Kıskanırım Seni Ben

0
963

Suzan, liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi kazanamamıştı. Meslek edinme ve el becerisini geliştirme kurslarına devam ediyordu. Bilgisayar kullanım kursuna gittiği sırada aynı mahalleden Emir’le tanıştı. Hoş çocuktu Emir. Anne ve babası iyi insanlardı…

 

 

 

 

 Yazar : Yusuf YEŞİLKAYA
yusufyesilkaya@gmail.com

Suzan, liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi kazanamamıştı. Meslek edinme ve el becerisini geliştirme kurslarına devam ediyordu. Bilgisayar kullanım kursuna gittiği sırada aynı mahalleden Emir’le tanıştı. Hoş çocuktu Emir. Anne ve babası iyi insanlardı. Kendisinin de kötü bir alışkanlığı yoktu. Emir küçük bir şirketin muhasebe bölümünde çalışıyordu. Gelişen teknolojiye uyum sağlayabilmek için bilgisayar kursuna kayıt yaptırmıştı.
    Emir ile Suzan, tanıştıktan kısa bir üre sonra ilişkilerini ilerletmeye karar verdiler. Ailelerine haber vererek nişanlandılar. Nişanlı oldukları için daha rahat görüşebiliyorlardı. Birbirlerini gerçekten çok seviyorlardı.
    Suzan, bir gün Emir’in çalıştığı şirkete gitti. Emir ile aynı ofiste çalışan bayan elemanları gördü. Çalışma ortamı içerisindeki sosyal ilişkilerini kıskanmaya başladı. Bunu Emir’e söylemedi ama içten içe ofisteki kızlara kin duymaya başladı. Havadan sudan bahaneler üreterek, Emir’i ziyaret etmeye başladı. Daha doğrusu Emir’in bayan çalışma arkadaşları ile sosyal ilişkilerini denetlemeye başladı.
    Suzan’ın, işyerine yaptığı ziyaretlere önce mutlu olan Emir, bu ziyaretlerin asıl amacının özlem gidermek değil de teftiş yapmak olduğunu hissedince Suzan’a karşı memnuniyetsizliğini hissettirmeye başladı. Suzan bu hoşnutsuzluğu hissetmiş olmasına rağmen vurdumduymaz davrandı. Nişanlısını denetlemenin başka yolu yoktu. Suzan ofise her geldiğinde güler yüzle karşılayan Emir, denetlemelerle birlikte nişanlısına surat asmaya başladı. Bir gün yine Suzan ofise geldiğinde, Emir’in iş arkadaşları fısıldayarak gülmeye başladılar:
    -Geldi bizim müfettiş!
    Bu sözler Emir’in kulağına gelmişti. Suzan’a döndü ve kaşlarını çatarak sordu:
    -Ne var? Niye geldin?  
    -Ya niye gelmeyeyim! Sen benim nişanlım değil misin?
    -Evet nişanlıyız Suzan ama burası ciddi bir iş yeri. Öyle ikide bir gel git olmaz! Anladın mı canım?
    -Rahatsız mı oldun canım?
    -Evet rahatsız oldum canım. Görüyorsun ki çalışıyorum.
    -Ben senin çalışmanı bilirim. Onu gel sen benim külahıma anlat!
    -Ne demek istiyorsun Suzan?
    -Ne demek istediğimi arkadaşların anladı Emir.
    -Arkadaşlarımı bu işe karıştırma!
    -Ne oldu? Kıyamadın mı arkadaşlarına?
    -Bak hala arkadaşların diyor ya!
    -Aman aman al arkadaşların senin olsun! Ben gidiyorum işte!
    -Gittiğin olsun da bir daha…
    -Söyle söyle… Ben biliyordum zaten artık beni sevmediğini.
    Suzan, çalımla işyerini terk etti. İş yeri sahibi Zafer Bey gürültüyü merak ederek ofisinden çıktı.
    -Arkadaşlar, ne oluyor ya?
    Bu soruya Emir cevap vermek zorunda kaldı:
    -Affedersiniz Zafer Bey! Suzan gelmişti de…
    -Suzan gelmişse ne olmuş Emir? Hem Suzan senin nişanlın değil mi?
    -Olmaz olsaydı Zafer Bey!
    -Ne dediğinin farkında mısın oğlum sen? Hele sen benim ofise gel bakalım bir. Kızım bize iki kahve söyleyin!
    Zafer Bey ve Emir, ofise geçtiler. Önce bir süre sessiz kaldılar. Emir’in kendisini toparlamasına fırsat vermek istedi. Zafer Bey, Emir’e karşı bir çalışanı gibi değil, bir arkadaşı gibi davranmıştı hep. Yine öyle yaptı. Elini Emir’in omzuna koydu ve yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya başladı:
    -Neler oluyor Emir? Benimle paylaşmak ister misin?
    -Bir şey olduğu yok Zafer Bey. Suzan, ikide bir ofise gelip duruyor.
    -Ne var arkadaş bunda problem çıkartacak? Nişanlın değil mi Suzan? Gelir, gider.
    -Adam gibi gelip gitse can kurban Zafer Bey. Her geldiğinde bir arıza çıkartıyor. Diğer arkadaşların yanında küçük düşürüyor beni.
    Zafer Bey, bıyık altından gülmeye başladı:
    -Şuna kıskançlık krizi diyelim mi?
    -Hem de ne kriz Zafer Bey! Nişanlandık diye dişi sineğe dahi selam verdirmeyecek elinden gelse. Siz de biliyorsunuz ki, ofiste çalışan bayan arkadaşlar, kardeşim gibidir. Herkes ciddiyetle işini takip ediyor.
    -Sen bunları Suzan’la konuştu mu?
    -Hem de kaç kez konuştum. Konuşmaz olur muyum?
    -Eeeee! Ne olacak şimdi?
    -Ne bileyim Zafer Bey? Ama her gün birbirimiz kırıyoruz ve her geçen gün birbirimizden soğuduğumuzu hissediyorum.
    -İşte bu kötü evlat!
    Kapı vuruldu, çaycı hanım kahveleri getirdi. Çaycı hanım, ofisten çıkıncaya kadar sessizlik oldu. Kapı tekrar kapandıktan sonra, Zafer Bey konuşmaya başladı:
    -Bak Emir! Sen benim kardeşim gibisin. Suzan ile kendi isteğinle ve severek nişanlandığında gerçekten çok sevindim. Hem kendisi hem de ailesi temiz insanlar. Ne var ki mutlu olmak için bunlar yeterli olmayabiliyor. Nişanlı olmak, evliliğe atılan ilk adımdır. Ama bir o kadar da evliliğe hazırlık ve birbirini tanıma sürecidir. Lütfen birbirinizi iyi tanıyın. Ve daha evlenmeden aranızdaki sevgiyi saygıyı kaybetmeyin.
    -Zafer Bey, ben Suzan’ı çok seviyorum. İstese canımı bile veririm. Ama bana güvenmediği zaman ondan çok soğuyorum. Neredeyse onu bir daha görmek istemiyorum. Hayır yani güvenini zedeleyecek bir şey yapsam anlayacağım ama sabah geliyoruz akşam eve zor düşüyoruz. Gözümüzü açacak zamanımız mı oluyor?
    -O da zaten dışarıya bir şey demiyor anladığım kadarıyla. Buradaki çalışma arkadaşlarınla problemi var sanırım. Ama bu işin sonu yok Emir! Bugün ofisteki arkadaşlarını kıskanır, yarın sokaktaki bayanları. Bence siz en iyisi, bir aile danışmanına gidin.
    -Biz evli değiliz ki aile danışmanına gidelim.
    -Bence evlenmeden gidilmeli. Evlendikten sonra mecbur kaldığın için gidiyorsun zaten. Ama o zaman geç olabiliyor.
    -Ne yapalım, gidelim bari.
    -Faydasını görürsünüz merak etmeyin. Hadi biraz rahatla aslanım. Kasma kendini o kadar!
    Emir, Zafer Bey’in ofisinden çıkarak kendi çalışma odasına geçti. Kendisini işine verebildiği kadar çalışmaya çalıştı. Ancak Suzan cephesinde de işler farklı değildi. Bir hışımla nişanlısının yanından ayrılan Suzan doğruca evin yolunu tuttu. Kafasında türlü türlü düşünceler, suratından düşen bin parça oluyordu. Kapıda kızını gören annesi çok şaşırmıştı:
    -Hayırdır kızım! Kötü bir şey mi oldu?
    -Olmuyor anne olmuyor! Ben ne kadar zorlasam da olmuyor.
    -Dur kızım sakin ol! Olmayan ne?
    -Emir… Damadın…
    -Bir şey mi oldu Emir’e?
    -Ona bir şey olduğu yok. Emir bana yapıyor eziyeti. Sırf bana nispet olsun diye çalıştığı yerdeki kızlarla samimi oluyor. Bir görsen kızların içine düşecek neredeyse… Hadi sinirlenmeyeyim hadi görmeyeyim diyorum, bu sefer de iş yerine gittiğime kızıyor.
    -Dur kızım, sakin ol önce bir hele! Sen şimdi Emir’in yanından mı geliyorsun? Tane tane anlat bakalım şu işin aslını!
    Suzan, nişanlısı ile ilgili problemleri annesine anlattı. Ama sadece kendi penceresinden bakarak. Emir’in düştüğü sıkıntılı durumlardan hiç söz etmedi bile. Lakin Ayla Hanım, güngörmüş bir hanımdı. Kızının anlattıklarını dinledi dinlemesine ama satır aralarını da iyi okudu. Suzan’ın ellerini avuçlarının içine aldı ve anne şefkatiyle konuşmaya başladı:
    -Bak Suzan’ım. Nişanlın seni çok seviyor. Tamam sen de onu çok seviyorsun ama Emir’i çok sık boğaz etmişsin. Buna gerek yok ki güzelim. Hem ortada küsecek bir sebep yok. Sadece sebep oluşturmaya çalışıyorsunuz. Hem sen, Emir’in sana karşı yanlış bir davranışını gördün mü? Buna kendi gözünle tanık oldun mu?
    Suzan bir süre sessiz kaldı. Sonra nazlanarak cevap verdi:
    -Hayır, görmedim. Ama ya olursa…
    -İşte bunu yapma!
    -Sen kızından yana mısın yoksa elin oğlundan yana mısın?
    – O nasıl söz kızım? Elin oğlu dediğin, senin nişanlın! Nişanlına güvenmelisin. Güvenmek zorundasın. Vesvese ile hareket etme!
    -Şimdi ben mi suçlu oldum yine?
    -Tam olarak değil. Ama testi kırıldıktan sonra sen suçlu olsan ne oluuuur Emir suçlu olsu ne olur?
    -Ne testisi ne suçu?
    -Kızım gözünü aç! Masum oğlanı sıkıştırıp durma! Sıkboğaz edip durursan kuşu elinde öldürürsün. Seni bırakırsa testiyi kırmak ne demek o zaman anlarsın. Bildiğin bir şey varsa söyle hep beraber çözüm arayalım. Yoksa eziyet edip durma çocuğa.
    Anne ve kız bir süre öylece kaldılar. Ayla Hanım, kızının yüreğine ve davranışlarına karşı bir ayna tutmayı başarmıştı. Suzan, odasına çekildi ve kendi kendini sorgulama imkanı buldu. Yaptığının yanlış olduğunu anladı. Akşamüzeri evlerinin altındaki pastaneden tatlı ve tuzlu pastalar aldı. Güzel bir hediye paketi yaptırarak Emir’in yanına vardı. Bu defa hem Emir hem diğer kızlar çok şaşırmışlardı. Suzan niye gelmişti acaba?
    -Buyurun arkadaşlar! Size pasta getirdim. Beş çayınızı benimle paylaşır mısınız?
    Herkes çok şaşırmıştı ama bu duruma en çok sevinen Emir olmuştu. Hep birlikte pasta yediler, çay içtiler. Bu defa güldüler, eğlendiler. Herkes mutluydu.
    İnsanın sevdiğini kıskanması kadar doğal bir şey yok aslında. Ancak kıskanma duygusunun yerini, zamanını belki de dozunu iyi ayarlamak gerek. Hani ortada fol yok yumurta yok diyebileceğimiz bir durumda kıskanma krizlerine girmek hem kendimize hem de sevdiklerimize zara verir.
Kıskanmanın temelinde sahip olma duygusu ve koruma çabası yer almaktadır. Dozu iyi ayarlandığı takdirde güzel bir duygudur. Sevdiğine sahip çıkma ve değer verme anlamını verebilirse ilişki için yararlı olabilir. Ama hastalık düzeyinde bir kıskançlığın temelinde sadakatsizlik ve güvensizlik duyguları yer alır ki, bu durumun hiç kimseye faydası olmaz.
Seranın üzerini naylon ya da camla kaplamak, içindeki ürünlerin soğuktan, fırtınadan, ayazdan korunmasına yardımcı olur. Sera içinde yetiştirilen ürünler, kış mevsiminde olmuş olsa bile soğuk almadan yetişirler. Sera üzerindeki naylon veya cam kaplamayı çıkarırsanız bitkiler soğuk alır, donar ve ziyan olur. Tam tersi bir yaklaşımla seranın üzerini şeffaf olmayan bir metal ile kaplayacak olursak, seranın içi karanlık olmakla kalmaz, bitkileri güneşten mahrum etmiş oluruz. Metal kaplama içerisindeki bitkilerin sonu ölümden başka bir şey olmayacaktır.
    Sevgi, saygı, sadakat ve güven temelinde oluşturulan ve sürdürülen ilişkilerde, kıskançlığa yer yoktur. Bu temel sağlam oluşturulmuş ise sevdiklerimiz kendilerine ve bize zarar verecek davranışlardan sakınırlar. Kıskançlığa sebep teşkil edecek davranışlara fırsat bile vermezler.
    “Dervişin fikri ne ise zikri de o olur” atasözünde ifade edildiği üzere aslında insan, herkesi kendi gibi görür. Yani insanın zihninde yaşadığı dünyayı dışarıya yansıtmasıdır, bir başka anlatımla. Veya dışarıda yaşanan her şeyin de kendi zihninde yaşattığı gibi olduğunu düşünür. Ne anlama geliyor bu satırlar diyecek olursanız, açılayayım:
    Hastalık düzeyinde kıskanmanızın sebebi nedir diye sorsalar kıskanan kişiye, büyük bir olasılıkla sevdiğinin yanlış bir şey yapmasından veya sevdiğine yanlış yapılmasından endişe ettiği için böyle davrandığını ifade edecektir. İşte o zaman şu cevap hakkı doğacaktır:
    Mademki sevdiğinin yanlış bir şey yapacağını düşünüyorsun o halde sen de ona yanlış yapmayı düşünüyorsun. Belki çok doğru bir düşünsel temele dayanmayabilir ama insanlar, yaptıkları işlere göre değerlendirilir. Yapılan icraata göre niyetleri sorgulanır. Yoksa kimse kimsenin kalbini açıp niyetini okuyamaz. Kim yaparsa yapsın, niyet okuyuculuk doğru bir davranış biçimi değildir. Yani insanları söylediklerine göre değil, bizim zihnimizdeki söylemek istedikleri ile yargılamak haksızlık olmaz mı?
    Kuru kıskançlık yüzünden, yaşamı kendimize ve sevdiklerimize çekilmez etmek gerçekten çok yazıktır. Sonunda bizi sevecek ve bizim de onu seveceğimiz bir insan bulamayabiliriz. Bu nedenle sevdiklerimizi kıskanarak değil, severek ve destek olarak korumak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

 

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız