Tuba AKAR KAYSERİLİ
Bilim, artık ”temel güven” duygusunun anne ile bebek arasında doğum öncesi dönemden itibaren gelişen bir kavram olduğunun üzerinde durmaktadır.
Yaşamın ilk haftalarında bebek henüz sözel bir bellek geliştirmemiştir. Bundan dolayı bebek çevresinde gördüğü her izlenimi duygu ve beden belleği olarak kaydetmektedir. Örneğin bebek maymunlarla ilgili yapılmış olan bir araştırmada, maymunların kendilerine süt veren telden yapılmış anneleri değil, yumuşak peluştan yapılmış, gidip sokulabilecekleri, kucağında yatabilecekleri anneleri tercih ettikleri ortaya çıkmıştır.
Bebekler, kendisine bakan kişinin sesini, kokusunu yaşamın ilk haftalarında ayırt edebiliyordu ve bu kişiyle aralarında özel bir bağ oluşturuyorlardı. Bu ve benzer örneklere bakıldığında bebeğin habitatını oluşturan çevre ile ilgili zihninde oluşturacağı resim farklı olacaktır. İhtiyaçları zamanında karşılanan bir bebekle, gereksinimleri önemsenmeyen bir bebeğin temel güven şeması doğal olarak değişiklik gösterecektir.
Yaşamın ilk yıllarında oluşan bu ”temel güven” duygusu, yaşam boyu insan gelişiminin vazgeçilmezi “güven “duygusunun zeminini kuracaktır. Temel güven duygusu oluşurken ayrıca çocuğun anne, baba ve etkileşimde olduğu çevresiyle tutarlı, yeterli ve kararlı bir ilişki kurması gerekir. Peki bu nasıl bir ilişkidir?
Çevresel uyarıcılar (anne-baba vs.) çocuğun isteklerine sabah “evet” akşam “hayır” diyorsa tutarsız bir tutum sergilenmiş olur ve çocuğun içinde bulunduğu ortama ait güven duygusu zayıflar. Güven duygusu biçimlenirken çevreden soyutlanamaz.
Temel güven duygusunun en önemli iki duygu halkası “bu dünya güvenli” ile “ben değerliyim” ifadeleridir.
Çocuklarda temel güven duygusunu desteklemek için:
◙ Beslenme ve bakım gereksinimleri zamanında karşılanmalı
◙ Çocuğa sevgi gösterilmeli ve etkin ilgi verilmeli
◙ Tutarlı davranılmalı, verilen sözler tutulmalı
◙ Çocuk büyüdüğü zamanda içten bir iletişim kurulmalı ve dürüst yaklaşılmalı.
Çevreye güven duyma ile kendine güven duyma birbirini tamamlayan olgulardır aslında. Toplumsal yaşantı içinde sosyal bir varlık olan insanın kendine güveni yerindeyse yaşadığı çevreden de korkmayacaktır. Bir insanın kendine güvenmesi çocukluk yıllarında çevresine duyduğu güvenle başlar. Bu duyguyu sonradan kendinden elde edebilmesi oldukça güçtür. İşte bu noktada çocukluğumuzdan bize sağlanan “temel güven” duygusunun tüm yaşamımızda nasıl kalıcı, izli bir yeri olduğunu daha iyi kavramaktayız.
Örneğin çocukların kendine güven merkezinin anne-baba olduğunu biliyoruz. Bu güç merkezinin dayanıklılığı çocuk tarafından devamlı sınanır. Anne babayı zayıf bulduğu anlarda özellikle zorlayıcı davranışlarda ısrar eder. İstediğini elde edene kadar ağlamak vs… Ama bu durumdan çocuğun duygu dünyası daha fazla zarar görür.
Otorite ve güven odağı olan modellerin güçsüzlüğünü görmek çocuğun kendine güven duygusunu da dolaylı yoldan örseler. Otorite ve rehber modeller sarsılmıştır.
Bu arada çocuğa çevreye güveni verirken dozu iyi ayarlamalı, kendine güvenmeyi de vermeyi unutmamalıyız. Çevreye güven gereklidir fakat abartılması çevreye bağımlılığı getirir.
Nasıl güven duygusunun eksikliği olumsuz sonuçlara sebep oluyorsa miktarının abartılması da istenmeyen nitelikte etkilere sebep olmaktadır. Bu konuyla ilgili yaşamını geçirmiş ve on binlerce ruh hastasını tedavi etmiş klinik psikiyatr Cees Van Der Hilst şöyle söylemektedir: “ Çocuklarımıza güven duygusunu öğretirken bizler büyük bir yanlış yaptık. Korku, panik ve endişeyi tamamen reddettik. Hastalıklı ruha sahip insanlar yetiştirdik. Hayatı hep bir savaş halinde algılayan insanlar haline gelmelerine sebep olduk. Benim kliniğime başvuran hastaların neredeyse tümü hep kendi ayakları üzerinde durma mücadelesi verirken durup pes eden, o sorumlulukların altında ezilen bireylerdi. Ben yılların deneyimiyle sağlıklı insanı, ‘kendi ayakları üzerinde durabilen değil; Başkalarıyla yardımlaşarak ayakta duran insan ‘ şeklinde tanımlıyorum.”(www.psikolojievi.com) Aslında Hilst’in işaret ettiği noktalarda oldukça duyarlı olunması ve her duyguda, kavramda olduğu gibi dozunun kaçırılmaması gereklidir. Güven duygusunun aşırı dozda verilmesi de çocukluktan başlayıp tüm yaşama bulaşan ‘egoizm’ canavarını uyandırmaya yeter. Yardımlaşmayı engelleyici bu süreç, sonuçta bireysel ego dikenlerini acımasızlıkla arkadaş olup sosyal yaşantıya batıracaktır.
Yetişkinliğimizde de anlam veremediğimiz bazı çelişkilerimizin, kararsızlıklarımızın, aşırı kaygılı oluşlarımızın, streslerimizin, komplexlerimizin vs..temelinde merak arkeoloğumuzun bellek kazılarında bulduğu “ temel güven “ eksikliği çıkmaktadır karşımıza! Bu sonuç doğaldır çocukluğumuz paketlenir bilinçaltımızca ve bellek kargosuyla teslim alırız onu gençliğimizde. Güven dinamik bir kavramdır, çekirdeği çocukluğumuzda oluşur. Önemli olan ise çocukluğumuzla gençliğimizin içsel dayanışmasının iflas etmediği akışı oluşturabilmektir.