İnsanoğlunun dünya üzerinde var oluşundan bu yana daimi bir varlık savaşı da süregelmiştir. Bu varlık savaşı maddi ve nesnel bir varlık savaşı değildir. Bu savaş insanın var oluş ve değer savaşıdır. Bu savaş sırasında nesil nesil insanlar dünyaya geliyor ve nesil …
Yazar : Nİyazİ F. Eres
niyazieres@yahoo.com
İnsanoğlunun dünya üzerinde var oluşundan bu yana daimi bir varlık savaşı da süregelmiştir. Bu varlık savaşı maddi ve nesnel bir varlık savaşı değildir. Bu savaş insanın var oluş ve değer savaşıdır. Bu savaş sırasında nesil nesil insanlar dünyaya geliyor ve nesil dünyadan göçüyor.
İnsan kendi değerini kendi biçmeye çalışsa da bir insanın değeri, içinde yaşadığı toplum tarafından belirleniyor. Toplumun bu değer biçme baskısından kurtulmayı başaran insan kendi değerini yine kendi bilinçlenme basamağında fark etmeye ve bu değeri belirlemeye başlıyor.
Hayyam'ın da dediği gibi:
İnciyi isteyen dalgıç olacak,
Varı yoğu dosta verip dalacak
Canı avcunda, nefesi göğsünde
Ayağı baş olacak, başı ayak olacak.
Bu dizelerde ifade edildiği gibi insan, değer arayışında dünya malına boş vermelidir. Çünkü bir kaba ne koyarsan, kap onunla doyar. Mal koyan insan malı kadar değerli, insanlık koyan ise insanlığı kadar erdemli olur. Erdemlilik ise insanın değer arayışının hazinesidir. İnsan değer arayışında ilerledikçe yaşama sanatını da yavaş yavaş icra etmeye, acemilik ve çıraklık sürecinde kör topal bu sanatta ilerlemeye başlar. Ustalaştıkça da hem değer arayışında hem de hayatta aydınlanmaya başlar. Hayatı ezbere yaşamak yerine öğrenerek yaşar. Öğrendiği bilgidir. Bilgi ise bu süreçte tecrübe ile yoğrulur. Bilgi yalın ve ham haldeyken insanın değerini ve bilgeliğini artırmaz. Bilgi ancak kullanıldığı, özümsendiği ve tecrübelerle yoğrulduğu zaman insanın bilgeliğini arttırır, kişiyi aydınlatır. Bilgi, aklın besinidir. Akıl bilgiyi sindirerek kullanılır hale getirmelidir. Bilgi ile beslenmeyen akıl ve ruh güdük, çelimsiz kalmaya ve açlıktan ölmeye mahkûmdur.
Değer arayışında olan insan bilginin bu besleyici özelliğinin farkında olarak saygı içerisinde iştahla bu sofradan beslenir. Bu değer arayışında yaşama sanatındaki ustalık derecesine göre bir hayat yorumu gelişir. Bu gelişme insanı yine değerlilik ve yaşam sanatında ilerletir, yükseltir. Bu yükselme ve ilerleme sırasında insan olgunlaşmaya, olmaya, pişmeye başlar.
Hz. Mevlâna'nın "Hamdım, piştim, yandım (oldum)" sözü insanın değer arayışındaki bilgeliğe giden yoldaki adımları özetler nitelikte karşımıza çıkıyor. Bu özeti açtığımızda ise derinliğin ilham basamakları insanın zihin gözünde aydınlanır.
Hamdım: Kur'an'daki "İnsan zayıf yaratılmıştır" ayetinden de anlaşıldığı gibi insan başlangıçta aciz ve zayıftır. Fakat bu zayıf ateş beslendiğinde benzersiz bir alem olur, dünyayı yakar; o küçük ateş büyük ve muazzam bir şey olur (Fihi Mafih).
Piştim: Bütün bu zevkler ve meşguliyetlerin hepsi merdiven gibidir. Çünkü insan merdivenin basamaklarına yerleşip yaşamaya kalkışmaz, geçicidir oraları; ne mutlu ki ona bu gerçeğin farkına varmak için yeterince erken uyanır. Böyle biri için uzun yol kısalır ve hayatını merdiven basamaklarında boşuna harcamaz (Fihi Mafih).
Yandım (oldum): Sen bir gölgesin, Güneş'e aşıksın
Şems geldi, elbette gölge derhal yok olur (Mesnevi)
İnsandan Daha Büyük Bir Gerçek Yoktur
İnsan değer arayışında gölgelerden ne kadar kurtulursa o kadar aydınlanır. İnsan yükseldikçe, doğruluk, yalınlık, nefsanî arzuları yenebilmek, akılla hareket etmek, çevresinde etki meydana getirmek, güzele hayranlık duymak, tutkulardan arınmak, yaratılışının ve Yaratan'ın farkına varmak gibi erdemler edinir. Bu erdemleri edinen ve aydınlanan insan, ruha bahşedilen yüceliği anlar. Değer arayışına çıkmadan önce hissettiği ıstıraplı ruh düğümlerinden, bütün gerilmiş vaziyetlerinden kurtulur, hayat yolunda esnek ve dingin olarak ilerler.
Esneklik; saldırı ve savunma durumunu terk etmiş, kesin bir emniyet içinde olduğu hissi uyandıran ruhun teslimiyetidir. Bu teslimiyet insanın değer basamağını yükseltir. Değer arayışında olan insan bu arayışta bulduklarıyla sıradanlığının farkına varırken aynı zamanda yaratıcının kendine bahşettiği lütuflarında farkına varır.
Hayatı okuma yeteneği, insanın değer yolculuğunda geliştirmesi gereken önemli bir meziyettir. Hayatı okuma, artan erdemlerle nefsanî arzuların körlüğünden kurtularak, aklı besleyerek gerçekleşir. Hayatı okumanın zevkini hissedebilmek, insanın değer arayışını tetikler. Bu motivasyonla insan güç ve zindelik kazanır. Hayatı okumanın zevkini duyabilmek sadece tecrübeye bağlı değildir, aynı zamanda edinilen yeteneklerle de alakalıdır. Çünkü insanı değer arayışı sırasında mevcut yetenekleri ortaya çıkar ve gelişir. Hayatı okumak için anlama ve kavrama yeteneği gerekir.
Bu yetenek ortaya çıkar ve gelişirse insanın değer arayışına ancak katkı sağlar. İnsanı sınırlayan en önemli kavram olan zaman, insanı adeta cendereymiş gibi hissettirerek üzerine kapanır. Çünkü bu cenderenin bir tarafı insanın ilk alışı iken, diğer tarafı ise son nefesidir. Bu tarafın nerede olduğu ve ne zaman kapanacağı bilinmez. İşte bu bilinmezlik içerisinde olan insan, değer arayışını son nefesine kadar sürdürmelidir. İnsanın artan değeri, erdemleri, hayat kalitesi, manevi huzuru, kendini tanıması, yaratılışı ile ölüm arasında ilerleyip ölüm kapısından geçtiğinde dünyada edindiği değerin bu dünyadaki edindikleri ile arttığını ya da azaldığını görecektir.
İnsan değerlendiğini anladıkça gerçekliğinin de farkına varmaya başlar. 15. yy'da yaşamış olan Şandidaş adlı Hint düşünürü "İnsandan daha büyük bir gerçek yoktur" diyerek insanın yaratıcının yarattığı ve diğer canlılardan üstün olduğunu söylemiştir. İslam düşüncesinde de yaratılanların en şereflisi ve en üstünü olarak kabul edilen insanın basit bir varlık olmadığı dile getirilmiştir. İnsanoğlunun değeri diğer kutsal kitaplarda da açıkça ifade edilmiştir. İnsana düşen yaratışıyla var olan değerini bulmaktır.