Sabahın erken saatleri güneş daha yeni yeni doğuyor, içinizdeki öfke ve pişmanlığın verdiği huzursuzluktan dolayı bütün gece uyuyamamışsınız. Ruhunuzu cendereye almış düşüncelerden kurtulmak için saatlerdir yürüyorsunuz. Güneşin ilk ışıkları teninizi ısıtırken dalgaların sesinin verdiği bir anlık huzur zihninizdeki karmaşayı dinginleştiriyor. Ufuktan doğan güneş size evrenin büyüklüğünü hatırlatırken aklınızda birçok soru var; ‘Neden her şey benim başıma geliyor? Herkes evinde huzur içinde uyurken beni bu saatte huzursuzluktan kıvrandıran düşüncelerin sebebi ne? Oysa geçmişte her şeyi doğru yaptığımı düşünmüştüm ama planladığım hiçbir şey yolunda gitmedi. Durum bu ise o zaman geleceğe dair nasıl plan yapabilirim?…..’
Hepimiz aynı soruları hayatımızda defalarca kendimize sormuşuzdur. Biz sıradan insanların zihnini yoran bu sorular tarih boyunca büyük düşünürlerin, filozofların, bilim insanlarının da cevaplamaya çalıştığı sorular olmuşlardır.
İnsan nedir? Koskoca evrendeki yerimiz ve konumumuz nedir? Kendi küçük dünyamızdan evrene baktığımızda insan dünyanın kralı gibi gözükmektedir. Peki evrensel perspektiften baktığımızda durum bu mudur? En basitinden bile doğa olaylarının karşısındaki çaresizliğimiz aşikardır; evet bilimsel gelişmelerin ışığında doğa olaylarını önceden tahmin etme olasılığımız her geçen gün artmaktadır. Mesela şehrimizi vuracak bir kasırganın haberini artık önceden haber alabiliyoruz, bu habere göre önlemlerimizi almak ya da kaçmak şansına da sahibiz. Ama bu fırtınayı önlemek gibi bir şansımız yok. Doğa olayları gibi kozmolojik olayların dışında kendi hayatımızdaki en basit olayları dahi kontrol edebilme şansımız var mı peki? Çok dikkatli bir araba sürücüsü olduğunuzu varsayın, tüm kurallara uyuyorsunuz, aracınızın tüm kontrollerini yaptırıyorsunuz vs… Bu durum asla sizin bir araba kazasında sakat kalmayacağınızın garantisi olabilir mi? Siz belki de hayatınızın en mutlu gününü yaşayacağınızı düşünürken, akşamdan kalma bir sürücünün ya da yoldaki ağaca düşen bir yıldırımın tüm planlarınızı geri dönülmez bir şekilde bozmayacağınızı bilebilir misiniz? Bir çoğunuzun cevabının ‘hayır bilemeyiz’ olduğunu varsayıyorum. Bilebileceğini iddia eden biri var ise de, ya gelecekten haber aldığını iddia eden bir kahin yada zaman makinesini (ki zaman kavramı da ayrı bir yazıda incelemeye muhtaç bence) icat eden bir bilim adamı olduğunu düşünmemiz gerekiyor.
Peki geçmişimizi değiştirmemiz şu an için mümkün değilse, geleceğe dair yapıp etmelerimiz içinde kontrolün ancak çok küçük bir kısmı bize ait ise; geçmişin hayaletlerinden ve geleceğin korkularından sıyrılarak hayatımızı nasıl daha huzurlu hale getirebiliriz. Bu konuda verilebilecek en iyi tavsiye ; Amor Fati’dir. Amor fati Türkçe’ye ‘kaderini sev’ olarak çevrilmektedir.
Ama bu noktada şu ayrıntıyı belirtmek gerektiği kanısındayım; buradaki kader sözcüğü islam toplumlarında anlaşıldığı gibi bir kader kavramına karşılık gelmemekte, amor fati de bir tür tevekkülü önermemektedir. İslam toplumundaki kader anlayışı -ki İslamdaki kader anlayışının bu olduğunu savunmuyorum. Bence tamamen yanlış anlaşılmadan kaynaklanmaktadır.- Allah’ın bizi yaratırken hayatımız boyunca tüm yapıp etmelerimizi bildiği, hatta karar verdiği bu nedenle de bizim başımıza gelen tüm iyi ve kötü şeylerin Alalh’tan geldiğini, bunların bir sınav olduğunu düşünerek tevekkül etmemiz gerektiği üzerine kuruludur. Buradaki ana hata şudur; Allah’ın Kuran’da ben sizin tüm yapıp etmelerinizi bilirim demesi, onun bizim eylemlerimize karar verdiği ya da yönlendirdiği anlamına gelmez. Zaten yönlendiriyor olsa idi, cennet, cehennem gibi kavramların mantığı kalmazdı. Çünkü özgür iradenin olmadığı yerde bir yargılamadan söz edilemez. Biz düz zaman çizgisi anlayışı ile bu sözü değerlendirdiğimiz için yanlış bir yorum yapmaktayız bence. Oysa Allah’ın tanım gereği zaman üstü olduğu kabul edilir, yani Allah için geçmiş, şimdi, gelecek diye bir ayrım yoktur. Bu bağlamda da bizim gelecekte ne yapıp edeceğimizi biliyor olması, bizim eylemlerimize karar verdiği anlamına gelmez; sadece geçmişi, şimdiyi ve geleceği aynı anda görebildiği anlamına gelir.
Konumuza geri döner isek; bizim üzerinde duracağımız amor fati sözü açık seçik bir şekilde İlk kez Nietzsche tarafından kullanılsa da felsefe tarihindeki birçok filozof aslında bu söze atıfta bulunmuştur. Mesela Stoacılar; özellikte de Epiktetos ve Marcus Aurelius.
Ünlü Stoacı Epiktetos’un ana kitabı şu sözlerle başlar;
‘Bazı şeyleri kontrol edebilirsin, bazı şeyleri ise kontrol edemezsin.’
İlk bakışta birçok insana basit gelebilecek olan bu cümle insan hayatına dair çok çarpıcı bir gerçeği dile getirmektedir. Stoacılara göre kontrol edebildiklerimizde sınırlı olanlarda kontrol edebildiklerimiz ve kontrol edebildiklerimiz olarak ikiye ayrılır ve kontrol edebildiklerimiz sadece kendi duygu ve düşüncelerimizdir. Sınırlı etki edebildiklerimiz için ise şöyle bir örnek verebiliriz; mesela okula yetişmek için tam zamanında evden çıktık, niyetimiz derse tam zamanında yetişmek. Ama herhangi bir olaydan dolayı otobüs geç kaldı ve dersi kaçırdık. İşte bu noktada diyor ki Epiktetos, dersi kaçırdığın için üzülmene gerek yok. Sen elinden gelenin en iyisini yaptıysan bu noktada yapman gereken tek şey bu olaydan ders çıkarmak ve yarın daha iyisini yapmaya çalışmaktır. Mutluluğa giden tek yol der Epiktetos; o da gücümüzün ve irademizin dışında olan olaylar için endişelenmeyi bırakmaktır. Insanlar dış dünyadaki olaylara nasıl tepki verdiğini kontrol edebilirler. Bu nedenle, iç huzuru ve mutluluğu sadece kendi düşünceleri ve tepkileri üzerinde çalışarak elde edebilirler.
O zaman şu noktaya geliyoruz; mutluluğumuz ve mutsuzluğumuz bizim hayata ve olaylara bakış açımızla alakalıdır. Mesela hafalardır kaybeden bir futbol takımının oyuncusu olduğunu düşünün; iki seçeneğiniz vardır bu noktada, ya oturup kaybettik mahvolduk diye ağlarsınız ya da kaybettiğiniz maçlardan ders çıkarak, kaybı kazanca çevirir ve eskisinden daha iyi bir futbolcu haline gelmek için çalışırsınız. Epiktetos der ki ‘ne olursa olsun bunu kendi lehime çevirmek kendi elimdedir’ yani amor fati hem bizim pişmanlık ve korkulardan kurtulmamızı hem de her gün kendimizin daha bir versiyonunu oraya çıkarmak için çalışmamızı sağlar.
Bu konuda düşünürken aklıma hep Hititlilerin şu duası gelir;
Tanrım,
Beni yavaşlat.
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir…
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele…
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin
sükunetini ver .
Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginligi, belleğimde yaşayan akarsuların
melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol…
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için
yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir
kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara
dalabilmeyi öğret…
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı
arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim…
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi
büyümesine bağlıdır…
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine
doğru göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı
olarak yükseleyim.
Ve hepsinden önemlisi…
Tanrım,
Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR,
İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ve
Beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak DOSTLAR ver…
İŞTE bu tam anlamıyla amor fati’dir…
Hande Ercan/2023