak için çevredeki kedilerle nasıl mücadele ettiği gösterilmelidir. Bundan da olumlu sonuç alınamıyorsa çocuklar o aileden alınmalı ve büyük aileye katılmalıdır.
On-onbeş dönümlük bir arazi için üç-beş kedinin barınmasını istemeyen bir ananın, “Çocuklarımıza kedi tüyü gelir” demesine sinirlenen Karaböcük’ün, “Daha dün inek sağarken, öküz güderken ahırlarda dolaşırken kedi, köpek yok muydu çevrelerinde, bir ev almakla kendilerini adam oldu mu sanıyorlar. Hem kendilerindeki kıllar ne olacak!” demesi aklına bölük komutanını getirdi. Askerlik hatıraları insan ömründe önemli yer tutar. Askerliğin kendisi ile insan hayatının önemli öğretilen öğrenildiği yerdir. Yaşam felsefesinin isimsiz öğretim merkezidir. Bu laf hoşuna gitti onu komutanın fıkrasından önce büyük harflerle yazdı. ASKERLİK YAŞAM FELSEFESİNİN İSİMSİZ ÖĞRETİM ve EĞİTİM MERKEZİDİR. Yine komutanın fıkrasından önce aklına geleni yazmadan duramadı. Askerlik, gerçekten “yaşam okulu” adı ile eğitim ve öğretim bir an önce başlamalıdır. Bu maya tutar mı? Tutar.
Askerliğin gerçekten “yaşam okulu” haline getirilmesi, üzerinde önemle durulması gereken birincil öncelikli konudur. Yaşam okulunda verilen eğitim ve öğretim olumsuz olayların yaşanmasını ortadan kaldıracaktır.
Haziran ayının onbeşinde Perşembe sabahı, sabah sabah bir çuval altın bulmuş gibi hissetti kendini. Bu kitap için yazdıklarına yalnızca göz gezdirirken Gilles Deleuze’nin “Hiçkimsenin görmediği karanlıkta bir haberci var” sözü ile karşılaştı. Daha ilk duyduğu zaman hayranlığı doruk noktalarına ulaşmıştı. Felsefe yazıları, gizem dolu fikirler oldum olası hoşuna giderdi. Gözü, Yasemin Hanım’ın söylediği “Uyuduğum zaman dünya zamanından çıkıyorum”a takıldı. İki şeyi derinliğine yaşadı. Birincisi kendi kavramı saydığı dünya zamanı kavramını, okuyucularından birinin kullandığını duymanın hazzı. İkincisi Yasemin Hanım’ın o sözü söylerken hissettiği içtenlik. Sonra Lee’yi hatırladı. Lee Li’nin Çin’den dönmüş olması gerekir. Onu araması gerektiğini düşündü. O sabah yazıya Karaböcük’le Kara Cin arasında dün geçen ilk anlaşmazlıkla başlayacaktı. Fakat başlamak yerine devam etmek nasip oldu. Komşu sitedeki Oya Hanım’ın kedisi Tekir, onların bahçesine gelmiş. Kara Cin onu görür görmez balkondan fırlayarak yanına yaklaşmış Karaböcük, “Eyvah şimdi kavga edecekler, Tekir zaten sakat” diye dövünmeye başlayınca, gördüklerine inanamamış. Kara Cin, Tekir’in önüne yatmış, yuvarlana yuvarlana, bacaklarını aça aça orasını burasını sergilemeye başlamış. Allah’ı var Tekir’i ayartan Kara Cin olmuş. Şans, Talih ve Kader balkon duvarına çıkmış olup biteni seyre dalmışlar. Karaböcük, misafiri yanında mahcup olmuş. Hortumu tutmasıyla üzerlerine su göndermiş. O zaman uygunsuz durumdan, ulu orta seks yapma eyleminden geçici olarak vazgeçmişler. Kara Cin, Karaböcüğün bu davranışı karşısında sinirlenmiş, ciyaklamakla miyavlamak arasında bir ses çıkararak keskin, sivri dişlerini göstermiş. Yirmidört saat evin çevresinden uzak durarak küskünlüğünü, kırgınlığını ifade etti. Yavruları o gece balkon yerine ilk doğdukları yer olan zeytin ağacı kovuğunda yattılar. Gerçi arada beş-altı metrelik mesafe vardı ama. Bu, onların balkonu terk ettikleri ilk geceydi. Kedinin kendini beslemek, sevgi ve şefkat göstermek, yavrularını ölümden kurtarmak, balkonu onların evi haline getirmek, süt ve ciğerle, yedikleri yemekle beslemek onların özel hayatına müdahale hakkı vermedi.
Bu olaydan şimdilik üç sonuç çıkarmıştı:
Bir, kediler gerçekten, her şeye rağmen özgür yaratıklardı ve kediler nankördü.
İkincisi, nankörlükle özgürlük arasında ince bir bağ ve ilişki vardı.
Üçüncüsü, herhangi birine iyilik yapmanın karşılığını ondan beklememek gerektiği, gerçeğiydi.
Aynı günlerde kediler hakkında bir bilgi daha edinmişti. Kediler eve yabancı ya da misafir istemezlermiş. Eve misafir geldiği zaman yapmadıklarını bırakmazlarmış. Süleyman Bey’in kedisinin ne kadar kıskanç olduğunu kendisi söylemişti.
“Bir arkadaşla evde yalnız kalmak zorunda kaldık. Onun yatağını salona yaptık. Bizim kedi ona dik dik bakmaya başladı. Bakışlarıyla rahatsız ediyordu. Sabahleyin kalktığımda bir de ne görelim! Yatak şırıl şırıl ıslak, arkadaşın üstü başı berbat.
– Len, kocaman adam yatağa işemeye utanmıyor musun? dedim.
– Abi, vallahi ben yapmadım. Ben yapsam, omuzlarıma kadar nasıl ıslanırım?
Bizim kedi, gitmiş, gelmiş sabaha kadar arkadaşın üzerine işemiş. Bu hayvanlar, sahiplerini çok kıskanırlar, kıskanç olurlar.
Nankörlükle özgürlük arasındaki ilişki bağına benzer bir ilişki de kıskançlıkla hayranlık arasında vardır. Bağlardaki benzerlik kapma katsayılarıyla ilgilidir. Bu değer yaklaşıktır ve kullanıldığı an yeniden aynı olay için kullanılmasına gerek kalmaz. Aynı olayın benzerleri için de geçerlidir buradan çıkarılan sonuç. Aynı katsayıların hayvanlarla hayvanlar arası, insanlarla insanlar arası olması gibi; hayvanlarla insanlar arasında olması düşündürücü ve kayda değerdir. Bu önemli benzerlik kediler âleminin incelemeye ve araştırmaya değer olduğudur.
Kahve fincanını tabağı ile kapattı sağa sola çevirdi en sonda, dıştan içe doğru çevirdi. Falına bakacak olan Meloş öyle söyledi. “İçe doğru çevireceksin ki içinde olup bitenler olduğu gibi çıksın.”
İnsanın düşünce ve duygularını doğrudan doğruya aktarma güçlüğünün sonuçları ya da aktaramamasının sonuçları ile aktarabilmiş olmanın sonuçlarını kimse analitik olarak incelememiş ve bilimsellik kazandırmamış olacak ki çelişkiler yumağı hala çözümsüz olarak ortada durmaktadır. İnsanın duygu ve düşüncelerini, his ve duygularını doğrudan doğruya, dolaysız olarak aktarabilme olgunluğu, aktarılan tarafın da olgunluğunu gerektirir. Sağduyu, eğitim ve öğretim olgunluğun can damarlarıdır.
Dünya insanının bir bölümünün olgun olması dünyanın cennet haline gelmesi için yeterli değildir. Öteki bölümün de olgun olması gerekir. Dünyanın beti bereketi ve gerçeği, üzerinde yaşayan her bireyin gereksinmelerine cevap verecek özelliklere sahiptir. Bu özellikleri görebilmek için bakarkörlükten kurtulmak gereklidir. Kendi bakarkörlüğünün farkına vardığını zannettiği gün ondokuz Haziran ikibinaltı Pazartesi günü olmuştu. Küçükkuyu-Ahmetçe arası bir sahilde ince, ipince taşlarla denize sektirme yaptırırken ince bir taş üzerindeki kalp şekli, öteki taşları incelemeye yöneltti. Dijital kamera yanındaydı ve ters ışık “fotoğraf zamanıdır” der gibiydi. Bastı deklanşöre, bir daha, bir daha derken kendini sahilde gider gelir olarak buldu. Yüzlerce taş fotoğrafı çekti. Fotoğraflar ona taş dünyasının şifrelerle dolu bir dünya olduğunu anlattı. O da dördüncü kişisel sergisinin temasını, konusunu bulduğuna sevindi. Altınoluk ve Küçükkuyu sahillerinde taş kalmadığı için Asos sahillerine yeni seyahatler yapmak gerekiyordu. Sahillerde taş kalmayışının nedenlerinden biri, İstanbul halkının taşları İstanbul’a taşımasıydı. Öteki nedenlerinden biri ise, insanların sahilde taşların üzerine basmak yerine kumların üzerine basmayı tercih etmelidir. Sahillerde taşların yok olmasını içerdeki yosunların yok olması izliyordu. Yazi Bey’in, “Sönmemiş kireç döküp yosunları öldürelim” demesine, “Yeter yaptıklarınız denizdeki yosunları bari öldürmeyin, yosundan korkan, denize başka yerde girsin. Körfezde balık kalmadı diyorsunuz canlı ortamları yok etmenize ve niyetlerinize hiç bakmıyorsunuz!” diyerek çıkıştığını anımsadı. Adama bak, sönmemiş kireç dökerek denizdeki yosunları öldürecek. Allah dünyayı böyle adamların şerrinden korusun.
yazan: Hüseyin Ergül kaynak: akis kitap