Her yıl bir dergi tarafından yayınlanan dünyanın en zengin yüz kişisini incelediğimizde ilginç sonuçlara ulaşırız. Çeşitli kaynaklardan, belli bir aman dilimi içinde bu kişilerin ne gibi ortak özellikleri vardır diye düşünmüş ve bir araştırmaya girmiştim. Belki de kimsenin farkına varmadığı belli, tek bir sırrı vardı hepsinin ve o sır, o özellik sayesinde dünyanın en engin yüz kişisi arasına girmişlerdi. Çeşitli vasıflar üzerinde çalıştım.
Aileden gelme servet. Özel eğitim. Dahiyane fikirler. Çok çalışmak. Dürüst olmak. Özel yetenekler. Kararlılık ve daha bir çok özellik üzerinde çalıştım ama hiç biri tam olarak bunlara uymuyordu. Bir insan nasıl olur da dünyanın en engin adamı olabilir? pekala, başkaları değil de neden onlar. Belki de onlar herkesten daha fala engin olmak istedi. Belki de “Çekim Yasası”nı uyguladılar. Hep olumlu şeyler düşündüler, olumsuz düşüncelerden kaçındılar, böylece onlar evrenden hep iyi şeyleri kendilerine çekti. O halde diğer insanlar nasıl oluyor da bu kadar basit bir işi yapmaktan aciz. Sadece iyi şeyler düşünmek yeterliyse bunu herkes yapabilir ve herkesin yapmaya gayret ettiğini de farkındayım ama yine de olmuyor. Dünyada altı milyardan fazla insan var ama sadece o yüz kişi diğer alt milyar kişinin servetinden daha çok servete sahipler. Bir yanda altı milyar kişi, bunun yarısı günde bir dolarla yaşamak zorunda, gelişmiş ülkelerde yaşayan diğer milyonlar onlarda yılda ortalama kazandıkları 40 bin dolar ile yaşamak zorunda. Ülke ya da milliyet de tanımıyor zenginlik en zenginlerden biri Hintli, biri Çinli, biri Rus, bir kaçı Amerikalı. Neredeyse her milletten birileri var. O halde sır nerede?
Sır şurada onlar asla, hayatlarının hiçbir döneminde bu cümleyi kurmadılar. O cümle “Beni kimse anlamıyor?
İçlerinden bir çoğu daha ilk dönemlerinde kendi aileleri ve yakın çevreleri tarafından “anlaşılamamıştı”. Onlar farklıydı, onlar baktıkları yerlerde farklı şeyler görüyordu. Hayalleri ve davranışları her zaman tuhaf olmuştur. Bu düşüncelerini başkalarına açtıkları aman her zaman sıradan insanın davranacağı gibi davranmışlardı. “Saçma, yapamazsın, olacak şey değil, bundan daha kötü bir fikir duymadım, her şeyini kaybedeceksin, ne olacak bu çocuğun hali hep hayal dünyasında yaşıyor, gir bir işe çalış, bu boş işlerle uğraşma. Böyle sayısız olumsuz cümleler duymuşlardı her biri. Başkaları ile aynı anda bir mezbeleliğe bakıyorlardı, başkaları orada sadece bir yıkıntı görürken, onlar o çöplük üzerinde yükselen lüks bir hotel, bir fabrika bir işletme görüyordu. Bazıları bir hakin gibi sanki geleceği görüyordu. Bilgisayarlar, cep telefonları, modern araç gereçler, uzay seyahatleri. Başkaları baktığında gökyüzünde sadece bulutları ve yıldızları görürken onlar göklerde yükselen yüksek binaları, uçakları görüyordu. Ve ne zaman konuşsalar hiç kimse onları anlamadı ve onlar hiçbir zaman “Kimse beni anlamıyor. Demedi” Hatta anlaşılmadıkları için memnun olmuşlardı, böylece karşılarına rakipler çıkmayacaktı. Başkalarının kendilerini anlamamaları işlerine geliyordu ve kendi yolculuklarına kendilerinden emin bir şekilde devam ediyorlardı. Bankalardan ilk kredi almaya çalıştıkları sırada bankacılar onları anlamadı, birinden işletme için borç ya da yatırım istediklerinde yine anlaşılmadılar. Bir projeyi bir başkasına sundukları zaman yine anlaşılmadılar. Onları kimse anlamıyordu ve onlar anlaşılmayı beklemeden harekete geçtiler ve dev sanayiler kurdular, dünya pazarlarını ellerine geçirdiler.
Onlar zenginleştikçe hala kimse onları anlamıyordu. Her birinin her dönemde yakın çevresi ile sorunları oldu. İlk önce belki eşleri önlerine çıktı, onlara “Yapma, her şeyimizi kaybedeceksin diye onları korkutmaya çalıştı. Anneler, babalar ve diğer akrabalar ile arkadaşlar da aynı şekilde davrandı bu sevdikleri insanın zarar görmesini istemedikleri için hayallerinin peşinde koşarken batmasını istemiyorlardı.
Ellerinde çok iyi düşünülmüş projeler ile karşılarına çıktıklarında bile herkesin dudaklarında müstehzi bir gülüş ile “sana mı kaldı bu işler “dediklerini duymuşlardı. İçlerinden biri dünya pazarlarından söz ediyordu, bir diğeri milyarlarca insanın evine bilgisayar sokmaktan söz ediyordu. Onları hiç kimse anlamıyordu. Umurlarında da değildi. Onlar mücadelelerini sürdürdüler ve kendilerini anlayan birilerinin çıkacağından emin olarak işlerine devam ettiler. Bilerek ya da bilmeyerek “Bumerang Yasası”nı uygulamışlardı. Yaptıkları ile “düşündükleri değil” evrene bir mesaj yolladılar, diğer yanda, başka bir noktadan başkaları da anlayabilecekleri birilerini arıyordu ve evrene o kişileri buluşturmaktan başka bir iş kalmamıştı. İki yol açılmıştı, bir yol anlamak isteyenler, diğeri anlaşılmak istenenler evren aracılık yaptı, iki güçlü talep almış ve onların o taleplerinin birbirine uyum içinde olduğunu görerek karşılaşmayı sağlıyordu. İşte evren böyle çalışır. “Su, daima yatağını bulur.”
Eackart Handler