Rebiulevvel ayının onikinci günü…
Gece güne kavuşurken tan yeri ağarmak üzere…
Güneş dağların ardından doğmak üzereyken, bir daha kıyamete kadar böyle muazzam bir gün üzerine doğmayacağını biliyordu.
O gün öyle muhteşem bir gündü ki… Doğacak olan asıl güneş ilelebet batmayacaktı…
O gün sessiz… O gün sakin… Hayvanlar bile ayrı bir sükûnet içinde…
Ilık bir rüzgâr… Ilık bir esinti…
Arzda huzurlu bir sessizlik ve bekleyiş var… Nefesler tutulmuş sanki…
Arş–ı Alâ da ise kutlu bir telaş, muazzam bir hazırlık var.
Çünkü O geliyor…
Cenab-ı Hak’kın ‘-Sen olmasaydın kainatta hiçbir şeyi yaratmazdım’
buyurduğu Makam-ı Mahmud sahibi bekleniyor.
Alemlere Rahmet olarak gönderilen, varlıkların özü Habibullah ( Allah’ın sevgilisi) bekleniyor…
Ve beklenen saat geldiğinde şereflerin en yücesine mazhar olan, annelerin en bahtiyarı Hazreti Âmine’nin canını yakmayan doğum sancıları başlar…
İşte muhteşem velâdet başlamıştır artık…
(Medâricü’n-nübüvve ) isimli eserde Hazreti Âmine vâlidemiz doğum anını şöyle anlatır:
‘’ Doğum anı geldiğinde, heybetli bir ses işittim. Ürpermeye başladım. Sonrasında beyaz bir kuş gördüm, gelip kanadı ile beni sıvazladı. Korku ile ürpertiden eser kalmadı. O anda susamış, sanki hararetten yanıyordum. Yanımda süt gibi beyaz, bir kâse şerbet gördüm. O şerbeti içmem için bana verdiler. İçtim, baldan daha tatlı ve soğuk idi. Artık susuzluğum kalmamıştı.
Sonra büyük bir nur gördüm, evim o kadar nurlandı ki, O nurdan başka bir şey görmüyordum.
O sırada etrafımı sarıp, bana hizmet eden pek çok hanım gördüm. Boyları uzun, yüzleri güneş gibi parlıyordu. Bunların birden bire ortaya çıkmalarından hayret içinde idim. Onlardan biri dedi ki; ‘’ Ben Fir’avn’ın hanımı Âsiye’yim! Diğeri de;
Bende Meryem bint-i imran’ım. Bunlarda Cennet hurileridir.’’ dedi.
Yine o esnada beyaz, uzun ve gökten yere kadar uzanmış ipek bir kumaş gördüm. ‘’ Onu insanların gözüne örtün’’ dediler. O anda bir bölük kuş peydâ oldu. Ağızları zümrütten, kanatları yâkuttandı. Korkudan terlemiştim, düşen ter damlalarından misk kokusu yayılıyordu. O halde iken gözümden perdeyi kaldırdılar. Bütün yeryüzünü doğudan batıya kadar gördüm. Etrafımı melekler kuşatmıştı.
Muhammed aleyhisselâm doğar doğmaz, mübârek başını secdeye koydu, şehadet parmağını kaldırdı. Sonra gökden onu bürüyen, beyaz bir bulut parçası indi. Bir ses işittim; ‘’ O’nu mağripten meşrıka kadar heryerde gezdirin.
Gezdirin ki, cümle âlem O’ nu ismiyle, cismiyle ve sıfatıyla görsünler. O’nun isminin Mâhi olduğunu yani Allahü Teâlâ, O’nunla şirk eserlerini yok ettiğini bilsinler’’ diyordu.
O bulutta gözden kayboldu ve Muhammed’i ( sallallahü aleyhi ve sellem ) beyaz bir yünlü kumaş içinde sarılı gördüm. Yine o sırada, yüzleri güneş gibi parlayan üç kişi geldi. Birinin elinde gümüşten bir ibrik, birinin elinde zümrütten bir leğen, birinin elinde de ipek vardı. İbrikten sanki misk damlıyordu.
Mübarek oğlumu leğenin içine koydular. Mübârek başını ve ayağını yıkayıp, ipeğe sardılar. Sonra mübârek başına güzel kokular sürdüler, gözüne sürme çektiler ve gözden kayboldular.’’
Müjdeler olsun ki; Âli Sultan Kainatı şereflendirdi… İlelebet batmayacak güneş doğmuştu artık.
Sen geldin; âlem nura gark oldu…
Sen üzerimize doğduğun gün; Kâbe’deki putlar yere serildi. Kaldırdılar yine yıkıldı. Bu hal üç defa tekerrür etti.
O gün; İran sarayının ondört burcu yıkıldı. Yine o gün Mecusilerin bin yıldır sönmeyen ateşi söndü.
O günden itibaren şeytan ve cinler Kureyş kahinlerine hadiselerden haber veremez oldu. Kehanet sona erdi.
Senin üzerimize doğman ile karanlıklar aydınlandı. Yer yüzü arındı…
Susuzluktan kurumuş sineler suya kandı Ya RasülAllah…
Allah’ım sana hamd olsun ki; doğar doğmaz secdeye kapanıp ‘’ümmetim ümmetim’’ diye ağlayan bir Peygamber’e ümmet olma şerefine nail olmuşuz.
Sana sonsuz şükürler olsun ki; FAHR-İ KÂİNAT EFENDİMİZ’ in yolunda düşe kalka da olsa yürümeye çalışıyoruz…
Seni anlatmakta, senin güzelliğini anlatmakta kelimeler yetersiz kalır, lisanımız düğümlenir adeta…
Seni anlatmaya cür’et ettiğimiz için bizi affet. Seni kelimeler ile anlatma aczimizi bağışla.
Lâkin seni anlamaya, anlatmaya, seni duymaya muhtacız…
“Ey gönüller derdinin dermânı sen,
Ey yaradılmışların sultanı sen.
Ey risâlet tahtının hâtemi sen,
Ey nübüvvet mührünün hatemi sen.
Ya Habiballah bize imdâd kıl,
Son nefes didârın ile şâd kıl.”
*
Meral Akbulut
www.gencgelisim.com